Üç sayfa epigraf, lazım çünkü esas hikâye 1700’lerin sonunda geçiyor ve dönemin nesrine yakın bir biçime sahip. Politik, sosyal, ekonomik durumu dipnotlardan takip etmek yorucu olurdu. Çok sayıda dipnot var yine, ya çok spesifik bir bilgi ya da terimlerin, sözcüklerin günümüz Türkçesindeki karşılıkları, kısa, iyi. Metinde de bir iki açıklama var, ara cümleler halinde verilmiş ki Ahmet Midhat’ın anlatım geleneğinden aldığı eli de anımsatıyor, ilerleyen bölümlerde ara cümlelere başvurmuyor Yaltırık, doğrudan metnin içine gömüyor ama az, numunelik. Halk hikâyeciliğimizin cin taifesiyle dolu bir hali, geleneksel anlatıyla modern anlatının başarılı birleşimi bu metin. “Hamamlıkta Meşum Bir Gece” nam ilk bölümü metinden öykü diye ayırsak ayırırız, müstakildir, Periveş’in doğduğu geceyi içerir. İlk cümleden anlatıya sonuna kadar eşlik edecek görsellik taşar: “Tahta kurtlarıyla kemirile kemirile neredeyse kof bir ağaca dönüşmüş kapı sertçe yumruklandığında gözlerini karanlığa açtı.” (s. 19) Topal Ebe ya doğum ya kürtaj için çağrılmaktadır, namı ikincisiyle peklendiği için toplumca dışlanmış kadın korkuyla kalkar, “kandili uyandırır” ve kaderine açar kapıyı, gerçi kaderini çoktan çizmiştir denebilir, aklına iyi saatte olsunların kaçırıp doğuma götürdükleri ebeleri hatırlar ve ensesinde hayalindeki dehşetli akıbeti hisseder, ürperir. Gelen Gümrük Emini Saffet Ağa’nın adamıdır, gümrükle ve eminlikle ilgili malumat bir yerde verilecektir, sonra çokça karşılaşacağımız yeniçerilerin yancılarına dair bilgiler de verilecektir, kısacası dönemin İstanbul’unda yaşayan uğursuz ve uğurlu takımının hemen her ögesiyle karşılaşacağız ve ne iş gördüklerini hikâyeye zeval gelmeden öğreneceğiz, Le Guin’in bahsettiği bilgi topaklarını oluşturmadan başarıyla üstesinden gelmiş bu işin Yaltırık. Topal Ebe’nin korkusundan devam, yola çıkarlar, külhanbeyleri kadını tanıyınca lanet ve def ederler, kendi aldıkları canları düşünmeden kadını katillikle suçlarlar. Söylentiler hızla yayılmıştır bir kere, Topal Ebe’nin Mihrimah Sultan Hamamı’nın arka tarafındaki iki göz evinin bahçesinde gömülü ceninler olduğu söylenmektedir, geceleri evinin oradan kimse geçemez, kadın ürkünç çağrışımlardan ibarettir ki evinin önündeki hamam dahi korkutmaya yeter çünkü su ve karanlık. Ecinni anteni. Yaltırık’ın iki koldan genişlettiği bir alt hikâye var burada, söylenceler gerçeğin etrafına örülmüş parçalar olarak atmosferi koyultur, olanın önüne incecik bir perde çekerek tekinsiz bir hava yaratır. Mark Fisher’ın Tuhaf ve Tekinsiz‘inde bahsettiği işgal ve bilinmezlik birer büyüteç olsa da bu romana tutulsa, anlatı iki açıdan da incelense zengin bir makale çıkardı. Nedir, işgal bilinen bir dünyanın sezilen ama bilinmeyen bir dünyaca istilası, tekinsizlik de orada olmaması gereken bir şeyin orada olması diye çok kabaca, hatta odunca özetlenebilir, anlatıda bir iki nokta haricinde pek derinleşmeyen öteyle dünyamızın ilişkisi enine boyuna incelenebilir. İkinci kolda geriye dönüşlerin açtığı alanlar var, Yaltırık karakterlerin kurgudaki önemlerine göre bu alanları geniş veya dar tutuyor. Topal Ebe’nin mesleğe nasıl başladığını, ustası Ebe Naciye’nin kürtajla ilgili söylediklerini aktarmak kâfi, hemen hikâyeye dönüş. Mekana gelir Topal Ebe, cariyeyi hamamlıkta doğurtur, Saffet Ağa’nın verdiği keseyi alıp gitmeden önce adamı bir güzel haşlar ki haşlaması lazımdır, cariyeyi hamile bırakıp kadını cinlerin arasına adeta atmıştır Saffet Ağa, iyi halt etmiştir. Korku dolu bir yolculuktan sonra eve varan Topal Ebe vesveseye engel olamaz, bir süre sonra iki göz evinde tuhaf şekillerin peydah olduğunu görür. Üç karaltı, tuhaf fısıltılar, en son insana benzer bir varlık ama korkunç, Smile‘daki tuhaf iblis adeta. Şu da var, anlatıda bir süre önce yaşanan korkunç şeyle karşılaşan masumların kapıldıkları korku da en az korkunç olay kadar korkunçtur sanıyorum, her şey olup bitmiştir ama dehşetin gölgesi düşmüştür bir kez, zira Topal Ebe’nin komşusunun vaziyeti anladığı an sabah namazı çoktan okunmuş, ortalık aydınlanmıştır ama gece uzamıştır sanki, etkisi kolay kolay geçmez. Topal Ebe’yle bu noktada vedalaşmamız gerekir, hamamlıkta bebeğe göz konmuştur da göz konana gözü değmiştir ebenin, affı yoktur.
Gerisi Periveş’in aşağı yukarı yirmi yıllık, upuzun, dehşetengiz macerası. Musallat‘ı izleyenler bilirler, cinin aşkı pis olur. Periveş beş yaşına kadar normal bir çocukluk geçirir, cariye annesini pek üzmez, sokakta çocuklarla birlikte oynar ve Saffet Ağa’nın oğlu Rüstem’le hır çıkarmaz ama yaşı geldiğinde uykuları haram olmaya başlar. Gözleri öte dünyayı göreceği biçimde açılır, musallat olanın adını, evin yakınındaki bir ağaçta barındığını öğrenir. Gerilim yavaş yavaş yükselir, illet zamanı gelince Periveş’i kendi alemine çekeceğini söyleyerek kızı korkutur, Topal Ebe’nin de gördüğü üç varlık zincirlerle bağlı olarak önündedir yine. Periveş ortadakinin ağzındaki bağı çözünce birkaç kelime işitir, o kelimeler birbiriyle alakasız gibi görünmektedir ama Yaltırık çok güzel bağlar olayları, anlamlar sonra ortaya çıkar. Tasallut arttıkça işte, Periveş kafayı kırmaya başlar yavaş yavaş, Rüstem’i bir güzel hacamat eder, cinli olduğuna dair söylentiler yayıldıkça yalnızlaşır ve en sonunda Saffet Ağa’nın bir tanıdığına satılır. Yeni evinde mutludur önce, canavar gibi çalışıp iyi iş görür ama illet yine ortaya çıkar, Periveş’in havada durduğunu gören diğer kadınlar çığlığı basarlar. Cin muhabbetini Periveş’in aşüfteliğini kapamak için uydurduğunu düşünen efendi, dönemin -diyeceğim de her dönemin aslında- erkek egemen dünyasını da simgeler biraz, zaten o evden de azat edildikten sonra karşılaştığı her erkek Periveş’in yaşamını biraz daha zorlaştıracaktır. Her bölüm zorluk seviyesi biraz daha yükselir, Periveş diğer bölüme geçebilmek için bölüm sonu canavarlarıyla boğuşur da hep galip gelir. İlletin aleni yardımını görürüz de araya dereye sıkıştırılmış, dikkatsiz gözlerin fark etmeyeceği detaylar da vardır, örneğin taciz olaylarından birinde Periveş’in elindeki zamazingoyu kaldırıp dan diye vurması aslında çok zordur ama bir anda, anormal bir şekilde hafifler o yük, olaylar hızla aktığı için yakalamak zordur.
Periveş evine döner ama eski sahipleri kapıyı suratına kapayınca sokaklara düşecek, önce külhanbeyleriyle arkadaşlık kuracak, sonra batakhanenin gülüne dönüşecek, ardından kaçırılacak ve İstanbul’un altındaki zindanlarda, sarnıçlarda, neresi varsa orada tutulacak veya saklanacaktır. Her bölüm kendi canavarını getirir, canavarın sonu pek hızlı gelmez ve yerini hep bir başka tehlikeye bırakır. Epigrafta anlatılan dünya bu bölümlerde karşımıza çıkar, İstanbul’un dışında haydutluk yapanların acımasızlıkları, genelevlerin halleri, Bizans döneminden kalma yapıların uğursuzluğu, Galata’nın dibindeki sokakların tekinsizliği pek ince işlenmiştir, dikkat çekicidir. Gerek illetin gerek kendi yüreğinin gücüyle dünyaya kafa tutmaya başlayan Periveş’in bıçkınlığı da renk katar anlatıya, musallatın ardından usul usul giden bir karakter yerine gelişen, değişen ve güçlenen kadın sayesinde hikâye zenginleşir. Yeniçerilerle birlikte çete reislerinin ve serserilerin dünyasına gireriz, ondan önce fahişelik yapan kadınların arasındayızdır, bir de bakmışız ki köylerdeyiz, eli kanlı bir zorbanın köylülere çektirdiği eziyetlerden müteessir oluyoruz. Sondaki bölüm zaten hem derleyip toparlayıcı hem de etkileyicidir, Periveş’le ilişki kuran kadının yüz yıl önceki yaşamı da eziyetle doludur ama kadın intikam alabilmiştir, Periveş de alır bir güzel. Sonra her şey hikâyeye dönüşür, İstanbul’un yuttuğu sayısız hikâyelerden biridir artık.
Yaltırık’ın kurduğu dünyaya mutlaka girmeli, korkuyor insan. Korktum ben, gece vakti okumaya başlayarak başıma iş aldım resmen. Roman bitince rahatladım bir.
Cevap yaz