Martin Walser – Fink’in Savaşı

Walser’in Fink’ini anlatmak için yazarın üslubunu çalacağım, bürokrasinin boğuculuğunu nasıl daha iyi yansıtabilirim bilemiyorum. İki cümleyle derli toplu anlatılır, ziyan olur, 200 sayfa boyunca dönen oyunların yayıldığı yılları sıkıştıramayacağım. Üslubun anlatımının mümkün olmadığına dair görüşü Tatyana Tolstaya’nın öykülerindeki bir paragrafın yardımıyla tekrar aştım, yarım saat kadar oldu. Ondan önce alıntı yaparak veya incelenen yazarın üslubunu çalıp yazıda uygulayarak kendi çıkış yollarımı bulmuştum, Tolstaya’nın dümdüz anlatının kovduğu metaforlardan bahsetmesiyle içeriyi doldurmak yerine dışarıyı küçültmenin de işe yarayacağını düşündüm. Mesela Walser’in prospektüs üslubuna yakın yazdığını söylemek çok keskin sınırlar belirler, belirlemelidir, Stefan Fink’in inatçılığı ve renksizliği anlatının tonuna da yansıdığı için çok ciddi bir anlatıyla karşı karşıya olduğumuzu, metafordan ve benzeri işlerden pek uzağa düştüğümüzü söyleyebilirim. Tam bir görev adamıdır Fink, Almanya’da bir devlet dairesinin din ve kilise işlerinden sorumludur, hem devletten hem de din tayfasından arkadaşları vardır, bu kurumların dışında okul arkadaşlıklarını da sürdürmektedir, yeri geldiğinde en yakın arkadaşından yardım isteyecek ve yıllar geçtikçe süne süne iyice usandıran davanın etkisiyle yanında kimsenin kalmadığını göremeyecek kadar kaptıracaktır kendini. Adını temize çıkarmak ve görevine iade edilmesini sağlamak tek emelidir, bu uğurda sayfalarca fotokopi çektirerek, yayın organlarını ve tanıdığı herkesi darlayarak sonuca ulaşmaya çalışsa da bürokratların katakullilerine karşı koyamadığı bir zaman gelecek, akıl sağlığının son kırıntılarını bir araya toplamaya çalışacaktır. Öncesinde uzun, upuzun mücadelesini kendi ağzından dinleyeceğiz. Dinleyelim.

Bay Trankenburg iktidar partisinin adamıdır, İngilizler kadar soğuktur, Fink’in elini sıkmaya yanaşmamasının yanında kazanan taraftadır, Fink kazanan tarafta değildir, kadroları değiştirmek isteyen Trankenburg’un dediğine göre Fink’in çalıştığı bölüm daireye dönüştürülecek, başına da Moosbrugger getirilecektir, on sekiz yıllık emekten sonra büyük hezimettir bu Fink için. Hemen bir telefon, Kültür Bakanlığı’nın kodamanlarından Franz Karl Moor en yakın arkadaşının emrine amade. Moor’un Aiaia Hakkında Rapor başlıklı kurmaca metnindeki anlatıyla Fink’in anlatısı arasında birtakım koşutluklar kuracağız bir zaman sonra, Aiaia fantezilerinin denenmesi için Fink yakın arkadaş belki, deney tahtası, kurmacanın özü. Sıkıcı bir karakter, sıkıcılığı başkalarının kurmacasına dönüşüyor. Kendi anlatısında babasından gelen devlet görgüsünü anıyor arada bir, 1933’te Nasyonal Sosyalist gibi davranmadığı için Ren Eyaleti’nin Başbakanı tarafından fırça yiyen babasının anısı canlanıyor, doğruluk uğruna canından vazgeçebilecek adamı onurlandırmalı. Duvar henüz yıkılmamış, yıl 1989, görevini bırakmak istemeyen Fink torpilden habersiz, başına gelenleri sindiremiyor ve kimseyi dinlemiyor işin kötüsü. Eve gidip eşi Thea’ya işten atıldığını söyleyebilir, öncesinde iki tabak yemek yiyecek, hesabı ödeyecek, eşine mücadeleye hemen başladığını, gazeteler ve dergilerle saldırıya geçeceğini anlatacak. “Karım başıma gelenleri anlayamıyordu, anlamak istemiyordu, anlayamazdı. Yoksa benim iyiliğim için olayı hafife mi alıyordu?” (s. 17) Örneklem iyi, metnin geri kalanı da bu alıntıdaki gibi tekrarla ve anlaşılmazlıkla dolu. Dava açıldıktan sonra yeni dairenin ortada olmadığı ortaya çıkar, iktidar taktik değiştirerek bölümü kapatmadığını, bölümün başına Moosbrugger’i getirdiğini söyler. Gazeteden karşı saldırı başlar, Moosbrugger’in “Hitler genci” olduğu, Yahudilerle devlet arasındaki ilişkileri düzenleyecek konuma gelmesinin saçmalığından bahsedilir. Fink’in bağlı olduğu devlet bakanı kendilerini güç duruma sokan Fink’i görevden alır, yemek saatinde arkadaşları Fink’e destek olmak amacıyla onunla konuşurlar. Her şey yolunda gibi görünmektedir, Fink savaşı sürdüren kişinin hiçbir etki altında kalmaması gerektiğini düşündüğü için enerjisini tamamen bu davaya ayırır. Uğraştığı mesele partisi için değil, anayasaya duyduğu saygı içindir, görevini ve haklarını iyi bilen Fink Yahudi cemaatinden tanıdıklarıyla görüşür, geçici yönerge hakkındaki dilekçesini çekmesi yönünde uyarılır, savaşı daha fazla uzatmamalıdır ki başka birine, vicdansız bir adama dönüşmesin. Yahudi tanıdıkları bilmezler ki Fink devletten daha devlet bir adamdır, bu arada senato başbakanlık şefinin yeminli beyanla verdiği dilekçeden yola çıkarak Kilise’nin ve dini cemaatlerin Fink’e karşı ciddi kuşkularının bulunduğu sonucuna varır. Muhtemelen yeni yönetimle dini kurumlar arasında mutabakat çoktan sağlanmıştır, Fink’in güvendiği dağlara kar yağmıştır ama kimin dost kimin düşman olduğunu ayırt edemez fink, davasına yardımcı olacak kim varsa herkesi sırayla görür, kendi safına çekmek için uğraşır. Kendisine yöneltilen suçlamaların asılsız olduğunu ortaya çıkarmak için resmi belgeleri çoğaltır, evindeki fotokopi dağlarına yenilerini ekler. Sanırım şu bölüm anlatının bütün parçalarına yer veriyor, alayım: “Gerçeğe yaklaşan tek suçlama, konuşma metinleriydi. Gerçek şu ki, iktidar değişikliğinden (Nisan 87) işten atılmasına (Kasım 87) kadar olan dönemde Fink, dokuzu değişikliğe uğramış on sekiz konuşma metni hazırlamıştı. Geri kalan yedisi içerik olarak Başbakan’ın düşüncelerine uymaktan oldukça uzaktı; bunun için bakınız kürtaj hakkındaki konuşma. Bu konuşmanın ifadeli ve yapısı benim hazırladığıma uygundu.” (s. 26) Birkaç mesele var, Fink dışarıdan bir bakışla anlatıldığı gibi kendisi de anlatmaya başlıyor son cümlede, depersonalizasyon sonucu kendini dışarıdan görüyor ve anlatıya yansıyor bu durum, içeriden görmesi de yansıyor, stres yüzünden akıl sağlığında açtığı yaranın iki farklı ve aynı ses duymamızı sağladığını söyleyebiliriz. Bir de “bakınız” kullanımı var tabii, resmi yazının niteliksel özellikleri de kurmacaya iyi bir şekilde yedirilmiş. O anda Kilise bir açıklama yapmış ve davanın sürdüğünü belirterek Fink’in istediği açıklamaları yapamayacağını belirtmiş, ruhani lider de benzer söylemlerde bulununca hemen başka bir kanada yönelerek atağı genişletmeye çalışmış. Ne ki sözlü savunma alınmadan davanın sürmesi mümkün değilmiş, üstelik göçmenler yüzünden mahkemenin pek çok işi varmış, dolayısıyla davanın sonucu ertelemeler yüzünden bir hayli gecikecek. Birkaç yıl kadar. Şu da var, yine üslup: “Tabii ki şubattaki komisyon toplantısında Katolik Kilisesi temsilcilerinin Memur Fink’ten şikâyetçi olmadıklarını söylemesini istemek için Tronkenburg’a gitmiş, ama Tronkenburg’un Ruhani Lider’in, Memur Fink’in Ruhani Lider’den, Ruhani Lider’in Devlet Bakanı’ndan, Devlet Bakanı’nın ana komisyon toplantısında şunları şunları söylemesini talep etmesini istediğini bildirmek için kendine geldiğini anladığından emin değilmiş.” (s. 32) Bunun çeviriyle ilgili olduğunu sanmam, üslubun daha da ağırlaştığı bölümlerde işlem basamaklarının teker teker sayılması okurda devletin bir türlü çözemediği işlerin boğuculuğunu çok iyi canlandırıyor. Fink’in saçları dökülüyor sonuçta, şişmanlıyor, birkaç dişi de yerinde yok artık. Dava sürer, mahkemede tanıklar dinlenir, Fink işine iade edilse de konumu değiştirilir ve mücadele baştan başlar. Konuşmalar yapılır, evraklar ortalığa saçılır, Fink’in inadı ulusal basına da yansıyınca dava bir ara popüler olur ama bir türlü sona ermemesi yüzünden insanların ilgisi Duvar’ın yıkılmasına kayar, dava yıllar boyunca sessiz sedasız görülür, karar bir türlü çıkmaz. Onuru için yaşayan Fink’in vazgeçmeye pek niyeti yoktur.

Yıllarca uğraştan sonra boşa çıkmanın üzerinden nasıl gelinir? Fink en sonunda baş eğmesi gerektiğini söyler. Ütopyalar herkes için, belki herkese rağmen iyidir, dolayısıyla işi bilen adamların, koltuğundan kalkmayanların yolundan gitmek gerekir. Bu düşüncelerle birlikte Fink için her şey çözülmüştür, yıllar önce yitirdiği rahatlık geri gelmiştir, bir kez boyun eğmesiyle itibarı iade edilmiş gibi gösterilecektir ama aslında içten içe dertlendiğini kendi de bilmektedir. Nihayetinde mevzu kapanır, Fink isyan bayrağını indirir, yaşam normale döner.

Bunaltıdan bunaltıya koşmak için iyi bir metin bu, Walser’in niyetini anladıktan sonra okumak daha kolay. Tavsiye ederim.

Liked it? Take a second to support Utku Yıldırım on Patreon!
Become a patron at Patreon!