Dört bölümlü uzun öykü, devletin ve sivil toplumun köye saplanıp kalması. Köy öğretmenleri Ahmet’le Durmuş’un vasat kurguyla imtihanı, gerçi bunu arkaya atabiliriz çünkü şahitlik, köylünün yaşama ve düşünme biçimini göstermek önemli, oralarda neler döndüğünü anlatmak. Dursun köy odasında çene çalarken Ahmet odakta, odasında patates haşlıyor. Okulun kapanmasına yirmi gün kalmış, yaz tatili başlayacak, bir köyden başka bir köye gidip yokluğu yaşamaya devam edecekler. Köy Enstitüsü kaç öğretmen yetiştirmiş Anadolu’ya, aydınlanmayı bekleyen köyler bekliyor, Ahmet indim inecek güneşi izliyor o sıra. Kalabalıktan hoşlanmadığı için Dursun’un peşine takılmamış, arkadaşı haber edinmişse geceye dinler. Dünyada neler oluyor, memleketin durumu, hiçbir şeyden haberleri yok, köylü hayvanından öteyi göremiyor, üç ayda bir gezici öğretmenle gelen maaş beş aydır kasabada bekliyor da paraya ihtiyaçları yok köyde, ne bulurlarsa onu yiyorlar. Haşlanmış patates. “Hoşuna gitmiyordu hali. Birazcık yaşamaya benzemeliydi yaşaması. Ama nasıl? Yanıtlayamıyordu.” (s. 113) Pantolonu iki yıllık, yama tutacak yeri kalmamış, üstü dökük, iğnelese deşer, dikmeye yer yok. Henüz gelmedi ziyaretçiler, Ahmet’in durumundan devam, plak koyup dinlese kırıkta bir es, cızırtılar, aynı plağı döndür dur. Karabudak’a gidecek, sarı kabak yiyecek, tek hayali. Kendi köyünün ıstırabı daha çekilir, en azından su akıyor civardan, çay var, bahçeler yeşerebiliyor, öğretmenlik yaptığı köydeyse kalem kadar bir su. Yazın o da kalmaz, millet dağlara kaçar, adı da yazlamak olur. Bitmez, suya sıçarlar, her tarafı berbat bir koku alır. Havalar ısındı mı durulmaz, açık kanalizasyona döner ortalık, bir de o sudan çekip günlük işlerinde kullanırlar. Taş getirtmişlerdir gerçi, Durmuş inşaatçı, Ahmet marangozdur, okuldan bu meziyeti de edinmişlerdir ki yapıyla, toprakla uğraşsınlar bir yandan, köylünün ihtiyaçlarını gidersinler. Köylü yüz vermez, icat istemez, zaten camiyi de okul yerine kullanmaktadır bu öğretmenler. Makal başka kitaplarında değiniyordu bu olaya, okulun yarı yıkık binasını yapmak yerine camiye tıkıldıklarını, nihayet taş getirtip yeni bir okul binası yaptıklarını anlatıyordu, yoksa halleri ne olurdu bilinmez. Bilinir, köylülere kendilerini bir ölçüde benimsetmeseler sopa yiyerek atılırlardı oradan, dayak yiyip meslekten uzaklaşan dostlarına değinir Makal. Su derdine çare nedir, çimento dökülüp yakınlardaki nehre kanal uzatılacaktır, anca öyle. Seçimlerden sonra, belki. Köylü bekler, devlet bekler, muhtar kasabaya gidip gelir, yıllardır aynı sorun. İşçinin karnını köylü doyurur oysa, işçiliğe el atar, künkü devletten. Haydi Amerika versin, köylünün beklentisi büyük. Bütün borçları kapayacak Amerika, Marshall ses getirmişti, daha da fazlası olur. Gölek olsa yeter o an, yağmur başlayınca dışarı bakıyor Ahmet, serinliyor, sonra kitaplarının azlığından yakınıyor. On tane, Durmuş’ta iki, hepi topu. İş açacak başlarına, müfettiş gelsin: akşam yemeğini köy odasında yedikten sonra yatıya geliyor adam, ilk işi sorguya çekmek. Ahmet’in okuduğu gazete, Cumhuriyet, Ahmet meslekî eserler okur mu, okur, dergi okur mu, okur, gelmeyen öğrencileri kovuşturur mu, harfi harfine. Başta yumuşak, şöyle bir yokluyor. Bunlar bitecek gibi değil, ben gazete okumam da annem Filyos’a geldiği zaman onun okuduğu gazeteleri almış, marketten çıkınca dinsel memura rastlamıştım. Evim tepedeydi, memur arabasıyla bırakmayı teklif etti, kabul etmiş bulundum. Arabada bir iki “din süper” savı, kafa sallayıp bir an önce eve varmayı bekliyorum. Vardım, arabadan indim, adam hangi gazeteleri aldığımı sordu. Gösterdim, güldü gitti. Doğrudan müdüre gelen şikayet mektuplarını onun tayfa yazmıştı herhalde, müdür soruşturmadı da dikkatli olmamı söylemişti, o sıra zaten tayin istediğim için üzerine düşmedi sanıyorum. Sonradan FETÖ kütö almışlar o memuru içeri, beldenin ak başkanının kardeşi diye saldıklarını duydum. Canım memleketim, midem bulanıyor. Evet, müfettiş tertemiz çarşaflar istiyor, köylüler bulup getiriyor zar zor, süt istiyor çünkü uyumadan bir bardak süt içmezse rahat edemiyormuş, köylüler bulamıyor sütü, bok içsin? Durmuş’la Ahmet’e sarıyor, dinsizliğin lüzumu yokmuş, Türk evladı dinini iyi bilecekmiş, kendi çocuklarının namazını niyazını gözetler, evde olmadığı sırada kaçamak yaparlarsa anneleri söylermiş de ceza verirmiş müfettiş. Ahmet’e dan diye kesiyor cezayı, o nasıl yazıymış öyle, hani dergideki, köyde okul yokmuş da çocuklar camide okuyorlarmış, lüzumu yok onları söylemenin. Haber nasıl gitti o kerkeneze, daha da önemlisi Ahmet’in yazısını basmış mı Bay Yaşar, önemli iş. Kalıbı değiştirip “Mahmut”tan “Ahmet” yapın, dergiyi Varlık bilin, Yaşar Nabi’nin Mahmut’tan aldığı ilk mektup olsa gerek o. Hoş. Kaymakam, emniyet müdürü, kasabadaki kodamanlar uyarmışlar müfettişi, kulak çekmeye gelmiş adam besbelli. Ahmet’in kitaplarına bakıyor, Dostoyevski çıkıyor aradan, eyvah. Gürlüyor müfettiş, yazarın memleketi? Macaristan diye sıkıyor Ahmet, müfettişin cahilliğine dayanıp kurtuluyor. Ertesi gün teftiş, günlerden pazar olmasına rağmen camide bir iki saat ders dinlemek istiyor müfettiş, çocukları topluyor. Melekler insanlara görünürler mi görünmezler mi, günün milyonluk sorusu. Öğrenciler bilemeyince fena, giderken son bir kalaylıyor bizimkileri müfettiş, köylünün gözünde iyice düşürüyor. İki öğretmen bir at alamamışlar da eşek sırtında gönderiyorlarmış müfettişi, rezillik. Ahmet’le Durmuş delirmiyorlar, sıklıkla karşılaştıkları insanlardan biri müfettiş, sabırları tükenmiyor.
İkinci ziyaret siyasi, onbaşıdan valiye kadar herkes gelecek, seçimlerden önce oy dilenmece. Onbaşı geliyor, köylüyü azarlayıp gidiyor, sonra vali teşrif ediyor. Duymuş dergi işini, Ahmet’i bir güzel azarlıyor, sonra meydana çıkıp yeni partiye oy vermelerini istiyor köylüden. Vali köylüden oy istiyor? Sahneye kim çıkıyorsa oy istiyor, böylece köye su geleceğini, bolluk bereket yağacağını söylüyor. Cami yapılacak, din dersleri haftalık 1 dersten 18 derse çıkacak, ülke İslamiyet’e doyacak yani. Enstitü garabetinden kurtulmaları iyi olmuş, oradan çıkanlar cahil cahil dolanıyorlarmış ortada, kapatmanın kılıfından fırlayan açıklamanın köyde geldiği hal bu. Bina yapıyorlar, tarla bahçe işi biliyorlar, eğitimlerinde eksik yok, yine de cahiller, bu yüzden yeni eğitim kurumları lazım ki köylere gerçek ışık düşsün. Kızlar okula gitmeyecek, gidenler erkeklerden ayrılacak, öyle de steril bir ortam bekliyor gelecekte köyü. Partili dallamanın halkta karşılığı var, konuşması çok basit ve etkili, kontrastı görebilmek için bu basitliği akılda tutalım. Ahmet kasabaya indiğinde önce maarif memurunun haberini alıyor, bekleniyormuş, memurla birlikte kaymakama gidip hafiften bir papara yiyor, okumanın yazmanın boş iş olduğunu bilmeyen adamın başına gelecek varmış, öyle şeyler. Mevzu çatallanıyor, Ahmet hemen emniyet müdürüne postalanıyor, dördüncü bölümde çiftçi olarak görürüz artık. Köye gelen şehirlilerin yanındaki sandıklarda ilaçlar, kıyafetler, köylülerin ihtiyaç duyacakları malzemeler vardır, öğrenci kardeşler okullarındaki kulüplerin amacına uygun şekilde köyleri kalkındırmak için ellerinden geleni yapmak için yollara düşmüşlerdir. Yolda Ahmet’e rastlarlar, aynı dilden konuştuklarını anlarlar ama çok geçtir artık, Ahmet pek yanaşmaz onlara. Meydandaki konuşmalara parlak katkı: öğrencilerden biri eşsiz ülkülerini anlatmaya başlar. “İnsaniyeti, ihtiraslarına ve küflü ideolojilerine kurban etmek isteyenler ve maddenin, menfaatin iğrenç merdivenlerine tırmanmak için mert ve şerefli bir milletin kanını içmek isteyenler nasıl hayal sükutuna uğramışlarsa, cehalet ve gerilik de yılmaz azmimiz önünde elbette dize geleceklerdir.” (s. 180) Tek kelimesini anlarlar anlarlarsa, bu konuşma Çince gibi gelir köylüye. Onları nasıl kurtarmalı?
Cevap yaz