Lily Tuck – Kız Kardeşler

Uzaktan kız kardeş, yapıp ettiğine şöyle bir bakılır da geçilir cinsinden. İyidir, kendi halindedir, akarsız kokarsız yaşamını sürdürmektedir. Kocanın eski eşidir ayrıca, Christopher Nicholson ilk ve ikinci eşlerin kız kardeş gibi olduklarını söylemiş, epigraf. Anlatıcı “O” diyor, kıskançlığı can yakıcı değil pek, yine de iğne gibi batıyor bazen. Bir dil sürçmesi: yemek sırasında koca “eşinden, pardon, eski eşinden” bahsedince, anlatıcı O’nun kocayla evlendikten sonra müziği bırakıp potansiyelini terk ettiğini öğrenince art alan doğuyor hemen, O’nun yaşamının bölümleri fragmanlar halinde beliriveriyor. Epizodik anlatı: tek cümlelerden koca bir tarih, paragraflardan kısacık bir an, parçalı tam. Çağrışımlar zengin, biçim zaten tadından yenmiyor, uzaya uzaya dağılan bir toplam, en sevdiğim. Ney, bir zamanlar karısı ölen bir adamın karısının kız kardeşiyle evlenmesinin tuhaf karşılanmamasına değiniyor anlatıcı, hasta kadın ölümü beklerken kardeşi ortalığı toparlarmış, çocuklara bakarmış, yeni eş olması kadar doğal bir şey yokmuş ki bizim kültürümüzde de var bu. O ölmedi ama kocanın hayatından çıkıverdi, kolaylıkla kenara atıldı, kocayla anlatıcının tanıştığı yemeğe gelmemesi değiştirdi her şeyi. Tek başına yaşıyordu o sıra anlatıcı, bahçesinde laleler yetiştiriyordu, çok sonraları kocanın hediye olarak gönderdiği laleler şaşırtıcı çünkü kocanın erkek çocuğuna göre adam bütün doğum günlerini unutur, hediye almak aklına bile gelmezmiş. Birbirlerini ne kadar sevdiklerine dair nüve az, yaşamlarının uyumla birleşmeyen kısımlarının gıcırtıları çok. Baştan belli aslında, adam finans sektöründe çalışıyor, anlatıcı emlakçılık yapıyor o sıralar, fotoğrafla ilgileniyor, adam kadının evine geldiği zaman fotoğraflarla ilgili tırt yorumlar yapıyor, kadın terslemiyor. İki şey, O’nun müziği bırakması gibi anlatıcının da fotoğrafı bıraktığını anlıyoruz, ilişkiden başka hiçbir şeye vakit kalmıyor sanki, ayrıca adam yeni yaşamlarında fotoğraflara yer ayırmıyor. Bunlar örseliyor ilişkiyi de anlatıcının yoldan çıkmasına -ya da yola girmesine- sebep mi, sebep.

Nerelerden yaklaşıyor anlatıcı, mesela O’nun müzik sevdasını biliyor, kadının bir zamanlar öğrencisi olduğu piyano virtüözünün konserlerini YouTube’dan izliyor, Chopin’in eserlerini dinlerken -müzik kulağı olmamasına rağmen- kendinden geçiyor. Uzaktan ilişki çocuklar olmasa sürmez, O’nun kocadan iki çocuğu var, kız ve erkek, kız herhangi bir kötü niyeti olmadan sürekli annesinden bahsediyor, anlatıcı ilgi alanlarının nadiren kesiştiği noktaları öne çıkarmaya çalışıyor. Filmler, şarkılar, kitaplar bazen, özellikle Üvey Anneye Övgü kilit. Çağrışımlar dedik, bilgi kırıntıları müstakil bölümler olarak karşımıza çıkabilir, işkillenmeyebiliriz ama Llosa’nın biten evliliği, malum metnin içeriğindeki detaylar sıkça işleniyorsa esas hikâyenin bu yoğunlaşmayla biçimleneceğini öngörebiliriz, yani bir şey geliyor o yandan buraya, darmaduman edecek anlatıyı besbelli. Ediyor, oğlanın kendi halinde takılması başlarda herhangi bir yere varmasa da ortadan kaybolan Valium’lar, muhabbetlerin giderek derinleşmesi, nihayetinde yıkım. “Oğlan bir ara uyuşturucuya bulaştı. Şimdi düşünüyordum da, ona bir şeyler söylemem gerekirdi. Ama o zaman burnumu sokmak istememiştim.” (s. 20) Daha başlarda sona dair kafa yaran işaret. Umursamazlık sadece oğlana karşı değil, kocanın sabit fikirliliği yüzünden anlatıcıda duygu boşluğu oluştuğunu, bu boşluğun kıskançlıkla dolmaya başladığını düşünüyorum, koca da kesik çizgilerden ibaret bir figüre dönüşüyor zamanla. Başka kim, Tim. Tim’e misafir kontenjanından üç beş bölüm ayırmak gidişatın nereye varabileceğine ipucu aslında, anlatıcının okuldan arkadaşı olan Tim’le yıllar sonra görüşmesi, anlamsız bir buluşmanın anlamsız bir seksle sona ermesi kadının seyrine dair fikir veriyor, insana dair hiçbir şeye yabancı değilsek çakarız köfteyi. Bunda biraz dandiklik yok değil gerçi, Antik Yunan’da işlerin yine karmaşık, en azından karmaşıklık düzeyinin o zamanın dünyasına göre aşkın olması muhtemel, insana dair ney yabancı değildir ki? Parmaklarım dibine kadar septiktir, kafamda başlayan açıklık aşağı indikçe kapanıyor, her şeye sonuna kadar şaşıracağım zannederim. Neyse, anlatıcı esmer ve minyon, O sarışın, solgun tenli, iri kemikli ve uzun boylu. O köpeklerden hoşlanmıyor, anlatıcı hoşlanıyor. Kaç kere sevişmişlerdir, hemen bir hesap, başlarda her gün, sonra haftada üç, sonra ayrılık, eh, anlatıcı da bayağı bir sevişmiş kocayla ama o kadar değil, bir kıskançlık da buradan. Suçlu mu peki, insanlar suçlu olduğunu düşünmüşler, sonuçta koca O’nunla evliyken başlamış ilişki ama bitmiş bir evliliğin uzatmalarıymış zaten, olurmuş öyle şeyler. Hayatlarından tam olarak çıksaydı O, esamisi bile okunmasaydı bu evlilik de sürer miydi, aşırı yoruma kaçmamak için domates yiyorum. Şudur, oğlanın kitabı O’nun evinde kaldığı için atlar gider anlatıcı, O’nun kapısını çalar, içeride Doğu jimnastiği (?) yapan kadına kendisinin de yoga yaptığını söyleme ihtiyacı hisseder, kitabı aldığı gibi basar gider, O’ysa içeri girmesini teklif etmiştir. Reddedilen kız kardeş. Kız çocuğunun düğününde tekrar karşılaşırlar, kocayla O dans ederler, çalan şarkıdan ve kıyafetlerden çıkarılan ayrıntılar kıpkırmızı. Bitiyor kıskançlıktan, anlatıcı o kadar sinirleniyor ki tuvalette karşılaştıkları zaman O’nun yüzüne bile bakmıyor. Sonu yok bunun, evde kadınla ilgili öğrenmek istediği her şeyi öğrenmeye çalışırken karşılaşmalarında yok çekiyor. “Sevişirken, kocam benim ismim yerine onunkini fısıldadı bir kere.” (s. 32) Kalıntılar dile takılıyor, anlatıcının önceki yaşamında Tim’e benzer lüzumsuz insanlar varken kocanın koca mazisi tek bir eş halinde yükseliyor anlatıcının önünde, aşılamaz bir dağ gibi, engin engin denizler gibi, puslu dumanlı doruklar gibi, örük örük yumaklar gibi. Evet. Düğünde görmezden gelinmiş, hayalet muamelesi görmüştür anlatıcı, o güne dair hatırladığı bir budur, varlığını kendine ispatlamak için aileyi orta yerinden cortlatacak yaşantıları kündeye alır. Şu da var: “‘Annemin babamdan boşandığında mutlu olduğunu fark etmemiştim. Kendine gelmiş gibiydi.’” (s. 61) O’nun bulduğu huzuru eliyle bir kenara itmiş, kendine pırıl pırıl bir keder seçmiştir anlatıcı, adamla uyuşamadığı noktalar birike birike Llosa’ya varacaktır. Gerçi Marina faktörü var, onu sona bıraktım. Anlatıcının arkadaşı Marina, gözlem parçalarından anladığımız kadarıyla kocanın ilgisini çekmiş, geldiği memleketin dilini şeker şerbete çevirmiş de insanları etkilemeyi başarabilmiş bir kadın. Bir zaman asansöre biniyorlar, anlatıcının emlakçılık yaptığı dönemde girdikleri bir apartman. Asansörde Philip Roth’la karşılaşıyorlar, hoş. Marina’nın parfümünü soruyor Roth, cevabı alıp başka tek kelime etmeden iniyor. X diyelim parfüme, anlatıcı kocasının çamaşırlarını kurcalarken X’in kokusunu alıyor, bam. Yere çarptığı yerde yeni bir başlangıç yok, umut yok, plan yok, sadece gelişine yaşam deneyimi. Doğal tepki, ilgisiz. Kocanın mevzuyu çakması şahane, o kadar ilgisizliğin bir başka nedene bağlı olabileceğini düşünmüş müdür bilmem, sezgileri annesi kadar kuvvetli olan kız evladın ayması daha mantıklı. Anlatıcının doğum günü, kız evlat aradığında konuşmayı uzatmıyorlar, koca uzaklardan eve geldiğinde doğum gününün nasıl geçtiğini ve oğlanın nerede olduğunu soruyor, bir sonraki sorusu başka zaman, hizmetçiye: şampanyayı beğendi mi? Yalanın bir parçasından kaynaklı bu soru. İkinci soru doğrudan gerçeğe: Anlatıcıyla oğlan yataktalar mıydı? Hizmetçi İspanyolca “evet” demekten başka bir şey söyleyemiyor, hikâye böylece tamamlanıyor. Boşanma belgelerinin sıralanmasıyla daha doğrusu. Bir de müziğin zihinde devam etmesiyle.

Seviyorum ben böyle kırkyama hikâyeleri, oraya buraya özgürce dikilebiliyor. İyi.

Liked it? Take a second to support Utku Yıldırım on Patreon!
Become a patron at Patreon!