Ambrose Bierce – Karanlığın Kahkahası

Ben bunu tey ne zaman okumuştum da şimdi bir daha. Teyliğin ne kadar olduğuna da bakmadım, on beş yıl belki, okul dönüşü yol üstündeki kitapçıdan aldıysam yirmi yıl, bilmem. Yirmi yıl önce ne okuduğumu hatırlayacak kadar yok kafa, zaten neyi neden o kadar hatırlamak, nöronları boşa yormamalıyız. Daha iyi işlerde kullanabiliriz onları, boks öğrenirken hafızadan çalabiliriz mesela, başka işler başka işlerin alanlarını kaplasın hemen, iç savaş çıksın, o şemalar bir karışsa neler olacak. Dürüstlük İlkesi ile Avanta Tutkusu bir köprüde karşılaşırlar, Dürüstlük İlkesi tatsızlık çıkmaması için geri adım atar, mecaz anlamda, Avanta hemen suya yuvarlayıverir Dürüstlük’ü, üstelik dokunmadan, sözle. Zamanın kişiye dengini kuruyorum, karelerin içinden geçip giden kişinin bir kareye dönüşmesi, ardından bir başkasının, aslında zaman bellediğimiz şeyin bilincin karelerinden ibaret olması. Kral’ın huzuruna çıkan dâhi hemen icatlarını pazarlamaya başlar, önce hiçbir bombanın havaya uçuramayacağı bir zırhı satar, sonra hiçbir bombanın havaya uçuramayacağı zırhı havaya uçuracak bombanın formülünü satar, sonra hiçbir bombanın havaya uçuramayacağını falan, en sonunda parayı verir Kral, ardından dâhiyi öldürtür ve icat çıkarmayı yasaklar. İcatlar başa beladır, buluşlar krallık hazinesini boşaltmaktan başka bir işe yaramaz. Sonra bir kare olmaktan vazgeçer kişi, aslında zaman tarafından kuşatıldığını görür, bilinciyle zamanın dokusunda bir bombe yaratmıştır, hain düşmandır. Bierce biraz daha abartıya kaçar kısa öykülerinde, daha da abartır, ironiye sıkça başvurur, tam tersini ima eder, dümdüzünü ima eder, akıl taklasıyla hoşnut eder okurunu, mesela bir polis çat çut dövmektedir suçluyu, polis şefi gelip polisi uyarır, polis suçlunun talaşla dolu olduğunu söyleyerek kendini savunur, polis şefi cevaptan hoşlandığını göstermek için elini uzatır ama kolu patlayıverir, kendisi de talaşla doludur. Utanmazlıkla suçlayan insan utanmazlıkla doludur, suçlulukla dolu insan boşlukla doludur, belki zamanla. Zamanla en yakın ilişkiyi suçluluk kurmuştur, ikisinin donukluğu benzer. Sabittir, kronometre durmuştur, kuş gökyüzünde kanadından suçluluk duyurmak için rüzgâra karşı uçar sanki, katı an. Genç ve yaşlı politikacının tartışması kutsal metinlerden aparılmış hikâye, insanın aradığını bulması da bulmaması kadar dehşete düşürebilir. Talihin beklenmedik cilvelerinden korunmak için muhafaza edileni apaçık kılmak bir başka öykü, öğüt faslının da hapis cezasına çevrilmesini isteyen müstakbel mahkum bir başka. Yüzeyler, bükülebilir yüzeyler, katlanabilir yüzeyler, buruşturulabilir yüzeyler, yırtılabilir yüzeyler, kırıştırılabilir yüzeyler, raspalanabilir yüzeyler, loğlanabilir yüzeyler, eğiştirilebilir yüzeyler, görüyle her yüzeye dönüştürülebilir yüzeyler. Her şeyi her şeye çevirmeye bir nöron yeter. Cehenneme bir nöron uzakta olmak. Bir nöronluk mutasyonla gözündeki perdesi yırtılan insan. Bir nöronluk mutasyonun kıymetini biçmek. Papaz ve papaz yardımcısı, ilki ikincisine bağışları kırışmayı teklif eder, ikincisi dörtte bir alacaktır. Hepsini alır, papaza bağışçıların dörtte birlik bağış yaptığını söyler. Askeriye top ister, tahta top, tatbikat için. Vali gerçek top alır çünkü ordu buna değer, gerçek toplarla yapılan idman daha bir idmandır, eh, subaylar da o toplara gözleri gibi bakacaklarını söylerler, savaş çıkması durumunda hele. Şairin tekine ceza verilecektir, Kral düşünür, en ağır ceza yardımcısından gelir: Hiçbir şey yapmamak. Şair kendine yeterince eziyet etmektedir, öyle bir bilinç kendi cezasını keser. Şiiri bir mutant olarak görmek, zihnin ürünü mutant. Şiir geni. Şiir nöronu. Ayna nöron varsa. Şiir nöron. Süreya’nın “dünyaya şiirle bakmak” dediği. Öykü nöronu, şiirden biraz daha dallı budaklı sadece. Şiirden daha yayık. Şiir evrenin yapıtaşı, her yerde. Şiir kendini görebilen zihinler için. Merhale. Keçelisıçanla yılan bir ağaçta karşılaşırlar, evrim hakkında birtakım üfürüler duyan keçelisıçan hemen hazırcevaplığını konuşturur, gerçi cevap verecek bir şey yoktur ama öyle derler ya, yılanın evrim sayesinde geleceğin keçelisıçanı olacağını söyler, türdeşine selam verir ama yılan ortodokstur, yemez. Yer, pardon. Unutma nöronu ne ironik olurdu! Yayılıyor, bedeni de ele geçiriyor, sadece beyinde kalmıyor. Baştan ayağa bir unutma. Unutma adam. Temel kas hareketlerini hatırlıyor bir, gerisi kaos bile değil. Siyasi lider, gölgesine namussuz olduğunu söyler çünkü gölge terk edip gitmektedir sahibini, namussuz olsa yerinde kalacağını söyler. Basit, zamanı bir sabit olarak değil, devinimin kendisi olarak görme fikrinin çok uzun zaman almış olmasında kahredici bir yan var mı diye düşünüyorum, kafamı ütülemekten vazgeçip domatesimi yemeye devam ediyorum çünkü ben bunu para verip aldım. Sayıyla aldım, yani banka hesabımdaki sayılar olmasa hiçbir halt yiyemeyeceğim. Onca boşluğun buna indirgenmesi değil, onca boşluktan buraya varmamız değil, onca boşluğun sadece onca boşluk olması canımı sıkıyor, yani etrafımız onca boşluk, bizim yaptığımız şeylere bak. Çocuk bombalamak, gerçekten süper, iyi fikir. Bazen mühim olup olmadığını düşünüyorum, yani evrenin bir parçası buna değer mi? Beyazlardan kasıt İngilizler herhalde, Çinlilerin içteki karışıklıklarına, zalimliklerine bakıp bütün o tantanayı durdurmaya çalışıyorlar, tabii işgal tantana durdurmaksa. Sessizlik de yok kafada, gerçi iç sesinden kurtulamadıklarını söyleyen insanların tam olarak neyden kurtulamadıklarını anlamıyorum ama sessizlik yok gibi görünüyor kafada, birileri sürekli konuşuyor mu? Hiçbir şey yok, tık yok içeride, ben hiçbir şey duymuyorum, bir nöronun kalp gibi attığını düşünüyorum en fazla. Bir nöron beni gözetiyor, nereye bağlanacağını biliyor ama bekliyor, bağlandığı yer benim bilişsel kudretimi mahvedecek muhtemelen. Bazı nöronların bazı ilişkilere girmesini istemiyorum, o kadarı da fazla. Belli bir miktar ahmaklık istiyorum, kafamın basmadığı şeyler var, iyi ki var. Boş levhayı özlüyorum, boş levhaya inanmıyorum. Bu kadar yıla ikna da olmuyorum, onca görüntüyü bir başıma oluşturmuş olmam, zamanı onca bükmem mümkün değil. Benim sınırlarımın ötesinde mutlaka bir şeyler oldu. Sokağımın çiçeklerini geriye doğru izliyorum, atomların yer değiştirmesini, parmaklarımı da izliyorum, yeterince geri gittiğimde tek bir canlı haline geliyorlar. Elim ve çiçek. Kahve bardağım ve kahvem, kahve, kahve bardağımın içinde, kahve. İkisinin bir olduğu zaman, kim bükecek? Aptalların felsefesinin daha kolay olduğunu düşünen bir kodaman, yani elbet aynı şekilde düşünüyorlar ama aptalların söylemi daha basit, sırf söylem basitliğinden aptallar, başka ne aptallıkları olur, hiç. Müslümanlar Budistleri boğazlar bir vakit, Hıristiyan delikanlı hemen bir çare düşünür, kendi dininin askerlerini çağırarak karışıklığı bitirmek, dünyayı haça bulamak ister. İddiadır ya, her kafa derisi için bin papel ödemek zorunda olan hükümdarlar önce kafa derilerini toplarlar, borçlarını en son çıkaracaklardır, dünyada insan kalmadıktan sonra. Her şeyin geçliğini açgözlülüğe bağlamak, insanın hallerini hep bir arızaya çıkarmak, Bierce. Kendisi bir zamanlar höyt dediğini zirveye çıkartmakta, hayt dediğini yerin dibine sokmaktaydı, eleştiri ve namlandırma ondan sorulurdu. İyi de yazardı, korku öyküleri yazdı, fantastiğe de çark kırmıştır. Silahları sever, Meksika’ya geçerek çatışmalara katılır, ortadan kaybolur bir süre sonra. Ortadan kaybolan her insanın kaybolmak istediği kadar kaybolabileceği söylenir, fazlası için şans gereklidir. O şansla işte, bir nöron tam yerine oturuyor ama zaman yanlış, duvarların arkasını görebilmeye başlıyoruz. Pek bir şey yok, duvar da bir kare.

Liked it? Take a second to support Utku Yıldırım on Patreon!
Become a patron at Patreon!