Kurt Vonnegut – Ülkesiz Bir Adam

Vonnegut son bir atakla ömrünü noktaladı, okuyacağımız şey dünyaya veda etmek üzere olan bir adamın yazdığı son geyikler, şakalar, neşeli umutsuzluklar. Ocak 2007’de yazıyor Vonnegut, Nisan’da hayata gözlerini yumuyor, başka bir yıldızda açıp şakalarına devam ediyor. Bence. Kilgore Trout’la vedalaşıyor metnin bir yerinde, tabii bu yaşam için vedalaşıyor, şu anda birbirlerine çok acayip kurgular anlatıyor olabilirler. Neyse, Vonnegut ailenin en küçüğü, espri yapmadan yetişkinlerin muhabbetine katılamayacağını anlar anlamaz döktürmeye başlıyor, anlatılarının ilk hali çocukluk yıllarının sofralarında doğuyor. Ablası beş yaş, abisi dokuz yaş büyük Kurt’ten, amcalar ve diğer akrabalar da var, kalabalık ortamda Büyük Buhran dönemindeki radyo komedilerinden esinlendiği esprileri yapıyor. Kimseye hakaret etmemeye çalışıyor, üzdüğü birileri pek yok. Ofansif mizah değil yaptığı, bazı şeylerin komik olmadığını söyleyerek sınırını kendi çiziyor. Auschwitz konusunda komik bir şey hayal edemiyor, JFK’in ölümü keza. Louis CK hakkında ne düşünüyordu acaba, merak ettim. Adam Dresden bombalanırken sığınakta iki büklüm kalakalmış, yukarıda kıyamet koparken kafasına tozlar yağmış, ölmemek için ne yapacağını bilememiş. Kurtulduktan sonra çıkıp bakıyor, şehir mehir kalmamış geride. Batı’nın yaptığı en hızlı katliam bu olsa gerek, insanlar yangın bombaları yüzünden açık havada nefes alamamışlar, alevler bulundukları yere ulaşmadan önce havadaki bütün oksijeni çekmiş, boğularak ölmüşler yanmadan önce. Vonnegut gülmenin büyük bir kısmının korkudan kurtulmaktan kaynaklandığını söylüyor, Freud’dan alıntı yaparak. Sığınakta askerlerden biri fakirlerin o gece ne yaptığını sormuş, kimse gülmemiş ama gülmeyle aynı kaynaktan doğan bir iç tepki vermiş Vonnegut, rahatlamış. Hâlâ hayatta, alevlerin yuttuğu sokakların altında bekliyor, dışarı çıktığı zaman hiçbir şeyin ortasında ne yapması gerektiğini düşünecek, sonra esirlikten kurtulacak, ülkesine dönecek, kanser yüzünden hayatını kaybeden ablasının dört çocuğunu evlatlık edinecek, kendi çocuklarıyla birlikte yedi çocuğa bakmak için durmadan iş değiştirecek, araba galerisi işini batıracak örneğin, reklamcılık yapacak, durmadan yazacak ama bunlara daha var, önce bombalardan kurtulacak. Sosyalist düşünceyi benimsemiş bir serbest düşünür olarak ülkesindeki eziyetler bir sonraki savaşı başlatıyor, Vonnegut bu kez daktilosuyla savaşıyor. Tanıştığı birkaç güzel insandan bahsediyor arada, Powers Harpgood’dan mesela. Harvard’ı bitirdikten sonra maden işçiliği yapmış Harpgood, ailesinin sahip olduğu konserve fabrikasını işçilere vermiş, batmış fabrika. Mahkemelerde tanık olarak bulunmuş, yargıç sorgulama sırasında tanığın durumunu değerlendirmiş kendince, Harvard mezunu, zengin bir adamın işçi hareketlerinin içinde ne gibi bir işi olabilir ki? Harpgood, Tepe’deki Vaaz yüzünden orada, mücadelenin içinde olduğunu söylemiş, süper cevap. İnsan agnostik, ateist, deist, ne olursa olsun Vaaz’dan etkileniyor. Dünyanın bir yerinde bütün insanların refahı için konuşan önemli bir figür var, din perdesinin ardından bakılmayınca tek başına bir adam, belli bir gücü var, üstelik bu gücü insanlığın yararına kullanmak istiyor. Bir ateist olarak şapka çıkarıyor Vonnegut, belki gülme tepkisi gibi bir tepkidir bu da, dünyanın sefilliğinden kurtulmanın antikmiş gibi görünen ama son derece güncel bir yolu o Vaaz’da gizli. Ölü Almanları üst üste yığıp yakan, boğulup öldükleri bodrumlardan kaza kaza çıkaran Vonnegut için nadir sığınaklardan biri. Malum metninin başında kendi anlatıyor ama burada da anmış, tanık olduklarını neden yirmi üç yıl sonra kaleme alabildiğinin hikâyesi, hayal gücü deli gibi çalışan bir adamın dumurdan kurtulma becerisini de gösteriyor. O savaşta neden ölmediğini bilmiyor, bunun üzerine düşündükçe düşünüyor ve en sonunda dayanamayıp savaştaki en yakın arkadaşı Bernie O’Hare’a gidiyor, o günlerden konuşuyorlar, anılar canlanıyor, nihayetinde Mezbaha 5 çıkıyor ortaya. “Savaştan bahsetmemek için bir diğer nedense çok, çok korkunç olması elbette.” (s. 26)

Noktalı virgül bahsi burada da geçiyor, yaratıcı yazarlık dersi veriyor Vonnegut, birkaç sayfada ne kadar verebilirse: “Birinci kural: noktalı virgül kullanmayın. Noktalı virgüller, hiçbir şeyi temsil etmeyen hermafrodit taklitlerdir. Tek yaptıkları, üniversite gördüğünüzü göstermektir.” (s. 29) Dalga geçip geçmediğini anlamamız için dalga geçip geçmediğini söylemeye başlıyor sonra, Donanmaya katılıp demokrasi öğretmemizi öneriyor. Dalga. Sanatla geçinilemeyeceğini söylüyor, dalga ve gerçek. Geçinmek yerine sanatı yaşamda canlandırmanın yollarından bahsediyor, radyoda çalan bir şarkıyı dinlerken dans etmek gibi. Son derste iyi bir metnin yapısını koordinat düzleminde anlatıyor, örneğin iyi birinin başına kötü bir şey gelir, sonra iyi bir şey gelir, öykü biter. Belli bir iyi-kötü talih çizgisinde parabol. Başka bir örnek, yine benzer bir parabol. Oysa Hamlet’in hikâyesinde böyle bir şey yok, dümdüz bir çizgi. İyi veya kötü olaylar çizgiyi değiştirmez, olayların iyi veya kötü olup olmadığı okurun gözüne sokulur gibi verilmez çünkü, uzaktan bakınca komedi, içindeyken trajedi olan şey iyi edebiyattır. “Gerçek, hayata dair çok az şey bildiğimiz ve iyi haber hangisi, kötü hangisi, gerçekte bilmediğimizdir.” (s. 41) Hamlet‘i başyapan şey bu, Vonnegut’a göre.

Huckleberry Finn daktiloyla yazılmış ilk roman. Vonnegut’a göre Ambrose Bierce ülkenin en iyi öykü yazarlarından biri. Eskiden daktiloyla yazıp kurşun kalemle düzeltmeler yaparmış Vonnegut, yazma ritüelince dosyasını daktilograf arkadaşına yollamak için çıkıp mektup alırmış, New York’un sokaklarından birindeki küçük bir büfeden. Büfeci kadını beğenirmiş, yürümeyi severmiş, günlük aktiviteleri yaşadığını hissettirirmiş. “Elektronik topluluklar hiçbir şey kurmaz. Elinize hiç geçer. Dans eden hayvanlarız biz. Kalkıp dışarı çıkmak ve bir şey yapmak ne güzeldir. Bizler dünyada aylak aylak dolanmak için bulunuyoruz. Kimsenin size aksini söylemesine izin vermeyin.” (s. 60) Biraz bok ettiğimizi de söylüyor, birbirimize yardım etmek iyi bir amaç olabilirdi bizler için, yardım etseydik. Gelir dağılımı uçurumlar yarattıktan sonra, toplumlar iyice kutuplaştıktan sonra büyük felaketler bile insanlığı bir araya getiremeyebilir. Einstein ve Twain gibi, insanoğlundan umudu kestiğini söylüyor Vonnegut, yine de okurlarına onurlu bir yaşam sürdürmeleri yönünde telkinlerde bulunuyor. O kadar da kesmemiş umudu galiba.

Vedalaştık ama bitmedi, hâlâ okunacak metinleri var Vonnegut’un. Bunu araya sıkıştırabilirsiniz, kafayı iyi açar.

Liked it? Take a second to support Utku Yıldırım on Patreon!
Become a patron at Patreon!