Steven Pinker’ı Doğamızın İyilik Melekleri‘yle biliyoruz daha çok, Türkçeye iki kitabı daha çevrildiyse de dünyanın daha iyiye gittiğini iddia ettiği kitabı en bilineni herhalde. Batı merkezli bakış açısıyla okuduğu dünya en sakin ve güvenli zamanlarını yaşıyor, her şey daha da iyiye gidecek, istatistikler öyle söylüyor. Bu durumda merkezin konumu da önemli değil, hangi açıdan bakılırsa bakılsın ülkeler topyekun savaşlara girmiyor artık, bu bir ilerleme. Gelir adaletsizliği, sömürü gibi etkenlerin korkunç boyutlara ulaşması hakkında bir şey yok, bu konuda da dünyanın toparlanacağını düşünüyor herhalde. Otomasyonu da işin içine katan Peter Frase’in Dört Gelecek: Kapitalizmden Sonra Hayat nam metnine bakarsak iki kötü senaryoyla karşılaşıyoruz, Pinker’ın istatistiklere dayanan çıkarımlarından daha gerçekçi bir tablo sunuyor Frase. Tabii geleceği okuma konusunda kuşkuları var Pinker’ın ama yine de umutlu gelecekten, her şey daha iyiye gidiyorsa neden daha da iyiye gitmesin? Matt Ridley de umutlu, dünyanın iyiye gitme ihtimalinin kötüye gitme ihtimalinden daha yüksek olduğunu düşünüyor. Tehlikelerden kaygı duyduğunu da belirtiyor, köktendincilerin sayısının günden güne artmasından rahatsız, sağduyusu olmayan insanların yönetim kademelerinde yer almalarıyla yaşanabilecek facialardan korkuyor, yine de kontrol mekanizmalarının faciaları engelleyebileceğini düşünüyor. MIT’den fizik profesörü Max Tegmark’ın bir kitabını okuyorum şimdi, insansı yapay zekânın hayata entegre olmasıyla birlikte çok sayıda düzenlemeye ihtiyaç duyulacağını söylüyor Tegmark, bu konu hakkında konuşmaların yapıldığı toplantılara Elon Musk dâhil pek çok bilim insanı katılarak kaygılarını ve umutlarını dile getirmişler. I, Robot‘ın filmindeki ikilem gerçeğe dönüşebilir, otomatlar öngörülemeyen tehlikeleri “insancıl” bir biçimde değerlendirmezse daha az hasar uğruna daha büyük kayıplara yol açabilirler. Hepsi düzenlenecek bunların, zamanımız var. Robotlar bizi yok etmezse tabii. Malcolm Gladwell geleceğin Pandora’nın Kutusu’na dönüşebileceğinden bahsediyor, her şeyin güzel olmayabileceğinden bahsediyor. Kuşkucu, istatistiklerin geçmiş hakkında söyledikleri bambaşka bir gelecek karşısında anlamsızlaşabilir, bu durumda iyimserliğin de pek bir anlamı yok, zaten münazaradaki rakiplerini Pollyannacılıkla suçluyor sık sık. Münazara var bu kitapta, Munk Münazaraları alanlarında uzman insanların belli bir konu üzerinde tartışmalarını sağlıyor, bu oturumda geleceğin daha iyi olup olmayacağını tartışıyorlar, bir tarafta Steven Pinker ve Matt Ridley, diğer tarafta Malcolm Gladwell ve Alain de Botton var. İlk ikisi pozitif bilimlere daha yakın, beşeri bilimler karşısında galip gelmeye çalışıyorlar. Alain de Botton katılmamalıymış aslında, son derece yüksek bir yaşam standardı sunan İsviçre’de bile problemlerin bitmediğini, insanın doyumsuzluğunun daha pek çok acıya yol açacağını, bu yüzden ilerlemenin gerilemeyi de beraberinde getirdiğini iddia ediyor, karşı taraf hemen bertaraf ediyor saldırıyı, ekseni bilimsel gerçeklere kaydırmaya çalışıyor. Tartışmanın önemli bir kısmı iyinin niteliği ve niceliği tartışması üzerinde biçimleniyor, insan daima acı çekecekse iyinin hiçbir zaman gelmeyeceği fikrine karşılık insanların kıtlık yüzünden daha az öldüğü, insanların aslanlarla dövüştürülmedikleri bir dünyanın tasviri sunuluyor, bambaşka noktalardan yaklaşıldığı için orta noktada buluşamıyorlar ama münazara bu zaten, kazanan ve kaybeden ortaya çıkmalı. 3.000 seyirci var önlerinde, seyircilere münazaradan önce yapılan ankette geleceğin daha güzel günleri getireceğine inananların oranı %71 çıkıyor. Daha da önemlisi, münazaradan sonra fikrini değiştirebileceğini düşünenlerin oranı %91. Müthiş bir şey gibi gelmesi çok üzücü değil mi, kahveden Hilmi Dayı’nın iddialarını çürütmeye çalışsam fikrini değiştirmek yerine kafama sandalye indirir herhalde, adamlar inandıkları şeyleri değiştirmekten bahsediyorlar. Neyse, ilk bölümde konuşmacıların sekizer dakikası var, Steven Pinker başlıyor. Malum araştırmasının bir özetini sunuyor aslında, Doğamızın İyilik Melekleri‘nin beş sayfaya tıkıştırılmış halini okumak isteyenler doğrudan buraya bakabilirler. Pinker ilerlemeye duyulan “inançtan” bahsedilemeyeceğini, somut verilerin ilerlemeyi “gösterdiğini” söylüyor. Gazetelerdeki, televziyonlardaki korkunç haberler dünyadaki bütün kötülüklerin ortadan kalkmayacağının kanıtı olsa da geçmişe kıyasla az sayıdaki örnek daha az korkunç bir dünyada yaşadığımızı gösteriyor. Avrupa’da kadınların büyük bir yüzdesinin tecavüze uğradığı zamanlardan kadın haklarının bas bas bağırıldığı noktalara gelmek büyük başarı, üstelik bu başarılar sekiz kalemde daha ortaya çıkıyor. Ömrümüzün uzaması, refah seviyesinin yükselmesi gibi göstergeler Pinker için yeterli, ivme korunursa her şey daha da iyi olacak. Çok geniş bir pencereden yaklaşıyor olaya Pinker, çağlar boyunca yaşananlara baktığında günümüzde oldukça iyi bir yerde olduğumuzu söylüyor, en azından seksen yıldır dünya çapında bir savaş çıkarmamamız bile büyük başarı. İklim değişikliği, nükleer terörizm gibi tehlikeler varlığını sürdürse de bunların da üstesinden gelebiliriz. Tam bu noktaya şerh koyuyor Gladwell, gelişen teknoloji, kurulan küresel bağlar her ne kadar geçmişten daha iyi bir dünyada yaşamamızı sağlasa da her gelişmenin yeni tehlikelerle birlikte geldiğini, bu yüzden gelecekten o kadar da umutlu olmadığını söylüyor. Umutsuz da değil, sadece rakip takımdakilerin optimizminin geleceğin belirsizliği açısından anlamsız olduğunu iddia ediyor. Cep telefonları dünyayı birbirine daha sıkı bağladıysa teröristlerin daha iyi planlar yapabilmesini de sağladı, elektrik üretimini sağlayan nükleer enerjinin başka hangi amaçlarla kullanıldığını söylemeye gerek yok. Hastalık ve kıtlığa dayanıklı ekinler, besin üretimi aynı zamanda iklim değişikliğini de hızlandırdı. “Bu verdiğim örneklerin hepsi aynı şeye işaret ediyor. Hepsi de bize bir toplum olarak yalnızca riskleri azaltmakla kalmadığımızı, aynı zamanda risklerin doğasını değiştirdiğimizi söylüyor.” (s. 25) Siber suçların ortaya çıktığını, nükleer hırsızlığın dünyayı tepetaklak edebileceğini söyleyen Gladwell’e göre gelecekteki büyük buluşlar insanlık için çok büyük problemleri beraberinde getirebilir. Şimdiye kadar iki bombayla yırttık ama ileride o kadar kolay yırtamayabiliriz. Diğer tarafın savunması bu seçilmiş örneklerin engellenebileceğine dair, güvenlik önlemleri de gelişeceğine göre acı sonla karşılaşma ihtimali giderek düşecek.
Atışmalar çok ilginç, koca adamlar birbirlerine saldırırlarken hakarete varabilecek sözcükler kullanıyorlar, entelektüel şiddet resmen. Alain de Botton payını özellikle alıyor, optimistlerin bahsettiği yeniliklerin üzerine söyleyebileceği bir şey yok, üstelik zenginlikle mutluluk arasındaki bağ hakkında yıllar boyunca çözülememiş bir problemin yakın zamanda çözüldüğünü bilmediği için güvendiği bir argüman boşa çıkıyor. Münazaradan sonraki bölümde münazara öncesi katılımcılarla yapılmış kısa görüşmeler yer alıyor, orada Alain de Botton kendine güvenerek konuşsa da münazara sırasında varlık gösterdiği pek söylenemez. İsviçre’deki mutsuzluktan ziyade dünyanın toptan daha iyi bir noktaya evrildiğine dikkat çeken rakiplerine söyleyecek bir sözü yok, insanın tatminsizliğine dayanıyor. Açıkçası optimistler kendilerinden daha emin, ortaya koydukları veriler daha ikna edici, spekülasyon temelli saldırıları verilerle savuşturabiliyorlar, kışkırtıcılığa alet de olmuyorlar kolay kolay. Münazaranın sonunda tekrar oylama yapıldığı zaman seyircilerin %71’lik oranının %73’e çıktığı görülüyor, optimistler kazanıyorlar. Kendini gerçekleştiren kehanet tehlikesine karşın seyircilerden daha umutlu olmalarını da istiyorlar, böylece sağduyuyu bu umutla besleyebilirler, dünyanın daha iyi bir yer haline gelmesi için umut çok önemli. Üçüncü bölümde bir seyircinin münazarayı özetleyen yorumları zafer kazanan tarafın daha organize bir şekilde tartıştıklarını ortaya koyuyor. Bir de insanlar umut etmek istiyorlar galiba, zaten çoğu münazaradan önce mutlu yarınlara hazır. Bu münazara Kanada’da değil de gelişmemiş ülkelerden birinde yapılsa seyircilerin durumu ne olurdu acaba?
Hoş, sıkı bir kitap. İlgilisi kaçırmasın. Domingo böyle ilginç şeyleri basıyor, mutlu ediyor okurunu.
Cevap yaz