Jeremy Brecher – Grev!

Alexis de Tocqueville demokrasi ülkesinde peydah olan aristokratik topluluktan, üretimin merkezileşmesinden, işçinin insanlığını giderek yitirmesinden bahsettiğinde öngörüsünün gerçekleşeceğinden korkmuştur, gerçekleşti. ABD’nin sermayeye sahip ailelerinin aristokratikliği tartışılır da başka bir sınıfa evrildiği malum, çiftçiler fabrikalara tıkıldı, üretim evlerden bantlara kaydı derken gelinen nokta bir işçinin tabiriyle “açlığa, soğuğa ve yorgunluğa dayanabilen bir şeyle rekabet”. Zanaat bitti, seri üretim başladı, dükkânlar kapandı: devrin sonu. Fabrikaların ürettiklerine pazar gerekince demiryolları gerekti, spekülatörler politikacılara para yedirip arazi hibesi aldılar, Hell on Wheels biraz anlatır bunları. Doğal kaynaklar yağmalanır, servetler artar, ekonomi krize girer ve nihayet işin ucu işçilere dayanır. 1877’de patlayan kriz bir milyon işçiyi işsiz bırakır, çok sayıda işsiz yollara düşer, “serseri” denen çeteler dolanır ortalıkta. İşçi kıyımından kurtulanlar da endişelidir, ücretlerde kesintiye gidildiğinde zaten kıt kanaat geçinen insanlar seslerini yükseltirler. Antik Mısır’da gerçekleşen ilk grevlerden binlerce yıl sonra farklı bir ekonomi rejimi felce uğratılacaktır artık, ABD’deki ilk büyük grev hareketi başlar. Brecher araştırmasını ABD’deki grevlerle sınırlı tutar, zamanla ortaya çıkan sendika gibi kurumların tarihçelerini sıkıştırır araya, işçileri destekleyen ve satan politikacılarla sendikaların eylemlerini inceler. 2000’lerin başına dek görülen büyük işçi hareketlerinin doğumunu ve bitimini anlattıktan sonra grevlerin yapısına ve yaptırımlarına yer verir, aralara yedireceğim.

1877’de %10’luk maaş kesintisini kabul etmeyen demiryolu işçileri fitili yakarlar, sığır treninde çalışan bir ekip işi bırakır ve yerine hiçbir ekip gelmez, şirket yetkililerine maaş kesintisi iptal edilene kadar çalışmayacaklarını söylerler. Diğer grevlerde de görüleceği üzere şirket yetkilileri uzlaşmaya meyilli değildir, genellikle yerel kolluk kuvvetlerine başvururlar, şerif veya polis şefi hemen yedek polis gücünü devreye sokar, öğrencilere veya işsizlere yemin ettirerek silah verir, grevcilerin üzerine salar. Grevciler adamlarla konuştuktan sonra çoğu zaman onları kazanırlar, en azından sempati uyandırırlar. Bu çok önemli, davalarının haklılığını anlatabildikleri zaman ailelerinden başka yakınlardaki yerleşim yerlerinde yaşayanlardan da destek görürler, gıdadan ilaca pek çok malzeme yağar, maddi yardımlar yapılır hatta polise karşı birlikte savaşırlar. Mevzu büyürse genellikle valiye gidilir, vali bütün polis gücünü o bölgeye gönderir, bu sırada patronlar grev kırıcıları işleri yürütmeleri için kriz bölgesine gönderir ama istisnalar hariç grev kırıcılar da ikna edilerek bölgeden uzaklaştırılır. Efendilerin bir alaveresi ırk veya millet ayrımını körüklemektir, örneğin demiryolunda çalışan Çinlileri grevi sonlandırmak için fişteklerler, Siyahları beyazların sözünü dinledikleri için ayıplarlar, türlü yollarla kalabalığı dağıtmaya çalışırlar. Baktılar ki işler iyice sarpa sardı, hemen Ulusal Muhafızlar çağrılır, kan gövdeyi götürecektir ne yazık ki. Valinin son çaresi Başkan’a telgraf ateşlemektir, itibarı beş paralık olsa da başka çaresi kalmaz valinin. Ordu işe koşulur, topluluk dağıtılır, insanlar küçük kazanımlarla işe dönerler veya efendinin dayattığı şartlarda çalışmaya razı olurlar. Bir süreliğine tabii, devlete sırtını dayayan sermaye grevlerle yıpranır, devlet de yıpranır ve iki tarafı anlaştırmak için komisyon yollar bölgeye. Bu ilk grevde çok organize hareketlere rastlanmaz, iki taraf da mücadeleyi öğrenmektedir. Bu grevin önemi yeni bir çalışma modelinin de öne çıkmasıdır, işçiler ailelerine de zaman ayırmak istediklerini söylerler ve çalışma saatlerinin dolaylı yollarla düşürülmesini isterler. H.G. Wells’in Kipps‘inden biliyorum en çok, günlük 16 saat çalışma süresi nedir yahu? İnsancıl çalışma saatlerinin talebinden çok daha fazlasına dönüşüverir grev, sendikaların başarısızlıklarını göstermesinin yanında kıvılcım gibi çakan, herhangi bir yere bağlı olmayan grevlere katılım hızla artar: “Trenleri gelip durdurulduğunda, yük treni ekibi greve katıldı ve değirmen işçileri, avareler ve genç erkeklerden oluşan bir kalabalık rayların kesiştiği yerde toplanmaya başladı, yolcu trenlerinin geçmesine izin verilirken yük trenlerinin yürümesi engellendi.” (s. 44) Üç nokta önemli, ilki halkın ihtiyaçlarının gözetilmesi. Bütün trenler durdurulmaz, temel ihtiyaç maddelerinin taşındığı trenlerin geçmesine izin verilir. 20. yüzyıldaki eylemlerde grevlerin profesyonelleştiğini görürüz, çalışmaması sağlanan üretim kolunun eksikliği hissedilmesin diye ürünün ihtiyaç duyulan kısmı halka sunulur, gerisi kilit altına alınır, minimal bir üretim sürer yani. Devletin sert önlemler almasının önü kesilir, ayrıca en büyük destek kaynağıyla papaz olunmaz, onun dışında üretime hiçbir şekilde izin verilmez ve grev kırıcılar olabildiğince engellenir. Bunun yanında grev bölgesi hemen tedarik zincirleriyle donanır, mutfaklar kurulur, nöbetçiler dikilir, seyyar tuvaletler getirilir, akla ne gelirse. Hareketi dağıtmak için gelenlerle iletişim kurulduğu da olur ama kolluk kuvvetlerinin defalarca orantısız şiddet uyguladığını görüyoruz, çoğu grevde işçilere ateş açmaktan çekinmiyorlar. İkinci nokta greve diğer iş kollarının da iştirak etmesi, 1970’lerdeki grevlere binlerce kilometre uzaklardan gelenlerin hakları tehlikede değil ama tehlikede, şahit oldukları haksızlıklara karşı koymazlarsa sıranın yarın onlara geleceğini, çocukları ve torunları için daha iyi bir dünya bırakmak istediklerini söylüyorlar. Görüldüğü üzere değirmen işçileri geliyorlar demiryolcuların grevine, dükkânlar kapatılıyor mesela, işsizler mücadeleye katkı sağlıyorlar, yükselen bir sinerji var. Üçüncü nokta sanayinin yoğunlaşma alanlarını etkileyen grevleri izleyerek dönemlerin grev haritasını belirleyebilmek, mesela 1870’lerde canavar gibi demiryolu döşeniyordu ki Simon Garfield da Mektup‘ta anlatıyordu bunu, posta teşkilatının gelişmesi, haberleşmenin hızlanması için de döşeniyor o raylar, en uzak yerlerdeki kasabalara kadar gitmesi gerek o yolların. Demiryolu işçilerinin patlattıkları grevler patronların canını çok yakmış yani, nakliye ağı parçalandı mı müthiş zarar ediyorlar, sorunları hemen çözmeleri gerekiyor. İlerleyen yıllarda otomobil ve lastik fabrikalarında çıkacak grevler, madenciler grev yoluyla kapattıkları madenleri kilitleyecekler de sahipsiz madenleri işleterek çok ucuza kömür satacaklar, tır şoförleri konvoylar oluşturarak taşımacılığı baltalayacaklar ve bir araya geldikleri zaman ne kadar güçlü olduklarını anlayacaklar, akışı kestikleri anda kaynağa bağlı diğer sektörlerin de felç olduğunu görerek cesaret bulacaklar. İlginçtir, sendikalar en baştan beri kösteklikte bir numara, Brecher’ın savı her kurumun kazanç elde etmekten ziyade varlığını korumak istemesinden kaynaklanıyor bu. Pazarlık, toplu sözleşme gibi işlerde öne çıkan yetkili sendikaların ülkemizde de pek bir halta yaradıkları görülmemiştir, sebebi bellidir, ABD’de de bellidir. Genellikle küçürek grevler patlamaya başlar bu yüzden, örneğin ilk oturma eylemi sendikadan habersiz, ansızın yapılmıştır. Makineleri kaparlar, oturup sohbet ederler, ustabaşı gelince bir iki tartışırlar, patron gelince yine tartışırlar, kırıp dökmedikleri için tepki çekmezler ama aşırı şiddete uğrarlarsa makinelere çat çut girişmekten çekinmezler.

Neoliberalizm batağına saplanan işçiler iyice ayrışınca geleneksel grevler faciayla sonuçlanmaya başlar bir dönem, 1980’lerde greve giden hava kontrolörleri yıldırım hızıyla işten atılırlar ve yerine yenileri alınır. Brecher’a göre şok etkisi yaratmıştır bu, sendikalaşmayı tarihteki en düşük seviyesine geriletmiştir. Toplu hareketlerin yeni bir soluğa ihtiyacı vardır açıkçası, dinamik sınıf hemen yeni eylem biçimleri üretir, iletişim kanallarını daha iyi kullanır, daha iyi örgütlenir, mikro mikro ayrışan işçilere tek amaçlarını hatırlatarak tekrar yükselir. 1945’ten sonra çoğunu yitirdiği kazanımlarını elde etmek için mücadeleyi yoğunlaştırır, karşı taraf da kendi taktiklerini geliştirir. Greve gidenleri komünist, anarşist olarak yaftalamak işe yaramaz artık. Er geç yenileceksiniz.

Kurtuluş yok
Tek başına!
Ya hep beraber
Ya hiçbirimiz!

Liked it? Take a second to support Utku Yıldırım on Patreon!
Become a patron at Patreon!