Jenny Offill – Eş

Metnin orijinal adı “Spekülasyon Departmanı”. Eşin kocaya, kocanın eşe, eşin koca ve kocanın eş olmadığı zamanlarda yolladıkları mektupların iade adresi bu, sıklıkla havai fişek gösterilerine sahne olan iki beynin birbirini fişteklediği, beslediği, doldurduğu mektuplardan örnekler yok ne yazık ki, Eş’in anlatıcılığını ve kısa anlatı parçalarını mektupların içeriği gibi düşünürsek başka.

Bol parçalı, paramparça metinlerden kopan cümlelerin var olmadığı berk yapı, oysa onca harfi ve sözcüğü dahi satırı, nihayet paragrafı bir arada tutan güç? “The Flesh and the Power It Holds” dinleyeceğiz, bugün Chuck’ın ölüm yıl dönümü. Kenardan düşmeyenler diyorduk, o kadar oyuna lüzum görülmemiş, Eş düşünce parçalarını bir arada tutmaya çalışıyor da çağrışımlara açık, üniversitede okuttuğu çocukların değindiği metinler, Eş’in okudukları, tarihten önemli anlar, birkaç dünya büyüğünün sözleri, akşama yapılması gereken bir yemeğin tarifi, bunların tamamı parçalara girmez de bazıları Eş’in anlattıklarıyla ilgiliyse karşımıza çıkar, Eş’in kocayla tanışması Tolstoy’un bir romanındaki karakteri, Platon’un alegorisini veya başka herhangi bir zımbırtıyı söz konusu kılabilir, konusu kılınan söz ayrı paragraf. Ha, epigraf Sokrates’ten: “Evren üstüne spekülasyon yapanların… deliden farkı yoktur.”

İlk paragrafta kocaya sesleniyor Eş, bir zamanlar antilopların gözlerini 10x büyütme yeteneğine sahip olduklarını söylemiş koca, her şeyin başladığı zamanlar, bulutsuz bir gecede Satürn’ün halkalarını görebiliyormuş. Antiloplar. Eş’le kocanın birbirini ne büyüklükte veya küçüklükte gördükleri yıllara yayılacak, öngörülerimiz ve sezgilerimiz 10x, 100x büyür de sezdiklerimizi geçtim, gördüklerimize neden itimat etmediğimizi düşünebiliriz ama o yıllarda Eş’in sezdiği hiçbir şey yok, kırılma noktasına kadar. Kırılmış Eş konuşuyor, yıllar sonrasından her şeyin başlangıcını anlatıyor bize, her şey olup bittikten sonra. Her şey yalnızca bir şey, bu anlatı. “Anılar mikroskobik şeyler. Bir araya toplaşıp ayrılıveren minicik parçacıklar. Küçük insancıklar, demişti Edison onlara. Varlıklar. Nereden geldikleri hakkında bir teorisi vardı ve teoriye göre o yer, uzayın derinlikleriydi.” (s. 3) Metnin yapısı budur: minicik parçacıklar, küçük insancıklar, uzayın derinliklerinden gelen anılar. Henüz Eş olmayan Eş bir restorana gider, et pek çiğdir, ekmeğin içini çıkarıp eti oraya gizler Eş, kaçarcasına çıkar oradan, durduran olmaz. Sadece yulaf yiyen Kanadalı bir çocukla konuşur, Brooklyn’deki eski dairesindeki huzursuz gecelerden birinde madde bağımlısı -aşırı matrak şu “madde”, ben mesela mana bağımlısıyım?- genç komşuları yüzünden uyuyamaz, hayatının değişmeden önceki halleri. Bir bilim dergisinde editör olarak işe girdiğinde sağdan soldan sayısız bilgi bombardımanına tutulur, paragraflardan bazılarını ele geçirecektir bunlar.

Kendisi hakkında da bilgi bombardımanları vardır Eş’in, test edilmemişlerinin yanında adını sopalarla yazması da vardır çocukluğundan. Aynaya bakmak, ad yazıp uzun süre anlamını çözmeye çalışmak, soyadı da yazıp işin içinden iyice çıkamamak. Büyükleri izleyip düşünmek: ne biçim bir oyun oynuyor bunlar? Benden başka varlıklar var, henüz tam olarak anlayamadığım kurallara bağlılar, ona göre hareket ediyorlar, benim yaptıklarımı yapmıyorlar, mesela yağmurda koşmayı sevmiyor hiçbiri, ne biçim insan bunlarsa ben ne biçim insanım? Evlilik bir başka sorun, kuralların içinde başka kurallar. Eş evlenmeyi hiç düşünmemiş, sanat canavarı olup her sanat eserini yemeyi düşünmüştür bir. Kadınlardan sanat canavarı çıkmazmış, Eş bir Tazmanyart -meh- Canavarı olabilirdi. Kolay olmuş sonrası, şehirden çıkmasını telkin eden kardeşine uymuş ya da uymamış, filozof arkadaşının partisinde şehrin ses haritasını çıkarmaya çalışan radyocu bir adamdan haberdar olmuş. Ne garip, ses haritası, ben Küçükyalı’nınkini E-5’le, sahille, salıncak gıcırtılarıyla, tren sesiyle doldurmuş, sesleri kaydettiğim yerleri haritada işaretlemiştim. Bir dakikalık kayıtlarla bütün bir şehrin ezgisini derebilirsiniz, şimdidir ve geçmiştir. Dedim de, yazılmış yazılacak en güzel dize/cümle düştü şuraya: “Ben büyüyünce bir anı olacaktım.”

Bir gece sen benim için hazırladığın bir kaydı çaldın. Coney Island’da martı seslerinin üstüne binmiş bir dondurma kamyonunun sesi ve dönme dolap sesi.” (s. 14) Dondurma kamyonu, martı, dönme dolap, e basbayağı Coney Island Bebeğim bu, kadınla erkek Coney Island’ın sokaklarında yürürken karşılaştılar bunlarla. Seslerle karşılaşmak.

Eş ve koca. Ne halt ettiklerini bir süre sordular, eylemden sonra gelen sorular pek bir şeyi değiştirmedi. Teleskop aldılar ve neden aldıklarını sorguladılar, birlikte yaşamaya başladıklarında sorgulayacak bir şey yoktu pek, kontratı imzaladıkları zaman çocuk kaydırağına yakın olmalarını hiç sorgulamadılar çünkü Eş hamileydi o sıra, ne yazık ki bebeğin kalbi durdu. Tekrar hamile kaldı Eş, iki hamilelik arasında neler oldu? Evren bazı boşlukları seviyor. Kız doğdu, gözleri koyu renk, Eş kızından ilk kez bahsettiğinde artık bir olmadığı varlığın kendinden kopuşunu hissediyor, kalbi duracakmış gibi çarpıyor. Çubuklarla yazılan ada uzun süre bakmak, bebeğin bir başkası olmasını izlemek. Eylemlerin sürerliliği müthiş göreceli, bir çocuğu büyütürcesine bakmak ada.

Geçen zaman, anneler, babalar, ablalar, yeni arkadaşlar ve biten arkadaşlıklar, parasızlık ve bolluk, iyice yerleşilen işler, yılların hayhuyunda büyüyen çocuk. Soğuma diyemeyiz, mesafe artmamıştır da alımı değişmiştir, koca için aşması giderek zorlaşmıştır örneğin. Eş’in aydınlanma ânı gördüğüm en belirsiz geçişlerden biri, mükemmel. Doğallığı ölçüsünde etkileyici. Üsluptan kopmayarak, anlatmaktan başka bir şey yapmayarak, tempoyu koruyarak, belki başka bir yere bakarak anlatırsak acı, sevinç, karakterleri ne farklılaştıracaksa hikâyeden fırlamaz, akış korunur. Öyledir, Eş birkaç işareti görememiştir de son an görmüştür her şeyi, doğrudan sorar ve öğrenir. Saklamaz koca, diğeriyle her şey daha kolaydır, başka da bir fark yoktur. Daha genç, özenli, atletik olması söz konusu değildir, belki öyledir ama koca bahsetmez bunlardan, Eş’inin taşlaşan dünyasını daha da karartmak istemez. Otuz dokuz, otuz yedi ve beş yaş, anneyle çocuğun yaşları toplanacak ve babanınkini geçecek gibi görünüyor başlarda, Eş yalnız bir yaşama alıştırmaya çalışıyor kendini. Flörtler, unutulan yeteneklerin geri kazanılması çok yorucu, uzun bir ilişkiden sonra neyi nasıl yaptığımızı hatırlayamayınca düştüğümüz boşluk. Birine ilgimizi nasıl gösteriyorduk, birinin bizimle ilgilendiğini nasıl anlıyorduk, dünya nasıldı, Eş başlarda çözmeye çalışıyor ama kocanın azıcık çabalaması gıdım gıdım değiştiriyor gidişatı. Öfke patlamaları olacak, diğer kadınla yüz yüze gelmek isteyecek Eş, geldiği zaman kalabalığın ortasında kıyameti koparacak. Tazmanya Canavarı.

Eş kocasını özlediğinde yan yanalar, araları buz. Çocuk babasını görünce mutlu, Eş kimle konuşsa kocanın eşekliğini işitiyor bir süre, olacağına varmayı istiyor. Terapist dinliyor, bir şeyler söylüyor, faydasının olup olmadığını hikâyeden çıkarabilirsek. Kakülü varmış kadının, koca kakül sevmediği için Eş’e kestirmiş miymiş neymiş, delirmek için bir sebep daha. “Yakın zamanda terk edilenlerin beyninde fiziksel saldırının işlendiği bölgeler aydınlanıyordu.” (s. 132) Eski erkek arkadaş konuşmak istiyor o sıra, Eş’i evine davet ediyor. Gidecek, görüşecekler, bu kez sorgulamalar eylemden önce. Süreç tersine döndüğünde huzursuzluk basıyor Eş’i, belki uzaklara gitseler her şey farklı olurdu. Bir çiftlik, doğanın içine yolculuk, ne zaman iyileşirlerse o zaman dönerler. Koca çalı çırpı topluyor, Eş kızının saçlarını mı örüyor, neyse artık, bir şeyler kaybolmuş ve başka şeyler bulunmuş, buzlar olduğu gibi duruyor ama içinden birbirlerini görebiliyorlar artık. Sürekli kanayan bir yarayla yaşamak. Yaranın verdiği acıyı çoğun unutmak için.

İyi roman. Duygu Akın çevirisi.

Liked it? Take a second to support Utku Yıldırım on Patreon!
Become a patron at Patreon!