Roy Jacobsen’in metinlerinde Norveç’in doğasına bir gömülürüz, yaşamları o doğadan ayrı düşünememeye başlarız. İş bölümü yapılmıştır, herkesin vazifesi bellidir, birileri balık tutar, birileri eskiyen evi onarır, adadan anakaraya gidip balıkları kooperatife satarlar, cezirde bir şeyler, medde başka şeyler, zamanın geçtiğini işlerin değişmesinden anlarız da günlük rutin hiç bozulmaz, sabahın köründe kalkılır ve hemen işe girişilir, yemek dışında kendilerine ayırdıkları zaman yoktur neredeyse. Geçim mücadelesini kentli kafam almaz, insanların mevsimler, yıllar boyunca aynı şeyleri nasıl yaptıklarını anlamam, yetiştir-sat ve tut-sat dışında başka bir döngü yoktur, daha çocukken tarlada çayırda işe koşulan çocuklar küçük yetişkinlere dönüşürler, oyunlarında bile işe yarar bir şey yapmaya çalışırlar. Jacobsen pastoral bir dünyada emeğinin karşılığını almaya çalışan insanları yalınlıkla anlatır, Gorki’nin daha kuzey versiyonudur adeta. Zaman da bir garip akar, hep aynı işlerle uğraşan karakterler makineleşmiş gibi gelir ki makinelerin zaman algısı yoktur, henüz, karakterlerin de yoktur ama rüzgâr başka yönden esmeye başlar, bitkilerin kokusu değişir, güneş başka bir yerden batmaya başlar, akıntıların yönü farklılaşır, doğadan çıkarırız geçen süreyi. Nefis romanlardır Jacobsen’inkiler, Kozák’ın metni de aynı dünyada geçtiği için anlattım bu kadar, Norveç’in adası bol coğrafyasından değil de Çekya’nın kırsalından bir hikâye anlatıyor Kozák. Kooperatife katılmak zorunda kalan ailelerle katılmayanlar arasındaki sınıf farkı çocukların günlük yaşamına kadar sinmiş, zengin çocukları kooperatif bünyesinde çalışanların çocuklarına caka satıyor, laf atıyor bir iki yerde. Yaşam zor, don oldu mu bütün ekinler cortluyor da aç kalıyor insanlar, bu yüzden kooperatif kurulmuş. Arka kapakta kolhoz deniyor ama kuruma katılmamayı tercih eden aileler pek de kolhozluk bir durum olmadığını gösteriyor, bunun yanında esas oğlanımız Yanko’nun komünist olduğundan kötü bir şeymiş gibi bahsedildiğine göre köylüler komünizmi desteklemiyorlar. Kozák ülkesinin komünist partisinde görev almış bir yazar, detaylara haiz değilim ama metninde yer alan olayların Çekoslovakya Sosyalist Cumhuriyeti’nin kurulmasından önce yaşandığını söyleyeceğim, belki 1948’in hemen öncesidir, belki Kozák esas oğlan Yanko’yu komünizmin köye gelip her şeyi güzelleştireceğine dair bir umut olarak göstermek istemiştir. Mariana’yı bireycilikten, eşinin ve ailesinin zorbalığından kurtaran Yanko sevdiği kadını traktörüne bindirip yeni görev yerine doğru yola çıktığında arkaya bakar, onca nefrete rağmen dört beş elin havaya kalkıp veda mahiyetinde sallandığını görür. Yorumlara apaçık bir metin, benim anladığım siyasi ortam istikrara kavuşmamış ve toprağı sürmek, patates toplamak, süt sağmak siyasete bakmıyor, insanlar karınlarını zor doyuruyorlar. Dam çatma sorunu da cabası, en azından Mariana için. Baştan alayım, kooperatifin ambarının arkasında patatesleri boylarına göre ayıran dört kadından birine Mişal’ın eve döndüğünü söylüyorlar, diğer üç kadın Mişal’ın yanında getirdiği paraları düşünüyor ilk, sonra ertesi günkü iş için Mariana’yı uyandırmamayı teklif ediyorlar, o gece Mişal aylar sonra eşiyle birlikte olacağı için gülüşüyorlar, dümdüz köy ortamı. Mariana’nın Mişal’la birlikte olmak istemediğini hemen öğreniyoruz, bilmediğimiz diğer ayrıntılar geriye dönüşlerle aktarılıyor. Mişal şekerpancarı fabrikasında çalışmak için sık sık gidiyor öyle, döndüğü zaman tarlayla ilgileniyor. Normalde hediye vermeyi düşünecek incelikte değil, hatta kalınlığının sınırının olmadığını da göreceğiz ama akıl etmiş o kez, yanında bir başörtüsü de getirmiş. Mariana gönülsüzce alıyor örtüyü, Mişal aylar boyunca bir tek mektup bile göndermediği için kızgın. Başka kızgınlıkları da var, aslında patlama noktasına gelmiş de son damlayı bekliyor. Mişal’ın ailesiyle birlikte yaşamaktan mutsuz, paraları olmadığı için yaşlılar evlerini açmışlar ama Mariana’ya yapmadıklarını bırakmıyorlar, Mişal’ın annesi korkunç bir kadın. “Eh, yani” diye başladığı cümleler mutlaka kalp kırıcı bir yargıyla sonlanıyor, Mişal da döndükten sonra aynı şekilde konuştuğu için eşinin eve dönüşü büyük bir sıkıntıya dönüşüyor Mariana için. Çocukları Mişka olmasa katlanılmaz bir hayat Mariana için, kaybettiği ilk çocuğunu düşünürsek çoktan gitmesi gerekirdi ama onu o evde tutan sebebe de geleceğiz. Hamileliği sırasında iş yaparken kaza geçiriyor Mariana, yarası ağır, uzunca bir süre yatması lazım. Çocuğunun bacaklarının arasından akıp gittiğini hissediyor bir ara, dünya başına yıkılıyor, Mişal’ın umurunda değil pek. Çalışması için Mariana’yı çağırıyor ama kadın iyileşmemiş daha, kalkmaması gerektiğini söylese de dinletemiyor, öküz adamın dediği olsun diye ağrılar içinde çalışıyor. Soğukluğun kaynağı o günlerden, aslında Mişka’yla evlenmeyecekti ama sevdiği genç çalışmak için gittiği yerde verdiği sözü unutup başkasıyla evlenince başka çaresi kalmıyor Mariana’nın, bir gün arkadaşlarıyla birlikte dans ederken kendisini izleyip beğenen Mişal’la evleniyor. İzleyenler arasında Yanko da var, eşi Anna’yı Mariana’nın yanında görüp beğeniyor da aklında o deli deli dans eden kız kalıyor, yıllar sonra hatırlıyor o günü.
Karakterlerin geçmişi de ortaya çıkınca malum sona doğru ilerlemeye başlıyor hikâye, kestirilebilir. Yanko civardaki tek traktör şoförü olarak nerede iş varsa gidip yapıyor, tarlaları sürüyor sıklıkla. İyi para kazanıyor, Mişal’ın “çoban çocuğu” diye aşağılaması bundan. Radvaková ailesinin her şeyi var, hiçbir zaman sıkıntı çekmemişler ama hasisler, parayı bastırıp da evli çift için bir ev yaptırmıyorlar. Mişal’la Mariana kilden tuğlalar yaparak işe girişiyorlar, Mişka babasının zoruyla yardıma geliyor ama sevmiyor işi, babası oğluna yine bağırınca Mariana’nın içi iyice buz kesiyor ve Yanko’nun kendisine duyduğu ilginin farkına varıyor. Önce gülümsemeler, sonra sinema çıkışında kısa bir konuşma, Mişal’ın yine fabrikada çalışmak için gittiği bir zamanda duygularının ne kadar tehlikeli olduğunu fark ediyor Mariana ve Yanko’dan uzak durmaya çalışıyor. Yanko ne olduğunu anlamıyor, aniden değişen Mariana’dan umudu kesip işine gücüne bakıyor. O sırada Mariana’nın kafa karışık, Mişka’nın ailesinden hakaretler yiyor, türlü sıkıntı. Yanko’yla yeni bir başlangıç yapabilir, gönlünün kaydığı adamla mutluluk uzak değil ama Mişal dönüyor o sıra, Mariana’nın aldığı yeni başörtüsünü görünce bir dünya laf ediyor, parayı öyle har vurup harman savursunlar diye kazanmıyormuş. Mişka’ya bir tanecik muz aldığı için Mariana’ya dünyanın lafını etmiş, fiziksel şiddet de uygulamıştı, eşini yine sindireceğini düşünüyor ama dik duruyor o kez Mariana, laf ettirmiyor. Mişal bir şeylerin değiştiğini anlıyor ama sebebini bilmiyor, dedikodu çarkları dönmeye başladığı zaman anlayacak. Bir gün eve yayan dönen Mariana yolda Yanko’ya rastlıyor, uzun zamandan sonra konuşuyorlar ve köye birlikte dönüyorlar. Yanko’ya göre öyle berbat bir hayat yaşamak zorunda değil Mariana, basıp giderler, istedikleri gibi yaşarlar. Mariana’nın aklı yatıyor bu işe de ailesini dağıtacağı için Tanrı’dan korkuyor. Olaylar ayyuka çıkınca Mişal bıçaklıyor Yanko’yu, kafasına sandalye yediği için Yanko’yla birlikte hastaneye kaldırılıyor ve döndüğünde terör estiriyor resmen. Ahali toplanıyor, Mariana’ya demedikleri kalmıyor. Şefkatli annesi bile Mariana’nın delilik yapmamasını istiyor, Tanrı korkusu yok muymuş hiç? Yanko kalabalığı yarıp geldiğinde Tanrı’yı, köylüleri, toplumsal ahlak kaidelerini yıkıp kalbinin sesini dinliyor ve Mişka’yı da alıp gidiyor. Aşkın yüzü yeryüzü oluyor, nereye giderlerse artık.
Kozák müthiş manzaralar betimliyor, karakterlerin ruh hallerine göre betimlemelerinin çeşitlenmesi hoş. Nihai kararını vermeden önce batan güneşi izliyor Mariana, alıntılayacağım. Gökyüzündeki tonları görmekten sonrası: “Bu kan dökümüyle birlikte güneş her şeyini vermiş, eriyip gitmişti sanki.” (s. 85) Diğer örneklere göre biraz dandik ama iyi yine. Kısacası iyi bir roman bu, denk gelen okusun.
Cevap yaz