1943’ten 1982’ye uzanıyor hikâye, çok çok parçalı, Filistinli Nadja’nın şöyle bir görünüp kaybolmasıyla eklemli, bitmek bilmeyen göçlerin sürüklediği karakterlerin peşinde. Le Clézio genellikle Esther’i odağa alıyor, anlatıcılık görevini Esther’den alıp üçüncü şahsa devrettiğinde aslında pek bir şeyi devretmiş olmuyor, Esther’in bilincinin, anlatıcılığının uzağına düşmüyoruz. Mekanlardansa sürekli uzaklaşıyoruz, İkinci Dünya Savaşı’nın sonu yaklaşırken terk edilen yerlerin ardında İsrail’deki çatışmaların sarstığı topraklar var, oradan Kanada’ya ve nihayet Fransa’ya, Esther’in köklerinin bulunduğu ülkeye gidiyoruz, annesiyle babasının savaştan önce yaşadığı yerleri dolanıyor kadın, hiçbir şey bulamayınca bu kez hikâyenin başında bir dönem yaşadığı Saint-Martin-Vésubie’ye giderek kırk yıl öncesinden getirdiği kayıp zamanı aramaya başlıyor. Yaşlılar ölmüş, gençler çoktan gitmiş, turistler hiçbir şey bilmiyorlar, binalar bile değişmiş ki o zamanlar saklandıkları bodrumlar, depolar, hiçbir şey kalmamış ortada. Yaşlı dut ağacı bir, kişisel tarihin nirengi noktası. Kayıp babasının geri gelmeyeceğini yıllardan beri biliyordu ama emin olmak için Almanların katliam yaptığı yere gidiyor Esther, babasını tanıyan adamlardan birinin anlattığı hikâyeyi gözünde canlandırınca veda edebiliyor, tam anlamıyla. Bir daha oraya gelmeyecek ama yapması gereken bir şey daha var, annesi Elizabeth’in küllerini güneşli bir tepeden denize savurmak. Ne şiirsel, küllerin bir kısmı rüzgârda savrulup denize uçar, bir kısmı Esther’in yüzünü kaplar, geçmişiyle arasındaki mesafeyi aşar böylece. Esther, İştar, yıldız. Göçmeninden. Annesinin sevecenliğini, haşinliğini ve koruyuculuğunu hatırlıyor, İsrail’de hamile kaldığı Jacques’ın Araplarca öldürüldüğünü duyduğunda aklını kaçıracak gibi olduğu zaman annesinin olaya el koymasıyla Kanada’ya gidiyor, tıp eğitimi alıyor Esther, orada yeni bir aile kuruyor ama annesinin kalmaya niyeti yok, Paris’e dönüp ölümü bekleyecek. Yıllar sonra korkuyla beklediği haber gelince bir an durmuyor Esther, doğruca Elizabeth’in yanına, ölümü geciktirmek için hatırladığı güzel yerleri bir bir anlatacak. Ölümü geciktirebildiği kadar geciktirdikten sonra kabullenecek kurtulduklarını, acısının yanında gelen teselli bu. 1943’te Almanların saldırısıyla kaybedilen Kuzey İtalya’dan kaçarlarken yakalanmıyorlar, birlikte göç ettikleri ve ayrı düştükleri Yahudilerin yakalanıp trenlere bindirildiklerini görüyoruz, onların hikâyeleri oracıkta bitiyor. Fransa’ya geldiklerinde bindikleri geminin Cennet’e gitmesi engelleniyor bir süre, ambarda yoklukla mücadele ederek sabır tüketirlerken bir avukatın araya girmesiyle gemi tekrar yola çıkıyor ama bu kez İngiliz tehlikesi var, o sıralar İngiltere henüz İsrail’den çekilmediği ve girişi yasakladığı için yakaladığı gemiyi Kıbrıs’a çektiriyor, yolcular doğru hapse. Le Clézio’nun sayısız hikâyeciklerinden biri bu tehlikeyle ilgili, gemi gecenin bir körü bütün ışıklarını kapayarak, akıntıya bel bağlayarak ilerlerken sigara bile içemiyor insanlar görülmemek için, devriyelerden kurtuldukları zaman şenlik yaparak Cennet’e çıkıyorlar. Mutluluğun tarifi yok, daha birkaç ay önce İtalyanların gölgesi altında sığıntı bir yaşam sürdürenlerin hayallerinde İsrail’e gitmekten başka hiçbir şey yoktu, Esther’in arkadaşı kızıl saçlı Mario öldürülmeden önce bu hayali kuruyordu, İtalyan subayla ilişkiye girip toplulukça dışlanan Rachel’in aklındaydı zaten, Esther’in babası insanları güvenli alanlara kaçırırken nihayet ailesini kurtaracağı günlerin de geleceğini düşünüyordu. Onca insandan geriye Esther, Elizabeth ve birkaç kişi kaldı, yolda tanıştıklarının bir kısmı yanlarında ama canlarını kurtardıklarının farkına varamadıkları için sessizler. Göçün etkisi: Bir dönem anlatıda sıkça görünen karakterler Esther’den çok uzağa düşmemişlerse bile kaybolurlar, paylaşılacak hiçbir şey kalmamıştır çünkü. Saint-Martin’de peşinden ayrılmayan Tristan’ın yıllar sonra Kanada’da olduğunu öğrenir Esther, gidip görmeyi düşünür ama çocukluğunu bulamayacaktır onda, kırk yaşında bir adamı görmek istemediği için geçmişi olduğu yerde bırakır. Nadja’yı her şey olup bittikten sonra görmeyi düşünmektedir ama o kısım da havada kalır, üstelik Nadja gibi defter tutup yaşadıklarını uzun uzun anlatmıştır, hayalinde defterleri değişmek vardır ama erinir gitmeye. Herhalde. Üç dakika bile sürmemiştir karşılaşmaları, bir kafile zorla göç ettirilirken diğeri o topraklara yerleşmek üzeredirler de yolda denk gelirler, Nadja korkulu gözlerle Esther’in kolunu tutar, defterine kızın adını yazar, böylece acılarını bir ölçüde ortaklaştırır. Bir yanda Nazi dehşetinden kaçan kız, diğer yanda Yahudi zulmünden kaçanı, hikâyeler bir anlığına kesişir. Nadja’nın bölümlerinde Arapların yaşamlarına bakarız azıcık, BM’nin erzak kamyonları gelmemeye başlayınca önce kıtlıktan kırılırlar, sonra farelerin taşıdığı hastalıkla. Bir hikâyecikte kampa üst düzey bir yetkili gelir, Arapların korkunç yaşamlarını inceleyip çözüm yolları arayacaktır muhtemelen. Nadja kalabalığın arasından sesini duyurur, bildiği tek Fransızca cümleyi söyler. Yetkili de bu selamlamayı karşılıksız bırakmaz ama ilgilenmez de oradakilerle, işine dalar. Dil, yardım çığlığını duyurmak için aracı kılınır ama yetmeyecektir, bilinmeyene göçmekten başka şansı yoktur güruhun. O sırada savaşlar tüm hızıyla sürmekte, eli silah tutan herkes cepheye çağrılmaktadır, Jacques’ı böyle kaybeder Esther. Araplar vatanlarını çoktan kaybetmişlerdir, Nadja’nın birlikte göç ettiği insanlara bakan Yahudiler düşmandan başka bir şey görmezler ama Esther kadınlarla çocuklardan ne gibi bir düşmanlık görülebileceğini anlamaz. Le Clézio ağırlığı Esther’e verse de tarihe iki taraftan da bakmayı başarır, iki tarafın hikâyelerini dokunaklı, içeriden bir bakışla anlatır. Çok etkileyici. Nadja’nın dili ve milliyeti ayrıktır Batı’dan, Esther’se kendi adını kullanamamaktadır çünkü sahte kimlik belgesinde “Hélène” diye geçer adı, bir başkasıdır artık, çevresindekiler bu isimle çağırırlar Esther’i. Bir nevi vatansızlık bu da, kimliksizlik, toplama kamplarında tutulanların kollarına kazınan numaralar isim yerine geçince mahkumların kişiliklerini yitirdiğinden bahsediyordu, kim, Erich Maria Remarque ve Viktor E. Frankl. Yahudi cemaatinden de dışlanıyorlar çünkü Esther’in babası komünist, Almanlarla aktif olarak mücadele ettiği için belayı çağıracağını düşünüyor Yahudiler. Esther’in dinle ilgili bir fikri o sıralar yok, babasına göre zaman içinde kendi düşüncelerini geliştireceği için herhangi bir fikir dikte edilmemeli. Nedir, İsrail’de Tekvin’den parçalar dinler Esther, bu bölüm uzun uzadıya anlatılır ve sözün büyüsüne şahit oluruz. Okunan bölümle birlikte dinleyicilerin tepkisini eş zamanlı olarak görürüz, inancın kıvılcımları zihinlerde çak çuk saçılır. Araplarda söylenceler vardır, dinî temelli hikâyeleri genellikle Amma Huriye anlatır ve zamanın daha kolay geçmesini sağlar, daha korkunç bir dünyaya gerek var mıdır bilinmez ama insanlar Allah’a sığınırlar, bu da yaşananların bir nevi tesellisi. Hastalıkla birlikte sonu gelir bu sürecin, Nadja kendisine âşık olan Sadi ve yeni doğmuş bir bebekle birlikte yola çıkar, hiçliğin içinde kabus gibi bir yolculuk. Yolda dişi bir keçi peşlerine takılmasa, başka tesadüfler yaşanmasa açlıktan ölmeleri işten değil. Gerçi bilmiyoruz ne oldu, keçinin ölümünden sonra yavrusunu yanlarına alıp devam ettiler de nereye kadar? “Zaman zaman yoldan farları açık, brandalı askerî kamyonlar geçiyordu. Sadi keçinin ipini bileğine doladı ve sağ kolunu karısının omzuna koydu. Beraber Amman yolunda yürümeye başladılar, kendilerinden önce geçenlerin izlerini takip ettiler. Güneş yüksekte parlıyordu, herkes için parlıyordu. Yolun sonu yoktu.” (s. 264)
Esther’in kutsal metinlere değil de Charles Dickens’ın metinlerine aşina olduğunu görürüz bir yerlerde, zamanla durum tersine dönecek ve unutulan Dickens olacaktır. İnsanlar birlikte yıllarını geçirdikleri tanışlarını kaybederler, anımsarlar ama mesafeyi aşmaya çalışmazlar. Göçün her anlamda yıkıcılığı vardır bu metinde, en başta insanın yıkıldığını görürüz. Bir Esther dayanmıştır, okuma ve müzik sevdası çocukluğundaki kadar güçlü değildir ama yetişkinlik yıllarında ayakta kalmasını sağlamıştır sanıyorum. Çok iyi kurulmuş bir karakter Esther, çok iyi bir romanın yıldızı.
Cevap yaz