1968-2005 arasında yazılan aforizmalar, deneme parçaları. Turan’ın estetiğe, poetikaya dair değinileri ne kadar derinlikliyse başta kadınlar olmak üzere bazı konulardaki görüşleri o kadar yüzeysel görünüyor, adeta bir Facebook dayısının elinden çıkmışçasına. Yılların kattığı ağırlığı kaldırabilen son kayıtların daha bir kıymetli olduğu kesin, gençliğin toyca gevezeliği de bir o kadar sabit, pozsuz görünüş. Önce ekşilere bakayım, aynı ekşilikle cevaplayayım: iyi öğrenci iyi bir besi hayvanı, önüne konanı yediği için. Sağlam yerse gebeşe döner, elden hemen çıkarmalı. Kişilik demek yenilik, değişiklik demektir, kişilik sahibi yazarlar çok ünlü olamazlar çünkü yenilikleri korkutur. Yeterince yeniysek çok ünlü olmayacağız demektir çünkü Onurhan’ın dediği gibi kişiyi ünlü eden mekanizma henüz o yeniyi kapsamamıştır, ekmek çıkmaz oradan. Bu efori çok da fena değilmiş aslında. Biraz fenaymış. Bir kadını tanımak, o kadınla sevişip bir başkasıyla aynı sevişmeyi yaşayamamak demek, yanlış bir düşünce ama vazgeçilmez. Eh, bir kadın çok kadındır, çok kadın bir kadındır, sevişme sevişmedir ve yeşil murattır, umudur. Hiç kimseyi sevemeyiz dediğimiz an biri hoşumuza gidiyor ve onu sevmeye başlıyoruz, Turan kilo bile almış bu yüzden. Valla birini seversem hemen kilo vermeye başlarım çünkü hareket kabiliyetim yükselir, zaten çok da kilolu olmadığım için pek de yalan dolan olmaz hareket kabiliyetim, sürdürülebilirdir. Kimseyi sevmediğim zamanlarda kilo alırım, genellikle kışa rastlar bu dönem, ısı tasarrufu da sağlarım. Yalnızlık çevremizde suskunluklardan duvar örülmüşse yalnızlık, konuşabileceğimiz biri varken yalnız değilmişiz, mesela kışın da yalnız değilim çünkü sık sık konuşurum ben, misal bir havluya, “Havlu, işini yap ogulim,” deyip elimi kurularım onunla, işini yapmış olur. Bundan daha sağlıklı bir iletişim düşünülebilir mi, havaya oksijen vermesini söyleyince karbondioksit ister, işte has iletişim budur. Kişi hiçbir zaman yalnız kalmaz, konuşulacak o kadar çok şey var ki. “Konuşmak” olmasın, “konmak” olmalı. İşteşliği çıkarınca fiiller karışıyor da yapacak bir şey yok. Konuyorum ben, iyi. Gerçekte bizi güçlü yapan yanlarımız zayıf yanlarımızmış, açıklamasından pek bir şey anlaşılmıyor Turan’ın, anlamadan gidelim, zayıf yanlarımı sevdiğim gibi güçlü yanlarımı da severim, bunları ayırt etmeye hiç yeltenmem çünkü ne gerek, bazı yanlarım bazı yanlarım gibidir, bunlar sabit de değildir ama öyleymiş gibi yaparım, hepimiz öyleymiş gibi yaparız, hepimiz kimliğimize can havliyle sarılıp varlık alışkanlığımızı sürdürürüz. Biri buyurmuş: Sevişmek için bir araya gelen iki kişinin soyunmaktan kaçması toplumsal bir bozuklukmuş. Kıyafetleri tamamen çıkarmadan sevişen kişiler elden gelsin, ne diyeyim. Her şey düzensizken düzene kavuşunca yeni düzensizlikler gelecekmiş gibi oluyormuş, şaşırıyormuşuz. Kaygıdan kafayı yiyen çağımız insanı, canım benim. Kadınlar ya boyun eğer ya da başkaldırırlarmış, sevmek veya sevmemekmiş bu. Başka, ayrıntılı duyguları yokmuş, yaşamlarını bu iki duygu düzenlermiş. Erkekleri de ben indirgeyeyim saçma sapan, ya erkeklik yaparlar ya da erkeklik yaparlar, erkeklik yapmadıklarında uyurlar zaten. Biten bir ilişkide üçüncü bir şahıs yoksa da varmış, görevini tamamlayınca ortadan kaybolurmuş. Üçüncü, beşinci ve dokuzuncu kişi her zaman var, ikinci kişiden yer kalmazsa buharlaşıyor sadece. Havaya karışıyor, öyle dolanıyor ortalıkta, ilişki ıhsı tıhsı yapmaya başlayınca yoğunlaşıyor. “Sadece güzel olan bir kadın, büyük lokantaların vitrinlerinde bulunan çok renkli, iştah açıcı yapma yemişlere benzer.” (s. 24) Geçen Migros’a gittim, kasiyer arkadaş desteğe çağrıldıkları zaman küfrettiğini söyledi muhabbet sırasında. Evine yakın diye burayı tercih etmiş, destek diye Başıbüyük’e mi ne yolluyorlarmış. Benim kafam da toplantılara gönderilince atar, odamda oturacakken yallah bir sürü zırva dinlemeye giderim. Geçen seneki iyiydi gerçi, Beyoğlu’nda çalışan memurların çoğu Beyoğlu sınırları içinde yaşamadığı için kurtarma çalışmalarının çok yetersiz kalacağını anlatmıştı subayın biri, afet yelpazesine göre olası kayıpları sıralamıştı. Memlekette yer olsa da tayin isteyip gitsem. İştah açıcı yemişler hakkında bir fikrim yok. Turan’ın şiirleri soyutlaşıyormuş çünkü hayatında başka biri yokmuş, olmayacakmış da, aptallık bir kez yapılırmış. Ben KASDAV’dan sonra intihar edecektim terk edildim diye, planı kurmuştum, gitarı mitarı arkadaşlara verip taksiye atladığım gibi doğru köprüye, cup aşağı. Çıkıp çaldık, bizim okul neredeyse tam kadro oradaydı, o coşku tezahürat falan çok hoşuma gidince intihar etmedim. Dedim ve kırk dakika geçti diyeli, YouTube’dan Sözlük’e dolanıp durdum, birileri video yüklemiş de kendimi izleyip üzüldüm biraz, ödül alanların şimdi ne yaptıklarını araştırdım. Barlas Tan Özemek’le yan yana oturmuşuz, oha. Seçil Akmirza var, daha da vardır. Neyse ya, gece gece yine neler oldu. Son bir üfürmeyle bitireyim bu bahsi: “Felsefenin boş bir uğraş olduğunun en önemli kanıtı bir kadın filozofun olmayışından belli oluyor. Kadınlar boşa uğraşmaz çünkü.” (s. 43) Eşsiz.
Şiirde düşünceleri muhakkak söyleme isteği kimi zaman öldürüyor şiiri, evet. Biçim bir nevi konuşma ritmi, bizde konuşmaya en yakın örnek Uyar’ın şiiri. İlki makul ama tartışılır, ikincisi tartışılır. Anlamı sözcüklerle kapsarız, sözcükleri anlamla değil. Yani. Her eser kendi kuramını getirir. İyiyse. İyilik. Yazarlıkta yeteneğin yeri yok, direnç ve gözlem var, sonrasını çocukluk hallediyor. Kalmışsa. Çocukluğun başlı başına bir yetenek olduğunda hemfikirim, çocukluğu yitirmemenin daha büyük bir maharet olduğu, ama çocukluğun yitmemesi nasıl istençli bir eyleme dönüşebilir, kafa yormalı. Sağlam travmalar veya sağlam sıkıntılar belki, ömrü boydan boya aşacaklardan şöyle. İş görür. “Bir eleştiri yaptığımda, yazara yönelmemiştir o yazı. Sadece bir okuyucu olarak kendimle okuduğum eser arasında bir hesaplaşmadır. Kitap tanıtmaları için pek söz konusu değil bu söylediğim. Kitap tanıtmalarını başkaları için yazıyorum. Onun için de sevmiyorum kitap tanıtmalarını.” (s. 12) Ta daa! Türkiye’de bir kültür yapısından bahsedemeyeceğimizi söylüyor Turan, kültür parçaları var, yan yana danklıyor, sürtüşüyor. Buna benzer bir şey söyledim, bizde böyle şeyler bütün halde bulunmaz, bütünlük yoktur, parçalar anca tokuşursa etkileşir. Üslupla klişeyi denkleyen bir aforizma var, başlı başına klişe. Yazacağınız metin kendi biricik sesiyle gelmiyorsa klişeye varıp sıkıcılaştınız demektir, burada sav cortluyor da cortlamadığı kısım anlaşılır, makul. Eleştiriyle ilgili başarılı çıkarımlardan biri: yeni yazılacakları zorlar ve yeni yazılarca zorlanır. Türkiye’de eleştiriyi zorlayan yapıtların azlığından yakınıyor Turan, yerinde. Hiç girmeyeceğim bu bahse de YerKuşAğı‘nın zorlayıcılığını özlediğimi söyleyeceğim, bir iki kaynağa koşturmuştu beni. Ataç beğendiklerinin bazılarında yanılmış ama beğenmediklerinde hiç yanılmamış, iyi bir eleştirmen olduğunu gösterirmiş bu. Yetmez ama tamam. Piyanoların kapaklarındaki kilitlerin pek burjuva olması? Kusura bakmayın, çalmayı bilmediğiniz halde o tuşlara dan dun vuruyorsunuz, bazınız camış gibi tepiniyor resmen, akordu mahvediyorsunuz, sonra adam çağırıp akort yaptırmak zorunda kalıyoruz. Pahalı iş, hele eskiden iyi akortçu bulmak da zordu, başa bela. Piyanom yok ama sıkıntıyı anlıyorum, o kilitler şart. Keçe de örteceksin tuşların üstüne. Şiiri duygu değil duyarlılık üretmek için kullanacaksın, bir sevgiye önce dostlukla başlayacaksın, okumak istediklerini yazacaksın, şairsen başarını başka şairlerde kendine rastlarsan göreceksin, bir de yaptığın şeyin siyasal etki açısından bir oy kadar değerinin olmadığını kabul edeceksin. Et.
Cevap yaz