Géza Csath – Afyon ve Diğer Öyküler

Tarafımdan oluşturulmuş bu yorumun tüm hakları kitapyurdu.com’a aittir.

On dört yaşında müzik makaleleri yayımlamaya başlayan, otuz iki yaşında intihar eden Csath ilginç bir yazar, hikâyesinden bir roman çıkar. Bundan sonrasını Wikipedia’dan çarpıyorum, kendisi pek sevgili Dezső Kosztolányi’nin kuzeni. 1887’de doğuyor, asıl adı József Brenner. Çocukluğunda keman çalmaya başlıyor, aslında ressam olmak istiyor ama hocaları çizimini olumsuz yönde eleştirdikleri için yazmaya başlıyor. Tıp okumak için Budapeşte’ye gelince yazı işlerine yoğunlaşıyor, yayımlanan pek çok öykü yazıyor, 1909’da mezun olunca psikiyatri ve sinir kliniğinde çalışmaya başlıyor. Öykülerinde yaşamının izlerine doğrudan rastlıyoruz, sinir sistemiyle ilgili hoş bir öyküsü var örneğin, anlatacağım. Bu dönemde uyuşturucu ve sakinleştirici müptelası oluyor, duymaya başladığı basit bir ilgi sonradan yaşamına mal olacak sıkıntılı bir bağımlılığa bu dönemde dönüşüyor. Wikipedia’da yazdığına göre ergen kızlara şiddet uygulanan öykülerini bu dönemde yazmış, kitaba adını veren ve diğerlerine göre daha karanlık, düşlere bulanmış öykü de aynı tarifeden. Olga’yla evleniyor Csath, 1913’te. Savaş başlayınca kaçınılmaz sona doğru geliyor yavaş yavaş, orduda büyük sıkıntılar yaşıyor, birkaç kez hava değişimi aldıktan sonra 1917’de atılıyor ordudan, bağımlılığı had safhaya ulaşıyor. Köy doktoru olarak çalışırken 1919’da psikiyatri kliniğine yatırılıyor, bir süre sonra kaçıp evine dönüyor, paranoyaları yüzünden karısını vurup öldürüyor, ardından zehir içiyor ve bileklerini kesiyor. Hastaneye kaldırılıyor, oradan da kaçıyor, başka bir hastaneye gitmek üzere yola çıktığı zaman Yugoslav askerler tarafından durduruluyor, yakalanıyor, nihayetinde zehir içerek yaşamına son veriyor. Parlak bir yaşam acı bir şekilde sonra eriyor böylece, iki yaşam gerçi, Olga’nın ölümü de çok acı. Geriye öyküler kaldı, “Sonu Kötü Biten Masallar”dan seçme öyküler var bu kitapta. Çevirmen İsmail Doğan’ın tercihleri sonucu sanırım, konsept oluşturan öyküler kitaba dağılmış durumda, örneğin ilk ve son iki öyküyü arka arkaya koymak gerekirmiş gibi gözüküyor, Csath’ın değişen ruh halleri farklı üsluplara çalan, farklı içeriğe sahip öykülerden takip edilebilirmiş. Ben birleştirmeye çalışayım, ilk öykü “Baba ve Oğul”da Anatomi Enstitüsüne gelen adamın babasıyla ilişkisi temelde. Adam iyi giyimli, uzun boylu, Amerika’da çalışan bir mühendis. Babasının ölümünü haber veren mektubu alır almaz memleketine dönüyor, naaşın izini sürünce tıp öğrencileri için kadavra olarak kullanılacağını öğreniyor. Adama durumu anlatan doktor, bedenlerin “eritildiğini”, iskeletlerin eğitimde kullanıldığını, dilerse beş korona karşılığında iskeleti alabileceğini söylüyor. Eritme bedeli. İskeleti şamatacı bir hademe getiriyor, mükemmel bir iskelet olduğunu söylüyor. Oğul şok geçiriyor, hademenin sorusuna, “Babamdı!” cevabını veriyor, derin sessizlik. Kucaklayıp götürüyor iskeleti sonra. Oğulun kesik davranışları, tedirginliği, diğerlerinin kayıtsızlığı, en sondaki beceriksizce kucaklayış, her şeyiyle geriyor kısacası bu öykü, tuhaf bir durumu çok kısa, şahane bir şekilde anlatıyor. “Küçük Emma”nın benzerini dünyanın diğer ucunda Mişima yazdı, çocukların egosantrik düşünceleri beynelmilel dehşetler yaratıyor resmen. Anlatıcı çocuğumuz genelde abisiyle takılmaktadır, kız kardeşleri de eşlik eder ara ara. Buldukları kedileri kesip işkence ederler, baykuşların kafalarını ezerler, sonra okullarına giderler. Kız kardeş Irma’nın sınıf arkadaşı Emma’ya tutulur anlatıcı, kızı ne zaman görse aklı gider, sevgisiyle ne yapacağını bilemez. Aslında üç çocuk da başıboş yaşar gibidir, babasızlık probleminin yanında annenin çocukları sevmemesi de hayatta bir başlarınalarmış izlenimi yaratır. Okuldaki şiddet olayları da öyküdeki gerilimin tamamlayıcısı haline gelir, anlatıcının öğretmeni bir çocuğu herkesin önünde döver, ağzından burnundan kan getirir, çocuğun kişiliğini kırar. Detaylarıyla anlatır bunları Csath, öğretmenin yavaş yavaş terlemesinden sınıfta yankılanan şaklama seslerine pek çok ayrıntıyı verir, rahatsız edici sona hazırlar okurunu. Emma’nın eve geldiği bir gün hayvanları idam ettikleri gibi Emma’yı da idam etmeye karar verirler. Her şey bir oyunmuş gibi ilerler, darağacı kurulur, ip bulunur, kız tabureye çıkartılır, ardından tek bir hamleyle cezalandırılır. En büyükleri için bir eğlence, kız kardeş için intikam, anlatıcı içinse sevgi gösterisi. Bir günlükte okuruz bunları, günlüğü bulan bir üst katman anlatıcısı vardır ama bir başta, bir sonda çıkar ortaya, çocuğun anılarının devamında ne olduğunu bilmeyiz, Emma’nın nüfuzlu ailesi kıyameti kopardıysa da büyük kardeşin subay, kız kardeşinse dul bir kadın olduğunu öğreniriz, öykü biter. Anlatıcı çocuğun yaşamadığını çıkarabiliriz buradan, hayal gücüne kalmış. “Ana Katli”nde aralarında bir yaş olan iki kardeşin hikâyesi var, baba yine yok, anne yine uzak çocuklarına. İki oğlan kendilerine özgü dünyalarında yaşıyorlar, kimseyi almıyorlar aralarına. Biraz büyüdükleri zaman yakınlardaki bir kıza tutuluyorlar, kız değerli şeyler istiyor ve çocuklar annelerinin gırtlağına çöküyorlar. Biri kalbinden bıçaklıyor kadını, takılarını alıp kıza gidiyorlar ve tekrar geleceklerini söyleyip koştur koştur okula yetişiyorlar. İnsanın karanlık doğası açığa çıkıyor bu öykülerde, en çok da bu üçünde.

“Sonu Kötü Biten Masallar”dan beşiyle karşılaşıyoruz, ilkinde küçük bir çocuk ders çalışıyor, ayak seslerini duyunca arkasını dönüp bakıyor, hoş bir kız. Hırsız aynı zamanda, evden bir şeyler çalmış, gidiyor yavaş yavaş. Çocuk yerinden fırlıyor, kızı yakalıyor. Kız şu. İkinci masalda kutsal kitaplardaki Yusuf’la arasında denklik kuran modern Yusuf’un hikâyesi var. Üçte nişanlanan bir doktorun ansızın karar değiştirmesi yer alıyor, nişanlısının kanını birtakım kimyasallarla karıştırıp tahlil eden doktor dehşete düşmüş bir şekilde kaldırıyor kafasını mercekten, hemen yüzüğü geri yollayıp vazgeçtiğini söylüyor. Ne gördüğünü bilmiyoruz, şahsen ben bilmek de istemem, öykü her taşın eksiksiz bir şekilde sıralandığı duvarlar gibi olmamalı. Neyse, dörtte denize giren genç bir adamın kısa süreli aşık olma macerasını görüyoruz. Adam açıklarda bir kız görür ve yüzmeye başlar, kıza yaklaştığını düşündüğü her seferde kızla arasındaki mesafenin aynı kaldığını görür. Gece olur, şafak vakti yaklaşır, adam yüzmeye devam eder. Yaşamına mal olsa da kıza ulaşacağını söyler kendi kendine. Sabah olunca kız ortadan kaybolur, adam yaşamını düşünür. Son. Beşinci, büyükbabanın torunu için kesmeye niyetlendiği çiçeği diriltme çabaları. Sapın yarısını keser, sonra pişman olur ve elinden gelen her şeyi yapıp çiçeği kurtarmaya çalışır. Başarılı olamaz, çok üzülür.

Bir sabah tüm taçyapraklar çiçeğin solgun, hasta dalından yere düşmüştü. Tabii yapraklar da.

Bunda şaşılacak bir şey yok, büyükbabanın ertesi bahar artık toprağın altında dinleniyor olması gibi.” (s. 65)

“Üç Kızlar Hakkında Hikâye” de sonu kötü biten masallardan. Üç kız kardeş baykuşlarla oynar, çiçeklerle dans eder, masal aleminde yaşarlar. Bir gün ufukta bir şövalye görünür, kızlardan en büyüğüne yavaş yavaş yaklaşır, kızın gönlünü çalar. Kız için sonsuz mutluluk sona ermiştir, baharlar bile solgundur artık. Ertesi yıl ortanca kardeş aynı şekilde dağılır, sonraki yıl üçüncü. Şövalye bir daha çıkmaz ortaya, sonsuza dek kaybolur. Baykuşlar kızlardan şikayetçidir artık, ağlama seslerinden uyuyamadıklarını söylerler birbirlerine. Sembollerin yağdığı bir öykü veya sadece düz anlamıyla güzel bir öykü. Masal.

“Cerrah” ilginç bir öykü. Csath’ın zamanında nörolojiye dair pek bir şey bilinmiyordu, beynine demir saplanıp ölmeyen, yaşamına devam ederken kaybettiği bilişsel yetileri üzerinden varsayımlarla bilimsel veri devşirilen insanlar yeni yeni ortaya çıkıyordu, dolayısıyla bilinmeyen üzerine çok parlak fikirlerle kurgular oluşturulabilirdi. Csath oluşturmuş bir tane, evrensel çözücülerin en kusursuzu olan zamanın beyindeki bir fonksiyondan kaynaklandığını “bulan” bir doktorun kendi ağzından dinliyoruz hikâyeyi. Zamanın aslında var olmadığını, beynin bir yaratısı olduğunu, beyinde zaman algısını yaratan bölgenin alınmasıyla ölümün, yok oluşun ortadan kalkacağını söyler doktor, çalışmalarının sürdüğünü ve başarıya ulaşana kadar absente sığındığını anlatır. Hoş.

Yirmi iki öykü var kitapta, afyonun etkisinden rüyaların düz, klasik anlatımına kadar pek çok konu işlenmiş. Çoğu iyi bu öykülerin, okunmalı. Macarlardan kötü yazar çıkmaz diyesim var, bu kitapla birlikte kanım kuvvetlendi.

Liked it? Take a second to support Utku Yıldırım on Patreon!
Become a patron at Patreon!