E. L. Doctorow – Zorlu Günler

Metnin adıyla kasabanın adı “Hard Times”, ABD’nin pek çok yeri Altına Hücum döneminde kıyamet yeri olduğu için insanlar ne zaman öldürüleceklerini bilmiyorlar, diken üstünde yaşıyorlar derken kasabaya Kötü Adam geliyor, barda en pahalı viskiyi yuvarlayıp kızıl saçlı Florence’a göz koyuyor. Kadının elbisesini göğsüne kadar yırtıyor, bardakilerden ses yok. Kadını tutup üst kata sürüklüyor, feryatlar, yardım çığlıkları, yine kimseden ses yok. Ufaklık Jimmy Fee hemen koşup babasını çağırıyor, adam Flo’ya düşkün. İşini gücünü bırakıp koşturuyor ama Kötü Adam’ın kurşunlarıyla delik deşik oluyor. Kızılderili John Bear bahçesinde yemek yerken Kötü Adam’ın bahçesini tarumar etmesine ses çıkarmıyor, silah çeken birini daha haklıyor adam. En sonunda anlatıcı Blue saldırıyor ama tutturamıyor hedefi, ayaklarının dibine saplanan kurşunlardan kaçmak için dans ederek uzaklaşıyor. Tüccar Earl atına atladığı gibi terk ediyor kasabayı, Kötü Adam barı yaktığı zaman etraftakiler uzaktan izlemekle yetiniyor, kahkahalar madenlere doğru uzaklaşıyor. Müthiş bir başlangıç, yeni yeni palazlanan bir yerleşimin kısa sürede yerle bir edildiğini ağır çekimde izliyoruz. Kanun adamı yok, zaten o dönemde posta idaresi de tam işlemiyor ki ABD’de güvenliğin posta hatlarıyla sıkılaştığını anlatır Simon Garfield Mektup adlı eserinde, bu çok lüzumlu bilgiden sonra kasabada ölenler dahil herkesin ilk bölümde ortaya çıktığını, sonradan katılanlar dışında karakterleri tanıdığımızı söyleyeyim. Korkaklar çünkü kaybedecekleri çok şey var, Blue gibi diğer sakinlerin çoğu da hayalleriyle göçmüşler oraya, madencilerin gelip takılacakları bir kasaba yaratmak için ellerinden geleni yapmışlar, sonra haydudun biri gelip her şeye çökmüş, hikâyenin başı. “Bodie’den gelen Kötü Adamlar sıradan haydutlar değildir. Bozkırın tozuyla ya da gökten inen doluyla nasıl baş edilemezse onlarla baş etmek de öylesine olanaksızdır.” (s. 16) Şöyle bir adam, attığını vuruyor, hayvanın teki. Bu kadar ön planda olmasının sebebi geri geleceğini söylemesi. Yanan bütün yapıların yerine terk edilmiş kasabalardan bin bir zahmetle toplanan tahtalarla yenileri yapılacak, Blue kasabaya gelenleri orada tutmaya çalışacak, her şey yolunda giderse tekrar huzur içinde yaşayacaklar ve hazır olacaklar bu kez, saldırılara karşı hazırlık yapacaklar. Belediye başkanlığını üstlenen Blue’nun planı başlarda işliyor, bozkırdan gelen atlı arabadan çıkan üç kadını ve Zar’ı kasabaya yerleşmeye ikna ederek nüfusun artmasındaki ilk hedefine ulaşıyor. Anlatının geri kalanında, finale kadar bir ABD kasabasının kuruluşunu sosyoekonomik açıdan göreceğiz, karakterlerin birbirleriyle kurdukları çıkar ilişkilerinin duygusal ilişkilerle çatışması, dostun düşmana dönüşmesi, en güvenilir insanların zor şartlarla sınanmaları, bir sürü şey. Molly’nin durumundan bahsetmeli, Kötü Adam barı yakarken Mol’ü de alıkoyduğu için kadın cayır cayır yanıyor, zor kurtarıyorlar. John Bear ırkının bilgeliğiyle kadını iyileştirmeye çalışırken Zar ve diğer kadınların saldırısına uğruyor, hiçbir yerli beyaz bir kadına dokunamaz onlara göre. Kasabada ayrım yapılmadığına inanamıyorlar uzun süre, orada yaşamaya başladıktan sonra düzenin bir parçası haline geliyorlar. Molly bir türlü toparlanamadığı için sonradan gelenleri istemiyor, Blue’nun Kötü Adam’ı vuramamasını adamın başına kakıp duruyor, sonraları sevgili olsalar da aklında tekrar saldırıya uğrayacakları fikri kök salıyor. Travması da büyük, kasabaya hemen herkesi toplayan Blue’nun hata yaptığını, sonlarını getireceğini söylüyor ama dinletemiyor sözünü. Blue kadının haklı olduğunu çok geç anlayacak. Earl’ün kardeşi büyük şehirden geldiğinde kardeşinin kaçtığını öğreniyor, Blue’nun aklını çelmesiyle yanında getirdiği malları satarak ticarete başlıyor. İyi plan, namı yayıldıkça kardeşinin çıkıp geleceğini düşünüyor ama Earl ortaya çıkmayacak, kardeşi de Earl’den haber getirdiğini söyleyen her madenciye bir parça yiyecek vererek sömürtecek kendini. İnsanların uyuşma süreci oldukça sancılı, çıkan kavgalar öyle veya böyle engellendikten sonra bu kez doğanın saldırısı başlayacak. Kar fırtınaları yüzünden kasabanın bütün yiyeceği tükenmeye yüz tutacak, insanlar gitmek isteyecek ama Blue bir şekilde tutacak onları işte, kasabayı büyütecek.

Doğal sınırlar. Yeterince büyüyen bir yerleşim yeri, devlet, herhangi bir örgüt denetlenmeye ihtiyaç duyar, yoksa düzenin yavaş yavaş kaosa evrildiği görülür. İkinci bar kurulmuş, madenciler kasabada daha çok vakit geçirmeye başlamışlar, posta aracı haftada iki kez gelmeye başlamış, maden şirketinin de yakınlardan yol geçireceği söylentileri çıkınca yeni bir başlangıç arayan kim varsa kasabaya akın etmiş. Merkezî devletin memurlarından biri kasabaya gelip durumu görünce Blue’ya söylediği ilk şeylerden biri tek eksiğin hapishane olması. Bir an önce hapishane kurmaları gerektiğini söylüyor, sonradan gelenlerden birini de şerif yapıp yoluna devam ediyor. Şerif silah kullanmakta usta, Jimmy’ye silah kullanmayı da öğretiyor, güvenlik önlemleri yavaş yavaş artıyor ama yeterli olmayacak. Blue’yla Mol arasındaki ilişki evlilikle sonuçlansa da Jimmy’nin kıskançlığı yüzünden Blue zor zamanlar geçirecek, çocuğu bir kenara çekip konuşsa da öfke patlamalarına engel olamayacak. Evlilikler, doğumlar topluluğu yakınlaştırsa da derinlerde çözülemeyen problemler ortalığı iyice kızıştırdıktan sonra çok sayıda madencinin kasabaya geldiği bir gün sonun başlangıcı. Barlarda kavgalar, sonrasında Kötü Adam’ın tekrar ortaya çıkıp önüne çıkanı vurması kan gölüne çevirecek ortalığı. Yakınlardaki bir kasabaya dair anlatılan hikâye Zorlu Günler’in de hikâyesi, sıfırdan kurulup giderek zenginleşen kasabaya kısa süre önce gelen altı adam her şeyi yakıp yıkarak mekânı viraneye çevirmiş, akıbeti paylaşıyor bizimkilerin kasabası. Mol mücadeleyi baltalayarak ne yaşanacaksa bir an önce yaşanmasını sağlıyor, iki yıl boyunca kolektif bir çalışmayla inşa edilen yapı bir günde mahvoluyor. Blue’nun itiraflarında her şeye hazır olmak diye bir şeyin mümkün olmadığına dair hoş bir pasaj var, insanın her sıkıntıyı kısa bir mutluluk anıyla unutabildiğini söylüyor. Dehşet anlarını hatırladığı bölümlerde kayıtsızlığa sığınması da savunma mekanizmasının iyi bir anlatımı aslında, kafası parçalanan, kurşun yiyen, yakılan kim varsa birer birer sayıyor, onca ölünün ardından hayatta kalan nadir insanlardan biri olduğunu düşünemeyecek kadar üzgün. Hafızayla ilgili bölümlerin bir ölçüde Norman Mailer’ı etkilediğini düşünüyorum, arka kapakta Mailer’ın metni öven sözlerine bakarak söylüyorum, o da seçilmiş anıların esas tarihçeyi oluşturmadığından bahsediyordu Sert Erkekler Dans Etmez‘de. Blue’nun deyişi Mailer’ın metninden yankılanıyor: “Olanları yazdım; neler olduysa baştan sona anlattım. Şimdi de beni ölümden çok korkutan bir düşünceyle karşı karşıyayım: Ya bunlar evrensel gerçeği yansıtıyorsa? Sanırım olamaz, çünkü yaşadığımız anların hangilerinin önemli hangilerinin önemsiz sayılacağını başından bilirmiş gibi, herkesin her söylediği sözü kulağımla duymuş gibi yazdım. Böylesine sınırlandırılmış olamaz gerçek, bu çarpık yazılarla anlaşılamaz.” (s. 278) Böyle bir derleyip toparlama çok mantıklı, yapılması da gerekir, anılarını anlatan her anlatıcının diyalogları kusursuz bir şekilde aktarması mantıklı değil. Zirve ve dip noktaları en iyi hatırlananlar, mesela Zar’ın kafa derisinin yüzülmüş ve karnından kurşun yemiş halinin anlatımı capcanlı, en başından beri John Bear’la çekişme halinde olduğu için sonu şaşırtmadı. Kasabanın sonu da şaşırtmadı, Blue sırf iyi niyetle hareket ederek güruhu yönlendirmeye çalışsa da insanların hırsını unutmuş besbelli, kendinde olmayan hırs başkalarında hayli hayli var, o zaman kasabalar neden yakılmasın?

Doctorow’un ilk romanı, çevirmen Armağan İlkin. İyi roman, tekrar basılmalı ama bu şartlarda nasıl olacak bilmiyorum.

Liked it? Take a second to support Utku Yıldırım on Patreon!
Become a patron at Patreon!