Benlik, ruh, zihin nedir, yapay zekânın yapaylığı ve zekâsının nitelikleri neler olabilir, bu tür konular üzerine yazılmış öyküleri, makaleleri ve denemeleri toplayan iki bilim insanı metinleri değerlendiren yazılar yazmışlar, ortaya bu şahane kitap çıkmış. Hofstadter ve Dennett’ın araştırmalarını ALFA bastı, ikisinin Voltron’u oluşturduğu bu metni de basarak bilim dünyamıza pek de sallanmayan süper bir katkı sağladıkları için teşekkür ediyorum. Benim kafamı açtı, bazı noktalarda birkaç şeyi araştırıp anlatılanları anlamaya çalıştım, hoş bir meşgale oldu. Aşırı teknik bir dil yok, meselelere biraz ilgi duyan herkes ucundan kıyısından yakalar. Altı başlıkta gruplanan konular şunlar: “Benlik Duygusu”, “Ruhu Araştırmak”, “Donanımdan Yazılıma”, “Program Olarak Zihin”, “Yaratılmış Benlikler ve Özgür İrade”, “İç Göz”. Her bir bölümden bir parçayı ve ikilinin yazdığı değerlendirme yazısını inceleyeceğim. Haydi yallah hop hop hop.
“Borges ve Ben”de bir Borges eseridir, kısacıktır, Borges bir şeyler yazabilsin diye var olan bir Borges anlatıcıdır ama anlatıcı Borges esas Borges değildir, zihinden bağımsız beden rolündedir. O da Borges’tir ama o şahane metinleri yazan Borges değildir. Stevenson’ın düzyazısından zevk alan, on sekizinci yüzyıl tarzı tipografiden zevk alan anlatıcı Borges’in de bunlardan zevk aldığını ama kendini beğenmiş bir tavırla bunları “bir aktöre has özellikler” haline getirdiğini söylüyor. Kaderi değiştirilemez, yaşamı Borges’e aittir. “Yıllar önce ondan kurtulmaya çalıştım, kenar mahallelerin efsanelerini bırakıp zaman ve sonsuzlukla ilgili oyunlara geçtim ama bu oyunlar artık Borges’e ait, benim başka şeyler hayal etmem gerekiyor. Bu yüzden hayatım bir kaçış, her şeyi yitiriyorum, her şey ya unutulup gidiyor ya da ona kalıyor.” (s. 30) Sınırların kesin olarak çizilememesi, kurmaca benlikle gerçek (gerçek?) benlik arasındaki geçişkenliğin kimliği bulanıklaştırması bir yana, dışarıdan görünen halimizin de çatışmalara yol açtığını söylüyor H&D, verdikleri örnekte vitrindeki televizyonda bir adamın soyulmasını izleyen adam aslında ekrandakinin kendisi olduğunu fark etmiyor çünkü “kendilik algısı” çarpık o an, kendini düşünse de doğru biçimde düşünmüyor. Kendilik temsili diğer bölümlerde de sıklıkla karşımıza çıkacak, temelleri atıyorlar bu öyküyle. Son örnek şu: Bir bilgisayar radyo dalgalarıyla bağlı olduğu robotu yönetiyor, robot nerede olduğunu bildirecekse kendi konumunu mu yoksa bilgisayarın konumunu mu verecek? İş çatallanıyor sonraları, bunlar çok basit örnekler.
“Turing Testi: Bir Kahve Sohbeti” tam da düğümü sıkıca atacak ve çözemeyecek üç kişinin, biyoloji, fizik ve felsefe öğrencilerinin muhabbeti. Özetleyeyim, Turing Testi’nin geçerliliği sorgulanıyor, bir insanın geçeceği veya geçemeyeceği testi yapay zekânın niteliğini belirlemekteki yetkinliği ele alındıktan sonra yeterince zeki füzelerin en sonunda savaş karşıtlığına varacaklarına ve fırlatıldıkları yere geri döneceklerine dair şakalar yapılıyor, maksat yapay zekâya yüklenecek temsillerle gerçekliğin -varsa- farklılaşacağı noktayı irdelemek. Simülasyonla gerçeklik arasındaki fark, insanın soyut düşünme yeteneğinin çok daha karmaşık, öngörülemez eylemleri, düşünceleri ortaya çıkarmasına karşın yapay zekânın bu tür bir örüntüyü yaratamayacağını gösteriyor. Yaşamı simüle edebiliriz, robot insanlara her davranış kalıbını, insana dair hemen her şeyi yükleyebiliriz ama bu onların zekâya sahip olduğunu göstermeyecektir çünkü “hemen her şey”e benlik, kimlik ve benzeri toplamlar dahil değil. Beynin hemen her yerinde şimşekler çakıyor, fişekler patlıyor ve bilinç ortaya çıkıyor, indirgemeci yaklaşımla her şeyin kimya ve biyolojiyle ilgili olduğunu söyleyebiliriz ama böyle değil tabii, en büyük gizem hâlâ çözülememiş bir şekilde duruyor. Sistemi kopyalayıp robotlara aktarmanın işe yarayacağını Ray Kurzweil iddia ediyor, ona göre zihinsel süreçleri en ince detaylarına kadar bilmek zorunda değiliz, c/p yapsak iş görür. Buradan başka bir yere bağlanıyor mevzu, Hofstadter bir şarkıyla şarkı simülasyonu arasındaki farkı düşünüyor. Yoktur herhalde, beynin ilgili bölgelerine veri ateşlense şarkı dinlerken gerçekleşen süreç aynen gerçekleşecektir ama burada önemli olan zaten yapılmış bir şeyin simülasyonundan yeni bir şeyin devşirilemeyeceğidir. Mozart’ın yeni bulunan bir eseri diye yapay zekânın bestelediği bir eseri uzmanlara dinletmişler, neredeyse hepsi eserin Mozart’a ait olduğunu söylemiş, bu deneyde sadece ödevine iyi çalışmış bir makinenin başarısını görüyoruz.
“Donanımdan Yazılıma” ruhun ne olduğuna dair bir denemeyle başlıyor, maddenin her yana dağılsa da varlığını sürdürmesi gibi ruhun da bedenin sınırları içinde var olduğunu söylüyor. Ruh veya can bir rehbermiş gibi, buradan Dawkins’e geçiyoruz ve genlerimizin aslında bedenimizi var olmak için kullandıklarına dair ilginç fikirlerle karşılaşıyoruz. Biz “yaşamkalım makineleri”yiz, ilk versiyonlarımız muhtemelen koruyucu bir kılıftan fazlası değilken şimdi çok daha karmaşık, kendini çözümleyemeyecek kadar karmaşık yaşam formları haline geldik. Kolay olmadı, güçsüzler elendi ve güçlüler kaldı, o halde güçsüzlerin yaşadıklarına genlerin simülasyonu diyebilir miyiz? Gen bencil, hayatta kalıp kalamayacağını anlamak için canlıların yapısıyla oynadı, doğru formülü tutturunca varlığını garantiye almış oldu. Başka bir metinde karıncaların muazzam dünyasından bahsediliyor, beyninkiyle benzer bir yapı. Karıncalar komün halinde yaşıyorlar, grubun mesajı tek bir karıncanınkini duymamaya yol açıyor. Anlatıdaki karakterlerden biri karıncaların kolektif zekâsına “Hillary Teyze” adını takmış, parçaların bir araya getirdiği varlık parçalardan çok daha fazlası. Beyin de öyle, sadece doku ve cızt bızttan ibaret değil, hatta teoride Bach’ın 200 yıl önce klavseninden çıkardığı sesleri atmosferdeki molekül hareketlerini hesaplayarak elde edebilir, dağılmış bilgiyi bir araya getirebilir ve kaydederek Bach’tan canlı bir konser dinleyebiliriz. Bu yazıyı yazıyorum, aklımda sadece anlamı aktarabilmek var, dolayısıyla sözcüklerle düşünüyorum, harflerle değil. Harfler bir alt sistemin ürünü, çizgiler daha da alt bir sistemin, bana ulaşabileceğim en üstü gerekiyor ama bunun için bütün alt sistemleri kullanmak zorundayım, kullanırken bu sistemlere en üst sisteme verdiğim gibi bütün dikkatimi vermek zorunda değilim. Kısacası daha hangi parçaların bir araya gelebileceğini, insan topluluklarının neleri başarabileceklerini bilmiyoruz, gruplaşarak en fazla devlet gibi kompleks yapıları ortaya çıkarabildik. Yapabildiğimizin en iyisi bu şimdilik. Bir de Pacific Rim var, mesela o da başka bir gruplaşma ürünü. En küçükten en büyüğe doğru varlığın, yaşamın seyridir bu bölüm, daha girift konulara girmek için hazırlık gibi de düşünülebilir.
Kısaca değinip bitireceğim, bu örgütlü bilinç türlerinin çoğalma, ayrışma veya kopyalanma durumlarında ortaya çıkacak paradoksları ve ihtimalleri inceleyen bölümde kayış kopuyor artık, hikâyeler uçuk. Diyelim ki Mars’tayız ve kafamıza göktaşı düşmek üzere, hemen teleklona giriyoruz ve tamamen kendimiz olan bir kendimizi dünyadaki teleklonda yaratıyoruz. Ailemiz çok seviniyor, çocuklarımız havalara uçuyor ama Mars’ta göktaşının düşmesini bekliyoruz, aşağıya (aşağıya?) yolladığımızın kendimiz olmadığı besbelli çünkü yukarıda hâlâ yaşayıp yaşamadığımızı düşünüyor, esas bedenden tamamen koptuğu için bilgi akışı kesildi. Birden iki olabiliyorsa birin anlamı nedir? Beynimizi/bilincimizi bedenimizden ayırdık ve çok tehlikeli bir görev için bir robotun içine girdik, duyu organlarımız bu yeni forma alışabilecek mi? Daha da önemlisi tam olarak neredeyiz, nerede sayılırız?
Yaratıcı ve özgür irade, benliğe bakış gibi meselelerle noktayı koyuyorlar, Hofstadter ve Dennett isteseler daha çok metin ortaya çıkarırlar böyle, keşke isteseler.
Cevap yaz