Demirtaş Ceyhun – Bütün Dünyadan Özür Diliyorum

Ceyhun’un bütün dünyadan özür dilediği başka bir metni vardı, Türkler gömülünce kendini de gömülmüş saydığından özür dileye dileye yerleri öpmeye başlıyordu. Burada anılarıyla kurguyu karıştırıyor, yine birilerinden özür diliyor, Koreli var, Gürcü var, Arap var, PEN veya başka organizasyonlar vasıtasıyla besbelli güzel gezmiş Ceyhun da laf yemekten imanı gevreyince özür dileyip kurtulmaya çalışmış. İroni tabii. Whataboutism dolu bir metin, yani Ermenileri yerlerinden ettik de bir biz mi öldürdük, Kürtler de eşlik ettiler, hani muhataplar bilmiyorlarsa. Gibi. Gürcülerle başlıyoruz, yıl 1987, Gürcistan Yazarlar Birliği’nin davetlisi olarak oturduğu masada yemiş içmiş Ceyhun, sonra masanın tamadası -efendisi diyebiliriz, onlarda öyle bir gelenek varmış, onlarda işkembeyi rakıyla lüpletme geleneği de varmış, Ceyhun ne dertler çekmiş orada- Türklerin NATO’ya girişini Gürcü kızına girmelerine benzetiyor, kahkahalar atıyor, hani eskiden Gürcü kızlarını kaçırırlarmış da pis ederlermiş, NATO’yu da Gürcü kızı sanmışlar, hah hah. Komik insanlar Gürcüler, 1985’te İstanbul Kitap Fuarı’na gelen Yevtuşenko’dan da dinlemiş Ceyhun, aşırı komik, yardımsever, misafirperverlermiş, bilmem ne. Şarkı yakmayı pek severlermiş içerken, alkol oranı yeterli seviyeye ulaşıp havada görünmeye başlayınca Gürcülerin üçü beşi hemen yanık yanık bağırırlarmış, süper olay. Mevzuya gelelim, Gürcüleri Müslüman sanırmış Ceyhun, Tiflis’e iner inmez şaşırmış en eski Hıristiyan yapılarından bazılarıyla karşılaşınca, dediklerine göre Türklerden kurtarılanlarmış onlar, tarihte tam 2500 kilise yıkılmış. Paradigması cortlamış Ceyhun’un, Osmanlı tebaası olarak aynı sorunlardan mustarip olduklarını düşünürmüş ama nereye gittiyse ayar yediği için aslında Osmanlı gibi görüldüğünü geç anlamış. Bulgaristan’da özellikle, 18 Şubat 1978’deki ziyaret sırasında: Sofya Pres bir haftalığına Bulgaristan’a çağırmış Ceyhun’u, sıradan bir gezi gibi görünüyor ama aslında Bulgaristan’ın kuruluşunun 100. yıldönümü kutlamalarını gözlemlesin diye bu. 93 Harbi’ni ilk kez ciddiyetle düşünmüş Ceyhun, muhacirlerin halini, soykırımın derecesini, ardından Vasil Levski’nin heykeline bakar bulmuş kendini. “‘Vasil Levski mi kim?’ demişti hayretle. ‘Sahi… Vasil Levski adını hiç duymadınız mı Türkiye’de? Olamaz. İnanılır gibi değil. Vasil Levski, Bulgaristan bağımsızlık savaşının bayrağıdır. Devrim Komitesi yöneticilerinden olduğu için, 1873 yılında yakalanıp idam edilmiş Sofya varoşlarında. Papaz Kristü adında bir alçak ihbar etmiş onu Osmanlıya. Yerini bildirmiş. Mithat Paşa da, yakalatmış, hemen ipe çektirtmiş. Yani kurtuluştan topu topu 5 yıl önce, daha 36 yaşındayken Osmanlılarca öldürülmüş Levski. Devrimden sonra da, asıldığı yerde Levski alanı yapıldı.’” (s. 25) Günlerce gezdiriliyor Ceyhun, savaşların yapıldığı yerlerdeki kalıntılara bakıyor, sonra kalabalığın orta yerinde Türk olduğunu söylüyor rehberi. Eyvah, herkes dönüveriyor, dehşet dolu gözler, zaman duruyor. Hikâyelerden biri bu, Gürcistan’daki masaya kim oturduysa merakla dinliyor Ceyhun’u, Levski’nin anıtının önünde özür dilediği gibi masada kadeh de kaldırmak zorunda kalıyor Levski’nin ruhuna. Sonraki olay Şam’da, aslında “Dimaşk” ama başka isim takmışlar. Başka insanların şehrine başka isim. Ceyhun görüyor ki Türklere karşı zerre sempati yok, Türkçe bilen yok gibi bir şey, İsrail’le savaş halinde olmalarına rağmen hayat sürgit, asker giysili dilenciler dört bir yanı sarmış. 1970’lerde bütün dünya orayı SSCB’nin güdümünde biliyor ama ne bir orak ne bir çekiç görmüş Ceyhun, şaşırıyor, üstelik mevzuyu sorduğu kişi parlıyor, ne demekmiş komünizm, mecliste çoğunlukları mı varmış, ne saçmalık. Yoksulluk diz boyu, buna rağmen vur patlasın çal oynasın, sebebini Türkiye gibi asker ateşleyen Suriye’nin elde ettiği hibelerden biliyor Ceyhun. Falih Rıfkı Atay’ın Zeytindağı nam metninde anlatılan Suriye hiç değişmemiş, oraya giden Türkler hemen Araplaşıp ayak uydururlarmış çoğunluğa, Türk olup olmadıkları sorulduğunda “estağfurullah” çekerlermiş. “Bizi en çok şaşırtan noktalardan biri de dil konusunda oldu. Özellikle de Şam’da, pardon Damascus’da, Türkçe bilen çok kişiyle karşılaşacağımızı sanıyorduk çünkü. Türkçe bilmeyenle de, Osmanlıcamızın yeteceğini düşünüyorduk anlaşabilmemiz için. Hıh… Ne gezer… İnanır mısınız, onca günde, oteldeki Türk asıllı garsonla, bir dükkanda rastladığımız Türkiyeden gelmiş bir Ermeniyi saymazsak, Türkçe bilen birini görmedik. Osmanlıcadan da haberleri filan yokmuş. Daha doğrusu, Osmanlıcanın içindeki Arapça sandığımız sözcükleri de anlamıyorlardı. Ya Arapça değişmişti bunca zaman içinde, ya da Arapça sandığımız sözcükleri demek Osmanlı uydurmuştu.” (s. 43) Ceyhun’un tatlı şaşkınlığı beni benden aldı, demek Arnavutluk’a gitse önüne gelenle Türkçe konuşmaya çalışacaktı. Yine bir anıt muhabbeti, rehbere ne anıtının önünde durduklarını soruyor, meğer Cemal Paşa’nın astırdığı 40 Arap milliyetçisini anmak içinmiş o. Hiç yoktan bir özür daha. Nereye gitse Osmanlıların dilemediği özürleri dilemek zorunda hissediyor Ceyhun, gerçekten çok enternasyonal bir mevzu.

Kuzey Kore bahsi. Ceyhun’un en az bir kitabının Koreceye çevrildiğine dair bilgi var internette, geziden sonra diye düşünüyorum. Geziyle ilgili bilgi yok, Asya-Afrika Yazarlar Birliği’nin Pyongyang’da yapılacak bir edebiyat sempozyumuna çağrılmış Ceyhun, marş marş. Gençliğinden hatırlıyor, DP başa gelir gelmez ilk icraatlarından biri Kore’ye asker göndermek olmuş, İsmet İnönü meselenin Meclis’e getirilmeyip hukuksuz biçimde şak diye sonuçlanmasını eleştirince de vatan hainliğiyle suçlamışlar. Neyse, “Türk’ün düğünü savaştır”, “Türk savaş görmesin, kaplan kesilir” türü yavelerin yankılarıyla 5000 asker gönderiliyor, üstelik sabit 5000 bu, ölen olursa yerine hemen yenisi gönderilecek yani. Öyle de oluyor, ilk giden birlikler savaşın en civcivli yerlerine dağıtılınca kara haberler gelmeye başlıyor hemen, daha da kara haberler gelsin diye yeni sevkiyat. Gazetelerde bir dünya kahramanlık öyküleri, Ayhan Işık’ın oynadığı Kore filmi, sağ dönenlerin açtığı “Korelinin Kahvesi” tarzı yerlerden ekmek çıkarmaca, yani ülkenin tuhaflıkları bitmek bilmez ama o dönem akıl tutulması en geniş kapsamlı hallerinden birini gösteriyor. İşte, Ceyhun geziyor, izinsiz fotoğraf çekmek yasak, sokağa çıkmak yasak, onun dışında şehirler çok güzel, yeşil oklar saplanmış resmen betonun ortasına, her şey süper. İlginç bir bilgi daha: ateşkes imzalanmış ama barış anlaşması imzalanmamış, bu durumda 5000 askeri 1960’lara kadar orada tutmuş ülke, eh, ekonomik darboğaz yüzünden 200 askere inmiş birlik, 1965’te bir manga, 27 Haziran 1971’de de tamamen çekmişiz askerleri. 20 yıllık bekçilik, neyin bekçiliğiyse dünyanın öbür ucunda. Sonradan hikâyeler ortaya çıkmaya başlamış, sınırın iki tarafında kavuşmayı bekleyen aileler, teyzelerin öte tarafta kalmaları, sayısız parça. “Tam 35 yıl sonra Türkiye’den bilmem kaç bin kilometre ötede, Kuzey Koreli çocukların ağzından bir acı gerçeğimizi, bir utancımızı daha öğreniyordum. Demek, bu çocukları teyzelerinden, halalarından, dayılarından ninelerinden; nineleri torunlarından, oğullarından, gelinlerinden ayıran biraz da bizdik. Gerçekten utandım kendimden. Ve hemen karar verdim; Sempozyumda ben de bir konuşma yapacaktım. Yağsız, yalansız, riyasız…” (s. 62) Bir özür daha. Bizde bu savaşın ne edebiyatının ne şiirinin olduğunu söylüyor Ceyhun, üfürükten filmleri çekilmiş de sanata yansımamış benimsenmediği için. Unutulmuş ayrıca, Kore’de ölenler öldükleriyle kalmışlar, Türkiye de NATO’ya girmiş işte.

12 Eylül’den sonra PEN tekrar kurulacak ama nerede, Federal Almanya’da kurulması için çağrı yapanlar var. Konuyla ilgili önemli bir toplantıya temsilci olarak gidiyor Ceyhun, ne yapılacaksa Türkiye’de yapılması gerektiğini söyleyerek Almanya planını boşa çıkarıyor. Ermenilerden ve İranlılardan özür dilemeden dönmüyor, özürler de ilginç ama en dikkat çekeni o ülkelere dair hafif teneke, çoğun gerçekçi tespitler. Gezi yazısı değil elbet de anıdan mekânlar çıkarılabiliyor, sokak besbelli, insan sesi geliyor yani. Ceyhun’un yazarlığı, toplamı düşününce, meh ama bu metin okunmaya değer.

Liked it? Take a second to support Utku Yıldırım on Patreon!
Become a patron at Patreon!