Tarafımdan oluşturulmuş bu yorumun tüm hakları kitapyurdu.com’a aittir.
Avusturya’nın büyük savaşlardan önceki cafcafı meşhur, Zweig’ın umutsuzluğunda o günlere dönemeyecek olması pay. Edebiyat, müzik, sanatın bütün dalları yükselişte, balolar şenlikli, yaratıcılık açısından ideal ortam. Lucius gibiler için bilim var, çocukluğunda ilgi duymaya başladığı tıbba yönelen genç adam dönemin bilimsel gelişmelerini izleyerek “sanatında” diyeceğim, hızla ilerliyor, Profesör Zimmer’in ilgisini çekerek röntgen yoluyla damarların daha net görüneceği bir karışım üzerinde çalışmaya başlıyor. Frenoloji gibi zırvalar bırakılmış ama buluşa tamamen hazır zihinler henüz ortada yok, Lucius umut vadediyor. Marie Curie’yle tanıştıktan sonra doğru yolda olduğuna kanaat getiriyor iyice, tek sorun üzerinde çalışacağı deneklerin yokluğu. Zimmer zar zor buldukları köpeklerin ölümünden pek rahatsız değil, oysa Lucius kesin icatlar için en ideal kaynakları elde edemediği için orduya katılmaktan erinmeyecek, ailesinin ve hocasının ısrarlarına rağmen cephe gerisinde değil de savaşa en yakın noktada görev alacak. Birinci Dünya Savaşı henüz çıkmasın, Lucius tıp okumaya da başlamasın, ağzından kanlı köpükler saçarken bulalım onu. Zırvaların da altın çağı değil mi o dönem, spiritüalizm zirvede, bilim tuhaf konseptlerin etkisi altında, değişik. Kanlı köpük olayı Lucius’un kekemeliği yüzünden, annesinin bulduğu şarlatan doktor ağza konan kesici aletlerle çocuğu konuşturmaya çalışıyor, bir başkası taş yerleştiriyor çocuğun ağzına, bir dünya saçmalık. Mason dönemin net bir fotoğrafını gösteriyor başta, varsıl bir ailede büyüyen Lucius’un tuhaf huylarını nasıl edindiğini görüyoruz. Babası gazi Lucius’un, yaralandığı zamanlardan başka pek bir şeyden bahsetmiyor, oğlundan da benzer bir yaralanma bekliyor herhalde. Anne beter, Klimt’e yaptırdığı resimde oğluyla birlikte yer alırken Lucius’u altın rengiyle kapattırıyor sonradan, kendini tek bırakıyor. Annenin oğluna verdiği kısıtlı değer, babanın sergilediği tuhaf davranışlar, aklı zaman zaman giden bir tıp öğrencisi bunlarla büyüyor. Mason’ın metnini kabaca bölümlersek az matrak, çok tuhaf ailenin, hocaların, arkadaşların dünyası ilk bölümü oluşturur, ikinci ve en uzun bölümde savaş vardır, üçüncü bölümse Modiano’ya çark eder resmen, Lucius yıllar önce gördüğü bir kadının peşine düşüp tehlikenin göğsüne bombalama atlar. Davranışlarının nedenleri öyle saklı değildir, Mason okura çözümlenmesi gereken pek bir giz bırakmaz: Lucius’un kekemeliğinin sebebi sosyal fobisidir, annesi yüzünden kalabalık içine çıkmak istemez Lucius. Askere gitmek istemesinde babasının sevgisini kazanmak istemesi vardır da esas nedeni tıp öğrencilerine pratik imkanı sunulmamasında bulabiliriz, arkadaşı Feuermann’la birlikte koşa koşa giderler cepheye. Luc nörolojiyle ilgili araştırmalarını rahatça sürdürebileceğini umar, cepheye yaklaştıkça işlerin pek de istediği gibi gitmeyeceğini dehşetle fark eder.
Zırhın arkasında kanatlar, uzun bir mızrak: Hüsar. Polonya’nın devri geçmiş savaşçı sınıfının son temsilcilerinden biri karşılar Luc’u, yarı yıkık bir istasyondan dağ başındaki köylerden birine doğru yola çıkarlar nice hayal kırıklığından sonra. Luc hep ateş hattına gitmek istese de Ruslar adım adım ilerleyince birkaç atama iptal olur, Luc istediği işi bir türlü yapamaz. Okulunu henüz bitirmemişse de savaş şartları gereği doktor olarak çalışabilecektir artık, en önemli vakası ilk vakası olabilir. Hüsar’ın son kullanma tarihi o kadar geçmiştir ki değişen zamanın yaşayan bir anakronisi haline gelmiştir adeta, geçmişin ayakta kalamayacağının göstergesidir ama diyeceğim şey bu değildi, yaşlı adam işeyememektedir bir türlü. Luc duruma el atar, uyduruktan bir sonda yapıp adamın kanalları açınca bir insanın mutlu bir fıskiyeye dönüşümünü görür. Kendine güven duymaya başlamasa Margarete’in incelikli uyarıları bile kabalık olarak gelebilirdi. Geldikleri köyün revire çevrilmiş kilisesindeki yaralıları tedavi edecektir Luc, Hüsar’la işi bitmiştir, hikâyenin yeni evresi başlar. Kasaba dönüşecektir Luc, yaralı askerlerin yaşaması için kesip biçmeye başlar, uzun zamandır askerlerle ilgilenen rahibe Margarete’in yardımlarıyla ehlileşir, yaşadığı şokun etkisini hemen atlatıp ortama uyum sağlar. Hikâyelerin insanı yeni bir yaşama adapte edebildiğini görmek hoşuma gidiyor, Kolıma Öyküleri ve İzak Babel’in metinleri aklıma geldi hemen, deneyimle birlikte anlatının parçası haline gelmek lazım sanıyorum. Kafayı yememek için. Revirde çalışanlar o güne dek yaşadıklarını parça parça anlatmaya başlarlar, Luc tam olarak neyin içine düştüğünü anlar, uyum sağlar hemen. Tuhaflıkları dikkat çekmez orada, her gün şahit oldukları dehşet yaşam kurtarmaktan başka bir şey düşündürmez. Bir yandan salgınlarla boğuşurlar, tifonun kimi alıp götüreceği belli değildir, her şeyin geçici olduğu bir ortamda insan kalmaya çalışırlar ve başarılı olurlar, öyle ki Margarete’ye ilgi duymaya başlar Luc. Babası zamanında geneleve yollamıştır da oğlunun “normal” bir insan olmasını sağlamaya çalışmıştır, normallikle anormal bir ortamda tanışan Luc’un evrimi hızlanır, insanlara değer vermeye başladığını görürüz. Hata yapacaktır elbet, savaşın en civcivli günlerinden birinde getirilen Macar’ın patolojisini çözmek için adamın fiziksel yaralarının iyileşmesini önemsemeyince hastanelerden asker toplayıp cepheye götüren komutanın öfkesini üzerine çeker, Macar’ın henüz iyileşmediğini iddia etmesi başına iş açacaktır. Komutanın affı yoktur, Macar askeri çırılçıplak soyup karların ortasında bekletir, adamın soğuktan kıvrandığını görünce Luc’u uyarmakla yetinir. Herkes için travmatik bir olaydır Macar’ın uzuvlarını kaybetmesi, Luc neden olduğu faciayı yıllar boyunca unutmayacaktır. Margarete de unutamayacaktır ki onun unutamaması bambaşka bir hikâyeyi doğuracaktır, metni okuyacaklar için sürpriz.
Luc ve Margarete arasında yaşananları başlangıçta her an ölümle yüz yüze gelmelerine bağlayabiliriz, komutan tekrar geldiği zaman daha fazla asker götürülmesin diye feryat figan komutana koşar Margarete, tifo yüzünden herkesin öldüğünü söyler. Komutan öyle korkar ki öldüresiye pataklar kadını, hastalık kapmamak için arazi olur ve piyasaya çıkmaz artık. Luc âşık olduğu kadına gözü gibi bakar, gecelerden birinde olanlar olur. Gizli saklı ilişki çok kısa sürer, Margarete bir şeyden korkarcasına mesafeliyken daha da uzaklaşır Luc’tan, bir gün köyü terk eder. Anlatının başka bir evresine geçiyoruz, Luc kadının peşine düştüğü sıra köyden iyice uzaklaşır ve kendini savaşın orta yerinde bulur. Söylenenlere göre cephe 100 kilometre ötededir lakin ki öyle değildir, Luc kendini Kazakların önünde bulur, çocukluğundan beri korktuğu canavarlardan kaçmaya başlar. Ölmeyecektir ama köye de geri dönemeyecektir, kendini darmadağın bir cephede doktorluk yaparken bulacaktır. Geride bıraktığı kadının izini bulmak için onca uğraşacaktır, sonuçsuz. İzin alıp evine döndüğünde sivil yaşama uyum sağlamaya çalışır, annesinin baskısıyla evlenir, bilimsel çalışmalarını sürdürür, bir dünya saçmalıkla uğraşır. Savaşın sona ermesiyle birlikte köye geri dönme planlarını hayata geçirecektir artık, Modiano el sallamaya başlar buradan sonra. Bitmek bilmeyen yolculuklar, sayısız insan, yıkım manzaraları, müthiş detaylar. Kahraman esas evine dönüyor ama kolay olmuyor açıkçası, ülkelerin sınırları yeniden çizilirken dostla düşman karışmıştır, Luc kendini bilinmeyenin ortasına atmıştır, maceralardan macera beğenir. Tesadüfler, şanssızlıklar, ölüm korkusu iç içe geçer, haftalar boyunca süren yolculuk hiç beklenmedik bir yerde sonlanır. Hayattır, üzülürüz veya seviniriz sonuca, arayışın bittiği nokta Luc’un yeni hikâyesinin başlangıcıdır. Tek bir cümleyle bildirir bunu Mason, son bir cümleyle.
Klasik bir anlatım, mizah kıvamında, döneme dair ayrıntılar şahane, cephe gerisinin detayları zengin. İlgiyle okunur, Luc’a sempati duyulur, sonunda Mason’ın diğer metinleri beklenir.
Cevap yaz