Colm Tóibín – Güney

Tóibín’in yazdığı ilk metin. Günlük parçaları, mektuplar, anılar, dış sesin anlatısı, potpuri. 1950’lerden 1970’lere dek uzanan hikâyenin merkezinde Katherine Proctor var, 24 Ekim 1950 tarihli günlük kaydıyla başlıyoruz. Barcelona’nın sokaklarında dolanıyor Kat, haftalardır orada, kaldığı otelin sahipleri İngilizce bilmiyor, pek kimse bilmiyor aslında, işaretlerle anlaşıyorlar. Kat niye İspanyolca konuşmuyor, çünkü daha yeni gelmiş, İspanyolca veya Katalanca bilmiyor. Öyle hoyt diye mi geliyor, evet, İrlanda’daki evini, ailesini bırakıp resim yapmak için annesinin maddi yardımı sayesinde atlıyor uçağa, hop, İspanya. Otel sahibi kocasının nerede olduğunu soruyor, yalan söylüyor Kat, Fransa’da değil Tom, İrlanda’daki evlerinde. Kat’in on yaşındaki oğlu Richard da orada. Geri dönmeyecek Kat, ailesine karşı hiçbir şey hissetmiyor, isteyerek evlendiği söylenemez, kocasının dokunur dokunmaz boşaldığı söylenebilir, çocuğuna dair hiçbir şey söylenemez çünkü Richard anlatının sonuna kadar neredeyse hiç yok. Kat’in annesi zamanında iç savaş yüzünden İrlanda’dan İngiltere’ye kaçmış ve kızını geride bırakmış, Kat de annesinin yaptığını yapıyor. Anne kızını anladığı için yardımlarını esirgemiyor, Kat’in İspanya’da geçirdiği yıllarda kızının en büyük destekçisi olacak. Tabii yolculuk var önce, Kat’in yalnız olduğunu görenler Paris’te, İspanya treninde taciz ediyorlar, tecavüze yeltenen oluyor ama savuşturuyor bütün tehlikeleri Kat, amacıyla arasına hiçbir şeyin girmemesini sağlıyor. İspanya’ya gelir gelmez hasta oluyor, günler boyunca yatıyor ve seslerinden tanıyor şehri önce, her gün kaldırılıp indirilen kepenkler, insanların gürültüleri, gecenin ve gündüzün farklı ezgilerini ezberliyor, sokak sonra. “Uyanıklık zamanımın çoğunu tasarılar ve düşlemler alır. Bütün gün geleceği düşünmek, onu planlamak, onu düşlemek, her şeyi hayal etmek zorunda kalırım.” (s. 11) Güzel ama bu düşlemler, tasarılar, hayaller hiçbir zaman bize denk gelmez, Kat gelişine yaşar, geleceğe dair planları arasında resim yapmaktan başka bir şey yoktur. Düşlemeye en yakın eylemi de resim yapmaktır sanırım, renklerin imlerini ortaya çıkarır, doğayla hemhal olduğundaki epifani anlarını sunar, o kadar. Sevişmeleri duyguyla yüklü değildir pek, mekanik bir biçimde anlatılır, gezintileri tozuntuları aynı şekilde renksizdir, bunda Tóibín’in üsluptan üsluba geçmeyişinin etkisi var. Kat’in mektuplarının, günlüklerinin sesi dış sesle aynıdır, mesela Kat’in başına ne işler gelir, ses yine değişmez. Beğenilmeyecek bir yanı budur belki romanın, yani İspanya’dasın, dilediğin hayatı yaşamak için her şeyi bırakıp gelmişsin, etrafında yakışıklı erkekler var, bazılarına tutuluyorsun, biriyle aile kuruyorsun neredeyse, başka bir adam da etrafında pervane oluyor, üçünüz duygusal anlamda yakınlaşıyorsunuz ve buz soğukluğunda yaşıyorsun, aktarıyorsun veya dış ses aktarıyor her şeyi. Tutkusuzluk mümkün değil, mutlu olduğunu da biliyoruz Kat’in, daha da önemlisi sıcak mizaçlı. Ey? Bilemiyorum. Neyse, meydanlarda sergilenen resimlere bakar Kat, gece kulüplerine gider, arada geçmişini düşünür ve ressam arkadaşı Jordi vasıtasıyla Miguel’le tanışır nihayet. Miguel şehirdeki sergisinden sonra kuzeye, dağlara gidip orada yaşamayı kafasına koymuştur, Kat’le birlikte gitmek ister. İspanyolca öğrenir Kat, Katalanca öğrenir, yaşarlar. Para hiç konuşulmaz, anneden gelenler yeterlidir. Sevgili tamam, âşık arkadaş lazımdır bir de, Michael Graves emrine amadedir Kat’in. Toprağıdır Kat’in, yakışıklı bir İrlandalıdır, resim yapar ve ara ara yeşillense de hiçbir zaman rahatsız etmez, hatta faciadan sonra Kat’in en yakın arkadaşı haline gelecektir. “Miguel” ve “Michael”, adaşlar Kat’in ellerinden tutarak kaldırırlar, kadının istediği gibi yaşaması için ellerinden geleni yaparlar.

İrlanda’daki çatışmaları biliyoruz, Franco zamanından da bahsetmeli. Miguel faşistlere karşı savaşmış, uzunca bir süre hapis yatmış ve çıkana kadar aklına mukayyet olmayı başarmıştır. Dağlara yerleştikten sonra geçmişini iyice unutur ve yeni bir yaşama başlarlar. Olduğu kadar, dağlara gelen adamı polisler çok iyi bilirler, ara ara sorgularlar, travmalar geri gelmesin diye çalışmak zorundadır Miguel. Resimleri bir yana, başka bir yaratıya daha imza atmak istediği için prezervatifsiz sevişir ve hamile kalır Kat, çocuğu hiç istememesine rağmen. İsona doğar, Kat çocuğuna hemen alışır, kabusları sona erer. Başkaları başlar bu kez, Miguel bir zaman Barcelona’ya gider ve eski bir arkadaşıyla, Carlos Puig’le birlikte geri döner. Direniş yıllarından dostu Puig’le birlikte hapis yatmıştır Miguel, Puig’den daha şanslı olduğu söylenebilir çünkü Puig katatonik bir vaziyettedir günün büyük bölümünde, Kat’in ve İsona’nın yardımıyla sağlığına kavuşmaya başlayınca da polislerin şiddetine uğrarlar bu kez, bir gün iki arkadaş götürülür ve Puig geri gelmez, Miguel’se ön dişleri çekilmiş, işkenceye uğramış şekilde döner uzun bir süre sonra. Kat sevgilisinin akıbetini araştırırken pasaportunu polislere kaptırır, bürokratik işkenceler cabası. Kavuşsalar da Miguel çökmüştür artık, onmaz, Michael’ın da ziyarete geldiği bir gün kızını da yanına alarak aracına biner ve metal yığınına takla attırmak suretiyle intihar eder, yanında kızını da götürerek. Yıkımdır tabii Kat için, uzunca bir süre kendine gelemez. 70’lere kadar sanırım. Yıllar fıjt diye geçer, Kat yaşlanır ve Michael’ın ısrarlarına dayanamayarak memlekete döner. Richard’a mektup yazar, yıllar sonra oğlunu görmek ister. Günah çıkarma değil, af dileme değil, görmek ister sadece, Tom’un öldüğünü duymuşsa da detayları öğrenmemiştir, Richard hakkında da annesine pek bir şey sormamıştır, ikisi için de sürpriz yani. Buluşurlar, Kat neden gittiğini anlatmaz, Richard da sormaz, birlikte ilk evlerine giderler. Richard, eşi ve çocuğu süper yaşarlar, Kat bir süre orada oyalansa da geri dönmek ister, huysuzlanır, gelininin ailesiyle tanışmak istemez falan. Oğluyla kavga da etmez, Richard anneannesiyle sık sık mektuplaştığı için neler olup bittiğini anlamıştır çoktan. Kat çiftlikteki payını almaya gitmiştir aslında, annesi bir süre önce öldüğü için para yollayan kimse kalmayınca oğlundan medet umar. Richard anlayışlı davranır ve annesini destekleme görevini merhumeden devralır. Michael uzun süredir pek bir şey çizmese de Kat ilhamını yitirmez, İrlanda’nın doğa manzaralarını, renklerini tuvale aktarmaya çalışır. “Her şeyi kendi içinde solduracak, renkleri bir doku oluşturacak gibi dikkatle meydana getirecekti: Gri ışığın belli belirsiz titrediği bir deniz.” (s. 188) Tasvirler şahane. Dublin de güzel, son durak zaten. Kat resim yapmaya devam eder, Michael’la tansiyonu yüksek, bol tartışmalı ilişkisini sürdürür, Richard ve ailesiyle yakın ilişkiler kurar, zaten en sonunda çiftlikteki boş yapılardan birini atölyeye çevirip dilediğince çalışmaya başlayacaktır. İspanya’da aradığını kendi evinde bulduğu söylenebilir, Tom’un yokluğu sanatına zaman ayırmasını sağlamıştır.

Güzel olmuştur, böylece Kat’in kendini var etme, gerçekleştirme becerisini görmüşüzdür, Katalanların yaşamlarına yakından bakabilmişizdir, İspanya’daki korku ortamından korkmuşuzdur, dağların, tepelerin ve denizlerin güzelliklerine boğulmuşuzdur, kuzeyin soğuğuyla güneyin sıcağının tokuşması sonucu yaşanan bir ilişkinin dinamiklerini, heyecanlarını tatmışızdır. Kısacası iyi bir ilk romandır bu, Everest tekrar bassa ne hoş olur. Mehmet H. Doğan’ın çevirisi bir iki falso haricinde iyi, problem Türkçe sözcük seçimindeydi ama bulamadım şimdi, işaretlemiştim. Evet, her yazıyı bin sözcükten oluşturmaya çalışıyorum, kaldı yirmi altı. Ben bunu yazdığımda yirmi bire inmişti. Tóibín yazıyor, roman bu. Edebiyat güzel şey ve evden kaçmayı düşünmüyorum. Odamda cibinlik, kuş, ağaç dalları. Si yu.

Liked it? Take a second to support Utku Yıldırım on Patreon!
Become a patron at Patreon!