Batı’nın bilim paradigmalarıyla kültür arasındaki çatışmalar ilginç, iyi bir kurmacayla somutlanıyorsa daha da ilginç, sırf bu açıdan Doktor Shimamura’nın hikâyesi hoş. Yerelleştirelim, nöroloğuz -o kadar da uzak değiliz Batı’dan ama metodoloji nedir, histeri nedir bilmiyoruz henüz- ve memleketin iç bölgelerindeki bir fenomeni incelemeye gidiyoruz. Muşmula perilerinin musallat olduğu insanlarla karşılaşınca şaşırıyoruz çünkü o neçe iştir, insanlar muşmula gibi davranıyorlar. Bir muşmula nasıl davranıyorsa insanlar da öyle davranıyorlar ve onlardaki muşmulalığı görüp hayrete düşüyoruz, olağanüstülüğü hemen kayıtlara geçirip araştırma yapmak için Avrupa’ya gidiyoruz, bakıyoruz ki muşmula perileri diye bir şey yok, aslında katatonik insanlarla muhatabız. Tabii bunu anlayana kadar kafamızdaki paradigmayı değiştirmemiz gerekiyor başta, sancılı bir süreç, bildiğimiz her şey belli bir sisteme oturacak, bu sırada kutsallığı, inançları da çöpe atmak zorunda kalacağız belki. Memlekete döndüğümüzde kimse umursamayacak bizi, “Nasıl yani, ne demek muşmula perileri yok?” diyecekler, şarlatan olduğumuzu söyleyecekler, getirdiğimiz onca bilimsel kaynak çöpe gidecek ve yıllar boyunca uğraşacağız ki toplum mevzunun ne olduğunu anlayabilsin. Anlamayacak, muşmula perilerinin nefret ettiği söylenen ebegümecinin her köşe başında satıldığını göreceğiz, yıllar boyunca çürüttüğümüz dirsek hiçbir halta yaramayacak. Shimamura’nın kurgusal hikâyesi aşağı yukarı böyle bir olay örgüsünü içeriyor, Wunnicke psikolojinin temellerinin pat küt atıldığı 1800’lerin sonlarından meşhur isimleri de katmış romana, yıldızlar geçidi. Tourette, Babinski, Freud, büyük savaşların öncesindeki bilimsel patlama zamanında kim varsa. Japonya’dan Avrupa’ya giden Shimamura “tilki fenomeni”yle ilgili araştırma yaparken kimle karşılaştıysa bir şeyler alıyor, kendi bilişini değiştirirken allak bullak oluyor tabii, Japonya’da şahit olduğu fenomeni sağlam temellere oturtmaya çalışıyor ama şahit olduklarını, yekten kendi yaşamını da yeni gerçekliğe oturtmak zorunda kalıyor. Çatışmanın tam ortasında yer almasa akıl sağlığını da koruyabilirdi belki, bir inkar her şeyi çözer ama baştan ayağa yenilenmeye girişen Japonya görev vermiş, bursu dayamış, ülkesi için vazifesini en iyi şekilde yerine getirmeye çalışıyor Shima, düzenli olarak mektup yazıp görevlileri bilgilendiriyor, gücünün son haddine kadar zorluklara dayanıyor. Pes edeceği noktaya kadar. Epigraf niteliğindeki iki metin birleştirilecek noktaları veriyor, G. Demachy’nin 1892’de yazdığı bir yazıda Profesör Charcot’nun -Shima’ya göre dünyanın en iyi nöroloğu ve en aşağılık adamı- bir dersindeki tuhaf olay var, Wunnicke romana sokmuş bu olayı. Ders halka açık, salon hınca hınç dolu, Charcot hipnotize ettiği bir kadının karşısına genç bir Japon’u çıkarıyor. Kadın yabancı bir dilde bağırıp çağırmaya başlıyor, türlü hareketlerden sonra adamın ayaklarının dibine yıkılıyor, hareketsiz kalmasından ötürü Japon’un da hipnotize edildiğini düşünüyor Demachy. Ne acayipti, Tourette ve Babinski de sahnenin arkasında duruyorlar, Shima’ya şapkadan tavşan çıkacağını söylüyor Tourette, Shima hiçbir şey anlamıyor her şey olup bitesiye. Bir başka kayıt da Yasuo Okada’nın 1992’de yayımlanan yazısı: Shima’nın hayatı trajedilerle biçimlenmiş, 1894’te Avrupa’dan döndükten sonra Tokyo Tıp Birliği ve Nöroloji Derneği’nde hiçbir bilimsel etkinlik yapmamış, tilkilerle ilgili çalışmaları yok sayılmış. Okada araştırdığını ama Shima’nın hastalığının ne olduğunu bulamadığını söylüyor, bilim insanları göreve. Shima’nın gerçekliğinin çarpık çurpuk hale gelmesinde kültür şoku etkili, aradığı cevapları bir türlü bulamadığı için dertlere gark olması ömürlük bir meşgale. Son yıllarını bir araştırma veya monografi üzerinde çalışarak geçirse de tamamlanamama hissinden kurtulamıyor bir türlü: “Shimamura büyük, derinlikli bir probleme dair büyük, derinlikli bir metin yaratmak uğruna çabalıyordu. Bundan bir şey çıkmadan çok önce öleceğinden emindi ve bu fikir, her geçen gün onu biraz daha avutuyordu. Ayrıca bu Veya-Projesi, günbegün kâh onu kâh bunu, bazen de hatırladıklarının tam aksini hatırlamasını haklı gösterme konusunda işe yarıyordu.” (s. 12)
İki koldan ilerliyor hikâye, Shima’nın son günlerindeki değişimini ve ailesinin bu yaşlı, biraz da kaçık adamla ilişkilerini görüyoruz, diğer yanda tilki hadisesinin başlangıcından Shima’nın ülkeye dönüşüne kadarki süreç var. Tatlı kaçığı ördürdüğü duvarların arasında bir başına bırakalım şimdilik, geçmişe bakalım: 1891’de doktorasını tamamlayan genç Shima’ya iş kilitlenir hemen, özellikle yaz aylarında görülen bir “kadın çılgınlığı”nı gözlemek için kırsala gönderilen doktorumuzun cehennem sıcaklarında dolanmasının sebebi üniversiteden hocası, müstakbel kayınpederi Profesör Sakaki’dir. Bilim dünyasına hiçbir faydası olmayacak bu araştırma başlamadan önce Shima’nın Avrupa’ya gideceği çoktan bellidir, yine de yırtamaz ve hocasının yanına verdiği genç bir öğrenciyle birlikte yola çıkar, araştırmaları histeri benzeri bir fenomeni açığa çıkarsa da kesin bir tanı koymak zordur. “Her zaman olduğu gibi sözde tilki tutmasına dair özel bir şey bulunamadı. Her zaman olduğu gibi Shimamura bölge halkının homurdanmalarını da hiç takip edemedi. Her zaman olduğu gibi tilki tutmasına uğramış bir Feryat ile bir Figan, Shimamura’nın onları muayene etmeye yeltenir yeltenmez bağırıp çağırarak kendilerini öğrencinin üzerine attılar, hiç çekinmeden.” (s. 26) Çevirmenin düştüğü dipnotta tilki tutmasının kültürel bir sendrom olduğu söyleniyor, görüldüğü üzere sendrom başka bir sendroma yol açıyor: kap. Kap? Tilki kadınlar lap lap yalarlar çünkü tilkidirler, yalanmak istenenler, kendileri de tutulmaya çalışanlar ortalıkta ucube gibi gezinirler, Shima bunları def etmeye çalışır. Bezdiği sırada civardaki hastanenin doktorlarından biri tilki prensesinin yerini söyler, işlerin iyice tuhaflaşmasının önünü açar. Kiyo nam bu kız dört ayağının -bedeni öyle bir hale gelir ki, evet, dört ayak- üzerinde hareket eder, katlanır, açılır, garip bir fizyonomisi vardır. İçindeki tilki görünür hale gelir mesela, Shima ancak Avrupa’ya gittiğinde anlaşılacak şekilde hasar görür bundan, akrabaların sorduğu şeytan çıkarma sorularına cevap veremez. Öğrenci verir, dediğine göre kızın ruhu tilkidir artık, yapılacak pek bir şey yoktur. Ertesi gün öğrenci ortadan kaybolur, Shima raporuna “histeri” notunu düşerek geri döner ve öğrencinin kaybolmasından ötürü soruşturma geçirmeden Avrupa’ya gönderilir. Başlı başına bir macera. Avrupa’ya uyum sağlama sürecinde diğer Japonlarla yaşadığı çatışmalar olsun, palazlanan psikolojinin tam yerleşmemiş yapısı olsun, Shima’nın inşa halindeki bilim dünyasına uyum sağlamasını engelleyen pek çok arıza çıkar. Profesörler, uzmanlıklar, tuhaf fikirler, frenoloji, türlü çatlaklar derken Shima’nın pili biter ve memleketinde yaşadığı olayları meşhur bir psikoloğa anlatmaya başlar, söylediğine göre öğrenciyi kendisi öldürmüştür çünkü tilki kıza beslediği duyguları ketleyememiş, oğlanı tehlike kaynağı olarak görmüştür. Nedir, döndükten yıllar sonra evine ziyarete gelen çifti başta tanıyamaz, sonraları oğlan adını söyler, eşi o tilki kız çıkar, Shima’nın geçmişi çarpıttığı veya yanlış hatırladığı anlaşılır. Hikâyeleri birbirine karıştırmış, kültür çorbasından bir tas içmiş ve ömrübillah onmamıştır, onmamış halde son nefesini verir çünkü yakalandığı veremin bir tedavisi yoktur o dönem. Bunun muadili cinayeti itiraf ettiği kişinin düşündüğüdür herhalde, adam odada ağlayan Shima’nın yüzüne bakamaz, polise gitmeyi düşünür ama Japonya’nın kültürünü, hukukunu bilmediğini, polise gitmenin anlamsızlığını düşünür. Japonya, Doğu nedir, insanlarının kodlarında neler vardır bilinmez, polise gitmenin manası yoktur bu durumda. Farkların açığa çıktığı pek çok hadise var anlatıda, meselenin boyutlarını inceleyebiliyoruz. Sırf kadınların tutulduğu hastalık, gördükleri muamele bir başka açı, gidiyor böyle.
On numara beş yıldız roman, okunası.
Cevap yaz