Encore’dan çıktığı için gözden kaçmış ama dikkate değer bir metin. Dikkate değen nesi, biçimi bir kere, bölümler “Bildikleri” ve “Bilmedikleri” olarak ayrılıyor, ilkinde Martin’in yaşamını dışarıdan görüyoruz ama örtük biçimde, eylemlerinin gerekçeleri tam olarak ortaya konmuyor, “o mesele” üzerinde ne Martin ne annesi duruyor. “O mesele”. Akıl hastaneleri, karakollar, insanlar, Martin’in bir şekilde iliştiği her yapı bir yere kadar gösteriyor meseleyi, aslında ortaya çıkması çok kolay ama anne faktörü giriyor devreye, Martin’in uzun süre “yakalanmadan” yaşamasını sağlıyor. Kadınlara yaklaşmak yok, toplu taşıma kullanmak kötü, fotoğraf çekilen yerlerde dolaşmak riskli, video kameralardan zaten uzak durmalı. Blair zamanında her yere kamera konmamıştı herhalde, bilemiyorum, Martin’in yırtması için birazcık akıllı olması yetiyor. Birazcık akıllı Martin, eksiği annesi kapıyor. İrlanda’dan kaçırmış oğlunu, Londra’dan gelen telefonlara bıkkınlıkla çıkıyor, tavsiyeleri hep aynı. Çarşamba günleri gidip teyzesini görmeli Martin, o kadının sakinliğiyle durulur belki. Sohbet, üç dört saatliğine huzur, sonra patolojinin kollarına dönüş. Ralph’in evinde kalıyor Martin, nereden arkadaş olduklarını hikâyenin sonuna kadar öğrenemiyoruz, öğrenince Martin’in yalnız olmadığını anlıyoruz. Martin gibileri toplumda tek başlarına barınamazlar, sosyal nitelikleri o kadar çürük ki hemen dikkat çekerler, enselenirler. Polislerin boş vermişliği de etkin gerçi, bir daha öyle bir şey yaptığı zaman içeri atacaklarını söylüyorlar Martin’i, bazen atıyorlar gerçekten, bir süre tutup salıyorlar. Gri alanlar çok, Martin gerçekten eteği aşağı çekmeye mi çalıştı, bacakları örtmek mi istedi, niyeti neydi, bacakları ellemek, eteği kaldırmak? Taktikleri var, bir kadının yanına oturduğunda önce ayağını değdiriyor, sonra belli belirsiz hareketlerle temas, oyun tehlikeli ama hazzı büyük. Uydurduklarının yanına teması da koyuyor mudur acaba, Beyrut’ta yediği ekmek gibi bir ekmeği o güne dek hiç yemediğini gerçekten Beyrut’ta bulunmuş biriyle karşılaşana kadar söyleyebilir, karşılaştığında yalanı ortaya çıksa da önemli değil. Yağmurun yağacağını söylediğinde öfkelendiğini dile getirir aslında, dünyanın suyla dolduğunu görür görmez eyleme geçer. Geçemediği de olur, kiracılarıyla genelde başı hoştur, evinde kalan kadınları genellikle kaçaklardan ve göçmenlerden seçer ki polislik bir durum yaşamasın. Başka ülkelere gidip hâlâ kart yollayan, teşekkür üzerine teşekkür eden kadınlar vardır, onlara dokunmamıştır, güdülerini frenlemeyi bildiği için değil de uyarıları unutmadığı için. Eyleme geçememesi Bosnalı punk terörüyle karşılaştıktan sonra, odasını serserinin birine kiraladığı gibi özgürlüğünü yitirir Martin, adamın müzisyen arkadaşlarıyla evi dağıtmasına, temizlik yapmamasına, kaba davranışlarına tepki gösteremez, kinlenir, patlayacaktır. Adama karşı çıkar bir konuda, kayışı kopardığı için kendini tren raylarının önüne atıp seferleri geciktirmesi yan etki. Yine suçlanacaktır, yine kapatılacaktır, öylece yatıp kimseyle tek kelime konuşmaz. “İstasyonda bir adamın aşağıda tren önünde vucuduyla barikat kurduğu lafları dolaşır. Holyhead treni. Çeşit çeşit haberler uçuşur. Üşütük o, şapkalı, silahı var, üşütük o, şapkalı, şu an ölmüş olabilir ya da elektriğe tutulmuştur. Üşütük o, şapkalı. Şimdi bedeninin çıkarmaya çalışıyorlar. Ulusal Sağlık Hizmetleri aklı durumlarda başarısız. Thatcher sorumlu. Şu akıl hastanelerini kapatmayacaklardı… Bu günlerde kimin seni bıçaklayacağını bilmezsin. Şu deve rengi kaban giyen kadın, kocasının Şeytan olduğunu düşünüp öldüren bir kadını tanıyordu. Belki o yüzden değil. Belki yıllardır kendisini şiddet yoluyla taciz ettiği için öldürdü. Hangisi? O ya da bu ya da başkası, hepsi tren gecikmelerine, insanların burada hapsolmasına, içeri kapanmasına neden oluyor. Bir adam, eğer o tekerleklerin altına yatacak kadar aptalsa en iyisi ez geç onu, der. Etrafta uçuşan başka görüşler de var, Çin’de olsa ezip geçerlerdi. Keşke trenin önüne atlayabilecek zamanım benim de olsa, diye söylenir bir başkası. Ve bir de sessiz kişilik vardır, sesleri duymuyor ya da farketmiyor gibi takınıyor, amcası o on dört yaşındayken nehre atlamıştır.” (s. 280) Daha da sürüyor bu, görünürde içeriyle dışarı arasında pek bir farkın kalmadığını, sağlık politikalarının ne gibi arızalara sebep olduğunu anlarız, bir de yazım hatalarından gözlerimiz kanar da metin o kadar iyidir ki okumaya devam ederiz. Schofield toplumsal çürümenin yüzlerini gösterdiğinde, hikâyenin bu yanını her derinleştirdiğinde anlatı dokusunu bozmamayı başarır, aslında Martin’in aklından ve dışarıdan takip ettiğimiz olay örgüsünde belirip kaybolan karakterlerin düşüncelerini gösterecek bir özellik yoktur anlatıcıda, bu belki bir pürüzdür ama öyle yumuşak bir geçiş vardır ki dikkat çekmez, metni okumaya devam ettiğimize şükrederiz. Nedir, Martin’in temizlikçi olarak çalıştığı yerde işi gücü aksatan çalışanlar vardır, Martin bunların başında gelir ve ara sıra papara yer, ceza alacak veya kovulacaktır, ne ki kafası belli şeylere çok iyi çalışır Martin’in, mesela amirinin dindar biri olduğunu bildiği için hemen bir din bahsi açar, bap patlatır, din kardeşini korumak isteyen amir güzellik yapar. O şirret kadına yapmaz, o kadını kimse sevmez, uyuzun tekidir. Pürüzden kastım bu kadının düşüncelerinin ayan beyan verilmesi: aslında kadın sadece işini yapmak ister, kaytaranları gördükçe sinirinden kudurur. Martin’i şikayet edeceğini söylediğinde Martin hemen karşı çıkar, temizlemesi gereken yerleri temizlemiştir, kartı okutulsa ortaya çıkar. Okutulacak kart. Yok böyle bir şey, birinin uydurduğu, işçilerin korkması için salladığı bir yalan ama herkes inanır buna, Martin’e bu yüzden dokunmazlar. Bir süre.
“Martin John’un ilk kez tuhaflaştığını düşündüğü anı iyi hatırlıyor. Koridorun duvarında hala asılı olan bir dini resmin önünde durmuş, pantolonunu indirmişti. Resmi duvardan almış bir sandalyeye koymuştu. Elleri donunun içinde duruyordu orada. Hızla atılıp Meryem Ananın resmini aldı, göğsüne bastırdı, hemen bir mutfak sandalyesine çıkıp tekrar duvara astı.” (s. 175) Şöyle bir bölümden kıyametler kopar burada. Neyse, anne uzun zamandır, çok uzun zamandır uğraşmaktadır oğluyla, gerçi Martin’in yalanları yüzünden ilgisizleşmiştir ama elinden geleni yapmaya devam eder. Televizyonda izlediği programlarda konuşan suçluları dinler, oğluyla kıyaslar. Tecavüz, taciz, oğlu da o adamlar gibi mi, hayır, en azından dizginlenebiliyor, dizginlenebiliyor mu, yine hastanelere düşebilir, düşmüştür. Geri dönemez, öldürürler. Dişçi koltuğundaki kız, başka kızlar var, İrlanda’da sağ bırakmazlar artık Martin’i. Çıkarıp kızlara sallaması dertken adamlara sallaması çok daha büyük bir derttir üstelik, Martin’in ayarı yoktur, ne zaman ne yapacağı belli değildir. Organını sallaya sallaya annesinin önünden geçer, kötücül bakışlarıyla huzursuzluk verir, giderek tehlikeli hale gelmektedir. En önemlisi de vazgeçmeyecektir, devam etmek ister. Sallamaya, dokunmaya, sıkmaya, korkutmaya, yapabildiği her şeyi yapmaya. Parçalar halinde görürüz, anlatıcı zaman zaman okura da seslenir, normların zorlandığı yerde okurun anlatıya dahil olmasını ister, ne yapılması gerektiğini sorar. Martin John kadınları taciz ediyor, ne yapmalıyız? Öfke kontrolü yok, her an yaralayabilir, ne yapmalıyız? Hukuk işlemiyor belli ki, hukuku işletecek durumlar var ama görmezden geliniyor veya anlaşılamıyor, Martin John elini kolunu sallaya sallaya sokaklarda geziyor, kadınların huzurunu kaçırmakla yetiniyor iyi gününde, yoksa daha da ileri giderek travmalara yol açıyor insanlarda, empati kuramadığı için verdiği zararı, kişilik algısındaki gedik yüzünden kendini bilmiyor. Martin John için ne yapılmalı?
Dört dörtlük bir roman, kendi bütünlüğünde on numara.
Cevap yaz