Alâ El Asvani – Yakupyan Apartmanı

Necib Mahfuz’un romanlarının üçünü beşini okuduktan sonra daha fazla Necib Mahfuz okumak istemiyor insan çünkü Mahfuz’un romanları o kadar Mahfuz romanı ki şöyle bir örüntü ortaya çıkıyor: Mısır’ın en hareketli yüzyılında oradan oraya savrulan, işkence gören, hayallerle yükselip gerçeklerle yere çakılan halkın farklı kesimlerinden birkaç karakter devşirin, bunların arasında ülkenin çürümüşlüğünü gösteren yozlar olsun, insanca yaşamanın peşindeki yürekliler de olsun, ilk gruptakiler ikinci gruptakileri mahvetsinler, ikinci gruptakiler görüş farklılıklarından ötürü birbirlerini mahvetsinler, ülkenin altın çağlarına dair nostaljiye yanlasın hikâye, kötülerin kazandığını ve iyilerin kaybettiğini görelim, üstelik biçime dair hiçbir yenilik olmasın, her roman kendi diliyle gelmesin de prototipin özelliklerini olduğu gibi taşısın. Açıkçası okuduğum bütün romanları bir kefeye, Zaman ve Mekân diğer kefeye, Mahfuz’un öyküleri ağır basar, o öykülerdeki çeşitliliği romanlarına yansıtmadığı için acı verir Mahfuz. Bu tamam, Asvani’nin acıyı sürdürmesi ne? “Mahfuz’dan sonra Mısır’ın sesi” de olduğu gibi almak o sesi, biçemi kopyalayıp yapıştırmak? Mahfuz okumak isteseydim Mahfuz okurdum ama canım Asvani okumak istedi, Mahfuz okudum yine. Emek harcadım, gönül rahatlığıyla yerebilirim. Para verdim yahu Asvani diye. Dolandırılmışım gibi hissediyorum, cama çıkıp “Zabıta!” diye bağıracağım. Okunmasına okunur, iyi bir edebi metindir de yeni bir şey, bir parıltı, beynimde yeni sinapslar, bağlantılar oluşturacak metin arıyorum ben, görme biçimim değişsin diyorum hani, şöyle bambaşka bakayım uydurmalara: gerçeğe ve kurguya. Olmadı, üstelik Chicago‘yla büyüdü hayal kırıklığım, iki günüm ziyandır.

Apartmanı 1934’te Mısır’daki Ermeni cemaatinden Agop Yakupyan yaptırmış, İtalyan mimar on numara iş çıkarınca şehrin imzalarından biri haline gelmiş bina. Devrimler, kargaşalar derken yabancılar göçmüş oradan, binanın sakinleri değişmeye başlamış, iktidara gelen her sınıf kendi zenginleriyle işgal hareketine başlamış, en sonunda yoksullar gelmiş ve çatı katlarını ele geçirmişler. Bu süreç hızla geçiliyor, Zeki Bey’in zamparalıktan vazgeçmediği yaşlılık zamanlarında başlıyor esas hikâye. Altmış beş yaşındaki Zeki’nin babası nüfuzlu bir paşa, Devrim’le birlikte toprak reformu başlayınca servetinin önemli bir kısmını kaybedip ölüyor, Zeki elde kalanlarla lüks bir hayat sürmeye devam ediyor. Fransa’da aldığı eğitim üst düzey, Mısır’ın eski zamanları yaşanası, gençliğinde fırtınalar estiren adam yaşlılığında da üfürmelerine devam ederken ablası Devlet ortaya çıkıp Zeki’yi kovdurmaya çalışıyor evden. Kendince haklı, Zeki’ye emanet ettiği mühim bir yüzük ortadan kaybolunca kadının sabrı kalmıyor, kardeşinin zamparalıklarına daha fazla dayanamayıp cinsel eylem sırasında baskın yapıyor. Zeki’yle birlikte partneri de kodesi boyluyor, kodamanlar sayesinde çıkabiliyorlar. İki mevzuyu öğreniyoruz: Tanıdığınız varsa Mısır’da istediğinizi yaptırabilirsiniz ve yaşlıların yaşadıkları evleri azıcık uğraşarak ele geçirebilirsiniz. Evin sakini ölür, hızlı davranıp boş eve yerleşirsiniz, kendinize mektuplar gönderirsiniz, evde oturduğunuzu şahitlerinizle kanıtlarsınız ve resmî kurumlara başvurursunuz, tamamdır, tapu mapu hak getire. Mısır’daki hukuksuzluklara dair çok sayıda vaka var, her karakter birini sahiplenip göstermekten mesul. Apartmanın kapıcısı Şazli’nin gelen geçenden yediği paparanın yanında oğlu Taha’nın başına gelenler ülkenin gençlerinin uç noktalara nasıl savrulduğunu ibretlik bir şekilde gösteriyor. Şunu da söylemeli, Asvani’nin karakterlerinin kişisel özellikleri ve tuttukları yol uyuşmayabiliyor, daha doğrusu istikametlerini nasıl belirlediklerini çözemiyoruz. Taha mesela, aşırı zeki bir oğlan, okulda müthiş başarılı, burjuva çocukları bu dilenci köpeğin, kapıcı çocuğunun nasıl o kadar zeki olduğunu anlamayıp türlü eziyet çektiriyorlar, Taha dert edip daha da çalışıyor, en çok o çalışıyor, birincilikler, bilmem neler, sonra Polis Akademisi’ne girmeye çalışıyor? Çocukluğundan beri polis olmak istiyormuş Taha, bilemiyorum, beni ikna etmedi. Giremeyeceğini biliyor üstelik, sevgilisi Busayna dahil etrafındakiler rüşvet vermesi gerektiğini söylüyorlar ama o dinlemiyor, notlarına güvenip başvuruda bulunuyor, mülakatta süper cevaplar veriyor ama anlıyorlar rüşvet veremeyeceğini, paketleyip yolluyorlar. Taha hemen en üst kuruma mektup yazıp durumu anlatıyor, yine dinlemiyor dostlarını, bir şamar da oradan yiyor. Üniversiteye girdiği zaman radikal gruplarla takılmaya başlıyor, Busayna parasızlık belasından terk ediyor Taha’yı ve paralı adamların metresi haline geliyor. Taha’yı da kampa gönderiyorlar işte, bomba yapmayı ve atmayı öğreniyor, silahlı çatışmanın pratik bilgiler, on adımda intihar bombacısı olmanın yolları derken nihayet göreve gidiyor, budur hikâyesi. Taha’nın bilişsel gelişimiyle akademik başarısı arasında korelasyon cortlaması mı diyeyim, tutmayan bir şey var, hikâyeye göre biçilmiş kıyafet olmuyor bu çocuğumuza.

Gay olmalı tabii, var. Hatim Raşit tanınmış bir gazeteci, saygınlığını yitirmemek için elinden geleni yaparak, temkinle yaklaşıyor erkeklere, defalarca sopa yiyip soyulmasına rağmen tutkusundan vazgeçmiyor. İş dünyasında eşcinselliği biliniyor, hadsizlik yapmaya çalışanları mahvettiği de biliniyor, bu yüzden pek dokunmuyorlar kendisine. Parasının gücüyle elde ettiği son sevgilisi mezarına tükürecek noktaya geliyor bir yerde, bu sevgilinin çocuğu hayatını kaybedince eşiyle birlikte bilinmeyen bir yere göçüyor. Raşit kafayı çalıştırarak adamı buluyor, son bir gece geçirmek istediğini söylüyor, hüsran. Cinsel tercih, siyasi konum, ne varsa güvence altına alınabiliyor, yeter ki sıkı tanıdıklar ve para olsun elde. Mısır’da her şey satılık.

Hacı Azzam’ı hızla yükselen kodaman kontenjanından almış hikâyeye Asvani, adamı tepeden çakıyor yere. Azzam bir gün milletvekili olmaya karar veriyor, rüzgâr nereden eserse essin koltuğunu otuz yıldır koruyan Yasir el Fuli’ye başvurarak peşinatı yatırıyor ve rakiplerine kalleşçe mukabele ederek kazanıyor seçimleri, rüşveti kabul ettiği için el Fuli’ye teşekkür ediyor ama yırtamıyor, artık o kanadın adamı. Japon bir firmayla iş anlaşması yapınca haber hemen uçuyor, el Fuli kazancın dörtte birine göz koyuyor. Gerçi başkasıymış göz koyan, tepedeki gizemli abinin tarifesi her anlaşmanın dörtte biriymiş. “Dünyayı yöneten beş aile” muhabbetinin Mısır versiyonu, tam esnemelik. Azzam biraz indirim istemek için abiyle görüşme talebini el Fuli’ye ileterek müthiş bir stratejik deha olduğunu gösteriyor, el Fuli zaten arızanın farkına varıp deli kızmışken görüşmeyi de ayarlayıp iyice çalkalıyor Azzam’ı, çıkanların aynı hızla inebileceğini gösteriyor. Yani bu romandaki karakterlerin hepsi mi iki adım ötesini görmekten aciz, evet, hepsi iki adım ötesini görmekten aciz, davranışlarının yol açacağı sonuçlardan bihaber. Busayna’nın yanladığı Zeki Bey başına geleceklerin farkında olmasına rağmen o kadar büyük bir riski niye alır, tatmin edici bir açıklama yok. İnsanlar hayvanlaşıp içgüdüleriyle hareket ediyorlar sanki, oysa Zeki’nin Fransa günlerinden gerçekten zeki bir adam olduğunu görebiliyoruz, Mısır’ın havasında bir şey olsa gerek. Metnin klasik kere klasikliğini şu alıntıyla aktarmak, kitabı ortadan kaldırmak ve nihayet birilerine verinceye kadar unutmak isterim: “El Fuli onu gören insanlarda çelişkili izlenimler uyandıran bir insandı. Bir yanda zekâsı, hazırcevaplığı ve ezici kişiliği, öte yanda şişman bedeni, sarkık göbeği, her zaman hafifçe gevşetilmiş kravatı, giysilerinin korkunç ve uyumsuz renkleri, bayağı bir biçimde boyanmış saçları, kaba ve tombul yüzü; yalancı, tehlikeli ve haddini bilmez görüntüsü; aşağı tabakadan bir kadın gibi, kollarını öne doğru uzatıp parmaklarını oynatarak, omuzlarını ve göbeğini sallayarak konuşma tarzı vardı. Bütün bunlar ona komik bir görünüm kazandırıyordu, seyirciler için bir gösteri sunuyormuş gibi.” (s. 95) Şu sayım döküm işi, göze iğneler saplayan tasvir uğraşı.

Liked it? Take a second to support Utku Yıldırım on Patreon!
Become a patron at Patreon!