Alâ El Asvani – Chicago

El Asvani’nin kafa göz yaran bu müstesna romanında mekan Chicago, karakterlerin çoğu Mısırlı, numunelik Amerikalılar da Mısırlılar gibi düşünüyorlar, konuşuyorlar, davranıyorlar, anlatıcı da Mısırlı ki Mahfuz’un biçemini olduğu gibi almış. Kendimden araklayayım: El Asvani’nin romanlarından birini ikisini okuduktan sonra daha fazla El Asvani okumak istemiyor insan çünkü El Asvani’nin romanları o kadar El Asvani ve Mahfuz romanı ki şöyle bir örüntü ortaya çıkıyor: Mısır’ın en hareketli yüzyılında oradan oraya savrulan, işkence gören, hayallerle yükselip gerçeklerle yere çakılan halkın farklı kesimlerinden birkaç karakter devşirin, bunların arasında ülkenin çürümüşlüğünü gösteren yozlar olsun, insanca yaşamanın peşindeki yürekliler de olsun, ilk gruptakiler ikinci gruptakileri mahvetsinler, ikinci gruptakilerin görüş farklılıklarından ötürü birbirlerine gözle görülür bir faydası olmasın, ülkenin altın çağlarına dair nostaljiye yanlasın hikâye, kötülerin kazandığını ve iyilerin kaybettiğini görelim, üstelik biçime dair hiçbir yenilik olmasın, her roman kendi diliyle gelmesin de prototipin özelliklerini olduğu gibi taşısın. Romanın adı “Mısırlılar Chicago’da” veya “Mısırlılar Akademik Ortamda” olabilirmiş, yazarın kendisi de Illinois’da diş hekimliği okuduğu için oraları biliyor, karakterleri geçmişleriyle birlikte cuk oturtuyor, gerisi bildiğimiz hikâye. Batılılara Doğu’yu anlatmak, arada Batı’nın kendi içindeki sorunlara azıcık dikkat çekmek için yazılmış gibi duruyor, sıradanlığıyla can sıkıyor, lüzumsuz malumatlarıyla bayıyor, otuz iki kısım tekmili birden üzerimize geliyor da geliyor. Eleştiri oklarının Amerika’ya yöneldiği iki nokta var ki belli belirsiz, ilki başlangıçta değinilen Kızılderili katliamı, ikincisi de 1800’lerin ikinci yarısında şehri duman eden büyük yangından sonra Siyahi halka reva görülen kırım. Hikâyenin içinde yoktur bunlar, çerçeve çizilirken dekor vazifesi görür, o kadar.

“Karakterleri tanıyalım” faslına geçerken düşündüm, aslında yarı tip bunlar. Kader çizgilerinin dışına çıkamazlar, değişime kapalıdırlar, nasıllarsa öyle kalırlar, tek boyutlarıyla mutludurlar. Aynı ağırlığa sahip değildirler bir de, çiçek çocuklardan bir profesör var ki diğer karakterlerin muazzam acılarının yanında onunki dandiktir, klişe bir gönül ilişkisinin tırt ağrısından ibarettir. Bir yanda Mısır’ın ABD’yle işbirliği yapıp ülkesine soktuğu ajanların estirdiği terör dalgası, diğer yanda Siyahi kadının parasızlık yüzünden erotik erotik fotoğraflar çektirmesi: denge bozuk. Anlatım değişir de iki farklı çizgi paralel hale gelir, yok. Çiçek profesör duyarlı, hassas bir insandır, fotoğraf çektiren ve sonrasında patronuyla birlikte olan kadını anlar, ona şiddet göstermez, bu da yok. Diğerlerinden farklı olarak yüksek lisans yapmaya gelen elemanın anlatıcılığa soyunmasıyla o bildik sesin, gözlemci anlatıcının sesinin değişmesini bekleriz, hiç yok. Eh, olanlara bakalım artık da bitsin şamata.

Şeyma ailesinin sözüyle hareket etmemeyi öğreniyor, hayattaki en büyük başarısı bu olsa gerek. ABD’ye geldiği zaman dinini, geleneklerini unutmuyor, yaşatıyor, bu yüzden dışlanmışsa da zar zor tutunmuş. Vazgeçecek gibi olduğu zaman Tarık Hasip’ten güç bularak çalışmalarını sürdürüyor. İyi çift aslında, ikisi de memleketten uzaklaşınca cinselliklerini hatırlayarak gözlerini karartıyorlar, birlikte olmaya başlıyorlar da Şeyma ailesini utandıracak bir şey yapmak istemiyor, mastürbasyondan sonra kıldığı iki rekât namaz seksten sonraki başka ritüellere ve dinî vecizelerden teselli çıkarmaya dönüşüyor. Hasip’ten yana ışık yok ama Şeyma inanıyor, zamanı gelince evlenecekler, iş resmiyete dökülene kadar dinen evli sayılırlar. Olmuyor, Hasip yan çizerek Şeyma’yı utancıyla baş başa bırakıyor. Dalavere çevirerek kürtaja itiyor kızı, çocuk alınınca sorun da yok. Yani bir hikâye de bu, çiçek profesörünkiyle birlikte zayıfça. Kültürümüz yakın diye mi vasat geliyor diye düşünüyorum, mesela Katolik bir çiftin benzer hikâyesi anlatılsaydı o da vasat gelecekti çünkü haber dili kullanılmış basbayağı, olay örgüsünün dışında karakterlerin iç dünyaları o kadar yüzeysel veriliyor, anlatımın dümdüzlüğü o kadar uyutuyor ki ne bir özdeşim, ne uyanan bir ilgi. Profesöre gelelim: John Graham, ağzından piposu düşmez, alaycı gülüşü meşhurdur ki karakterlerin alaycı gülüşleri, öfkeli sözleri, dalgacı kıçları meşhurdur, diyalogların arasına serpiştirilir bunlar. “John Graham kadehini alırken istihzayla gülümsedi, müstehzi haline ironik bir gülümseme kondurarak işveli bir bakış attı.” Ölüyorum Allah. Graham dünyanın kapitalistlerce ele geçirilmişliğine yanar, gençliğinde yan yana mücadele ettiği arkadaşlarının patronlara dönüşmelerini üzüntüyle izler, devrimin yarı yolda kalmasını anladıkça insanlıktan umudunu keser. Tanıştığı kadınla birlikte hayatı değişir, yaşamak için sebebi vardır artık da maddi durumları iyi değildir, kadın aşağılık kompleksine kapılır. Gerisi bildiğimiz mevzu, adamımızın erkekliği tutar ve kadını bir güzel haşlar, kadın derdini bir türlü anlatamaz. Falan.

Muhammed Salah, Rafet Tabit, Dennis Baker, Naci Abdül Samet diğer karakterler. Samet bu kahraman anlatıcı işte, Kıpti olduğu için ülkesinde bir türlü yükselemeyince kapağı ABD’ye atar, liberal Dennis Baker’ın hem öğrencisi hem arkadaşı olur. Tanıştığı kızla -eş zamanlı tanışırlar adeta, her çiftimiz başka başka sorunların göstergesidir- çok mutludur da Yahudi’dir kız, seks meks iyidir de ilişki bu yüzden bozulur. Parmak gözünüze girmesin diye yana kaçmayı unutmayın. Aralarındaki en politik karakter Samet olsa gerek, okuldaki öğrenci birliğinin başkanını kalaylamaya çalışır çünkü Mısır’dan tanımaktadır vicdansızı, ihbar ettiği arkadaşlarının ölümüne yol açmıştır başkan. Samet diş geçiremez adama, daha büyük bir eylem olarak ABD’ye gelen Mısır reisicumhurunu protesto etmeye karar verir. Mo Salah’ı Baker’la birlikte ikna eder, Salah eski günlerdeki vatanperverliğini hatırlayarak konuşmasını yapmak üzere kürsüye çıkar, son anda protesto metnini cebine tıkarak reisicumhurunun ne kadar da iyi bir reisicumhur olduğunu söyler, iner aşağı. Herkesin Mısır’da ya annesi ya kardeşi vardır, onları korumak için pek bir şey yapamazlar. Devlet okumaları için gönderdiği parlak zihinleri çoktan almıştır kıskacına, şantaj mekanizması Mısır’ın medarı iftiharıdır. İlginç taktikleri de vardır bu memleketin, mesela Fransa’da yaşayan muhalif bir yazarın yanına hayat kadını gönderir, kadın cebindeki ilacı hop diye döker adamın içkisine, adam uykuya daldığında hemen paketleyip kargolarlar, gözlerini memleketindeki bir sorgu odasında açar. Kimilerine göre siyasi bir sorundur bu, ülkenin başındakiler demokrasinin işlemesine izin vermezler, kimilerine göre Mısır halkının cahilliğinden kaynaklanır, herkesin gerekçesi başkadır ve esas noktayı kaçırarak birbirleriyle kavga da ederler.

Rafet Tabir. Mısır’dan nefret eder, tam bir Amerikalıdır ama değildir tabii. Kızı Sarah babasının eski kafalı bir yabancı olmasından utanır, eroinman sevgilisiyle birlikte evden ayrılarak hayatını yaşamaya başlar. Tabir iz sürer, kızını bulup kurtarmaya çalışır ama başarılı olamaz, geçici zaferler kızını daha da uzaklaştırır. En sonunda korktuğu gerçekleşir, kendini eroinman sevgiliyle birlikte yatakta bulur. Şaka, kızını Mo Salah’la çaça yaparken yakalar. Şaka, kızının fazla eroinden öldüğünü söylerler, sevgilisinin nereye gittiğiyle ilgili bir bilgi vermezler ki niye versinler, kızın nereye gittiği önemlidir. Kız da bir yere gitmemiştir zaten, öylece yatmaktadır. Filan. Ne bileyim, insan bazen o kadar parlatılan kitapları okuduğu zaman, okuyup da beğenmeyince bir şeyler yapmalı. Mesela az önce muz yedim, şu an kahve içiyorum. Yüz yirmi beş sekme açık yukarıda, bir şeyler izleyip uyurum sanıyorum. El Asvani’nin başka bir kitabına da elimi sürmem amuda kalkmadıkça. Kitap.

Liked it? Take a second to support Utku Yıldırım on Patreon!
Become a patron at Patreon!