Mónica Ojeda – Çene Kemiği

İzleklerin genişlemesiyle açılan hikâye tam dağılma noktasında sonlanır, somut hallerini başta görürüz ama Ojeda çok iyi gizler seyri, denebilir ki her karakter bir başka yerinden çekiştirir de üzerindeki örtüyü açar. İzleğin üzerindeki, kendi üzerindeki, zaten bir noktada aynılık açığa çıkar, altı kızın dördü sadece uç noktaları keşfetmek, heyecan duymak için Fernanda’yla Annelise’i takip ederler de iki “kız kardeş” aynı yutaktan inmişlerdir aşağı, benzer bir sevgisizlikle büyümelerinin ortaklığı elbet vardır ama Beyaz Tanrı bir kez yaratıldıktan sonra -her ne kadar hepsinin payı varsa da asıl Annelise’in icadıdır, kaynaklarını öğretmeni Clara’ya yazdığı ödev metninde göreceğiz- durdurulamaz bir sürüklenişin de parçası olurlar. Ergenliklerinin biçimsiz, bitimsiz enerjisi Beyaz Tanrı’yla bütünleşmelerini sağlar, bedenlerini keşfettikleri süreci David Le Breton’un Ten ve İz: İnsanın Kendini Yaralaması Üzerine nam metninden biliriz, ailenin -özellikle annenin- silme çabalarına rağmen varlığın duyurulmasıdır, çığlıktır, kızların gizli dünyaları haline getirdikleri metruk binada sessizliktir, özellikle beyaza boyadıkları odada. Yapının diğer odalarında, salonlarında vahşi hayvanlarla sayısız deney yaparlar, ölümü kavramaya çalışırlar, bedenlerinin sınırlarını test ederler ama o beyaz odada Beyaz Tanrı’nın ritüellerini yerine getirirler sadece. Ojeda çeşitlendiriyor anlatımını, ritüellerin yer aldığı liste olsun, Fernanda’nın psikoloğuyla yaptığı görüşme olsun -Dr. Aguilar’ın söyledikleri yoktur, sırf Fernanda’nın açıklamaları yer alır ki şeyleri iç içe geçirmeyi sever Ojeda, kızın konuşurken çok sayıda İngilizce kalıp kullanması Ekvador’un en seçkin okullarında okuyanların, belki sadece Fernanda’nın, hatta sadece Fernanda’nın çünkü Annelise’in Clara’ya verdiği metinde hiç öyle kalıplar yoktur ki ilki ses kaydından hallicedir, ikincisi metindir ama konuyu henüz yeterince dağıtmadığımı düşündüğüm için bu ara cümleyi tamamlamak istemiyorum, kısacası anlatım teknikleri açısından zengin bir metin, anlatı söylemleri açısından da öyle, haliyle gizi sürdürmek için kapalılık açısından da- farklı bölümlerde farklı biçimler, şiire de varır, iki hikâye çizgisini iç içe de geçirir, Ojeda’nın takdir edilesi yeteneği. De, konu neydi, Beyaz Tanrı’yla bağlantısı kurulan her öge bir şekilde deliliğe de ulaşacaktır, ergenlerin boş binada yapıp ettiklerini içeren ilk bölümlerde sırf sadistliğe yaslanan bir anlatıdan, iki kızın anneleriyle kurdukları çarpık ilişkiden ibaret olacağını düşünmüştüm mevzunun, bambaşka yerlere gitti sonra. İzlekler arasında denge sağlamak için mi, kozmik dehşetin ergen teröründe nasıl filizlendiğini göstermek için belki, kızların gündelik yaşamları başlarda ağırlıklı olarak gösterilir. Başlardaki yan hikâyelerden birinde Ekvador’un kodaman tayfasının çocuklarının düzenlediği bir partide yaşananlar yer alır mesela, hikâye çizgilerinden birinde binanın üçüncü katını ölüm yoluna çeviren tehlikeli bir oyun oynar gençler, diğerinde aynı oyun partide oynanır, iki anlatı sarmal şekilde ilerlerken binada kimse düşmez ama partideki çocuklardan biri yere çakılır, bacağındaki kemiklerden biri deriyi yırtıp dışarı fırlar, gore görüntü. Üniversiteli çocuklar bizim ergenleri yatağa atmayı düşünürlerken oyun başlayınca -duvarın üzerinde yürüyen kızların başardığını başarırlarsa istedikleri bir şeyi yaptıracaklardır- işin “boka saracağını” anlarlar, yaptıkları şeyin tehlikesini fark ederler. Ojeda’nın mahareti: nude fotoğraf görmek ister adamlardan biri, Fernanda’nın fotoğrafı sanırım, görenler dehşete düşerler. Neyden ötürü dehşete düştüklerini bilmeyiz, son bölümlere kadar söylemez Ojeda, yeri gelince yapıştırır. Çene, ısırmak, yutmak, vücut sıvıları, morluklar, yaralar, izler, kaldırılan kabuklar. O kadar ilerlemeyelim, ilk bölümün okuru attığı çukura bakalım. Fernanda uyanır, elleri ve ayakları iplerle bağlıdır, oturduğu sandalyeyi, masayı, odayı anlamlandırmaya çalışır. Pencereden görünen yanardağ değişimin, evrimin sembolüdür, ergenliğin. Clara ortalığı toparlar, temizler o sıra, sıçtığına dair durum tespitini kabul etmez, asıl Fernanda sıçmıştır zira dağın başında bir yerdedirler, elleri kolları bağlı olan Fernanda’dır. Kronolojik ilerlemeyen zamanın hemen farkına varırız, bu bölümü zaman çizgisine oturtmak için sabretmemiz gerekir, Clara’nın neden sadece Fernanda’yı kaçırdığını anlamak içinse hikâyenin sonunu bekleyeceğiz. Karakterlerin psikolojik değişimlerini de şahane yansıtır Ojeda, Hollywood filmlerindeki kaçırılma sahnelerini düşünen, kadını tehdit etmeye güç bulan Fernanda umutsuzluğa düşmeye başlayınca kontrolü kaybeder, yaşadığı veya şahit olduğu uç olayların -binada olanlar, Annelise’le yaşananlar, psikolog safhası- ötesinde bir korkuyla kıvranmaya başlar. Müthiş. Sanıyorum metnin en kuvvetli bölümleri Clara’nınkiler zira hem öğretmen annesinin zulmü hem de öğrencilerle kurduğu korkunç ilişkiler zaten yeterince etkileyici, bir de Annalise’in ödevinde bahsettiği Beyaz Tanrı’yı benimsemesiyle tamamlanan deliliği var, kapkara kuyu. Ne karakterler ama: zihinlerinin dağınıklığı, korkuya tutunuşları paramparça anlatıyla somutlanır, bir de anlatımdaki genişleme alanlarıyla. Rastgele gibi görünüyor ama karakterlerden bağımsız olmadığı, serbest dolaylı anlatıcı kendi başına dolanmadığı için mutlaka bağlanıyor bir yere, dört dörtlük. Şöyle aslında, kızları bir arada tutan bağ daha açık olmasına rağmen Clara’yla kızları bir arada ne tutar, biçimsizlikten doğan tekinsizlik. Clara daha gençliğinde anlamıştır ıstırabın sınırlarının olmadığını, omurgası kayık annesini taklit etmeyi öyle noktalara vardırır ki kadının kıyafetlerini giydiği, saçlarını onunki gibi kestirdiği yetmiyormuş gibi duruşunu da yamuklaştırır ki iyice annesine benzesin, o sert tavrı ödünç alarak bir dayanak bulsun kendine, metinde “M&M” diye anılan öğrencilerinin on üç saat boyunca işkence ettiği kadın olmaktan çıksın. Devlet okulunda çalıştığı sıralarda iki öğrencisi evini basar, Clara’yı sandalyeye bağladıktan sonra eziyet ederler, kasıklarına iğne batırmaktan bilmem neye. Nasıl kurtulduğunu bilmiyoruz Clara’nın, bu son olayla birlikte aklının incecik bir tele bağlı olduğunuysa kesinlikle biliyoruz. Yeni okulunda altı kızın sınıfı hatta sırf altı kız dertlidir, Clara’yı dehşete düşürecek kadar yakınlaşırlar hem psikolojik hem fiziksel olarak. Tekinsizlik çeşitli kaynaklardan beslenir, Annelise’in kozmik dehşeti keşfetmesi bunlardan biri. Binada birbirlerine korku hikâyeleri anlatırlarken internetteki siteleri keşfederler, Beyaz Tanrı’nın –drag queen Tanrı evrim geçirerek Beyaz Tanrı’ya dönüşür- yaşadıkları hayatın merkezinde olduğunu düşünmeye başlarlar, yazdığı öykülerden sonra Annelise bu fikri Fernanda’nın aklına sokar ama su koyverir Fernanda bir noktadan sonra, yaptıklarıyla sınırı geçtiklerini düşünür. Gerçekten de öyledir, çene kemiğinin anlamlarını inceleyince hele. Timsah çene kemiğini taç olarak başına takan Annelise’in daha sekiz yaşındayken çok daha büyük, gizemli varlıkları sezmesi bütün o öyküleri yazdırır, Lovecraft’la birlikte diğer yazarların metinlerini keşfetmesini, hatta derme çatma da olsa kendi kozmogonisini kurmasını sağlar. Anneler tarafından yutulmak, çene kemiğinin çiğnemesi, koparması, kırması, birbirlerini çiğnemeleri, Beyaz Tanrı için sıvılarını feda etmeleri, öncesinde kendi sıvılarını yalamaları, yutmaları, ölü kuşları ısırmaları, bütün eylemler, ritüeller toplanır da ergenliğin sonsuz enerjisiyle, potansiyeliyle bütünleşir. Mükemmel bir patoloji. Annelise fark etmiştir Clara’nın da kendilerine benzediğini, Moby Dick‘teki beyazlıktan, balinanın akıl kaçırtıcı beyazlığından bahseden bölümü incelerken ipuçlarını vermiştir, gerisi kolaydır artık. Öğretmenini kışkırtır Annelise, kaçırma safhasının kaynağı, aslında sekiz yaşındalarken Fernanda’nın havuzda yaşadığı utandırıcı olayın da kaynağı.

Enine boyuna incelenirse büyüsünü kaybedecek bir roman, darmadağın bırakacağım. Çok dikkatli okumalı, Ojeda saklamayı seviyor, sakladığını olur olmaz yerde salmayı da seviyor, kaçırmamalı. Son zamanlarda okuduğum en sağlam romanlardan biri diyeceğim. İthaki’nin bu seriden çıkardığı romanlar arasında da en iyilerden biridir zannediyorum.

Liked it? Take a second to support Utku Yıldırım on Patreon!
Become a patron at Patreon!