Erdal Öz – Defterimde Kuş Sesleri

Günlüklerini de katmış Öz, anılarının yarısı günlüklerdeki kayıtlardan neredeyse, üstelik birebir. Hayal kırıklığı biraz, şu haline günlüklerin genişletilmiş versiyonu dense denir. Öz’ün hapishanede geçirdiği ayların dışına taşan anı hemen hiç yok, aslında hapishane anıları yani. Gülünün Solduğu Akşam‘da hapishane havası ağır, Deniz Gezmiş’e bu metinde de rastlıyoruz ama az. Yaşananların yazılması gerektiğini söylüyor Gezmiş, görevi Öz’e veriyor. Konu sıkıntısı çeken yazarlar bu hapishane günlerinden esinlenebilirler, esinlenmeliler. Öz’e göre konu bol ama evet, 1970’lerin zulüm gören kuşağından bir atılım görülecek, zulmü görüp etkilenen bir sonraki kuşak da kayıtsız kalmayacak. Kadınlar Koğuşu’nda Oya Baydar, Sevgi Soysal, Behice Boran var, yazdılar, Öz’ün eşi Ülkü de bir ara girip çıkıyor. Neyse, 12 Mart öyküleri antolojisinin anlamı büyük bu açıdan, Yiğit İken Ölenlere sahaflarda okurlarını bekliyor. Öz’ün günlüklerine yazmadığı bölümler ilginç, hapisten çıktıktan sonra yaşadıkları da en az o kadar ilginç ama Gezmiş’le sohbeti, sohbet edebilmek için Gezmiş’in düşündüğü alavere hoş. İçerideyken yazamazdı Öz, günlüğü ele geçse çoğu insanın başının derde gireceğini biliyor, sonlara doğru kendi de söylüyor zaten. Muzaffer Başçavuş’un davasıyla ilgili tanıklık ettikten sonra adama sarılmak için hamle ettiğini, adamın gözleriyle Öz’ü olduğu yere çaktığını günlüklerden biliyoruz da bağlam yoktu, havada kalıyordu hikâye. Öğreniyoruz ki Münir Ramazan Aktolga’yı hapisten kaçırma olayı. Sonucunda idama mahkum edilebileceği bir davası var Aktolga’nın, Öz arkadaşlarıyla birlikte plan yapıp Aktolga’yı kaçırmak için sistemi kuruyor -film gösterimi, kılık değiştirmece, en haso macera filmi senaryosuna bin basar- ama aşırı heyecandan kirişi kıramıyor Aktolga. İkinci teşebbüste uçuyor hapishaneden, mevzu mahpuslarla arası iyi olan Muzaffer’in başına iş açıyor, “Yaktınız beni,” diye serzenişte bulunuyor adam. Hapis, yargılanma derken tavrı anlaşılır, Öz üzülüyor ama elinden bir şey gelmiyor. Aktolga ilginç bir karakter, Öz salıverildiği sırada kendisi firari, adam yollayıp Öz’ü saklandığı yere getirtiyor. Öz kırgın, yakalandığında ifadesi alınırken bütün suçu üzerine yıkan Aktolga’yı görmek istemiyor ama yardımcı olabileceği bir şey belki, belki korkudan, sonuçta kitapçıyı kapayacağı zamana daha var. Aktolga sert, Öz’den Muzaffer Erdost’un bastığı, toplatılan kitapları çalmasını istiyor zira anlamış, bilgi olmadan devrim olmaz, devrimcilere Sol’dan çıkan kitapları okutacak. Öyle bir kötülüğü arkadaşına yapamayacağını söylüyor Öz, Aktolga’nın doğrulttuğu silahtan ötürü tedirgin ama geri adam atmayacak. Tehdide pabuç da bırakmayacak sonradan. Gezmiş diyorduk, Öz hukuk mezunu olduğu için savunma konusunda onun da yardımını istediğini belirtiyor Gezmiş ve arkadaşları, hapishane yönetimi tarafları acayip güvenlik önlemleri altında buluşturulacaklar ama o da nesi, Öz’ün daktilosu F’miş, Q lazımmış meğer, haliyle elle yazılacak şeyler için daha uzun süre vakit geçirmeleri lazım. Numara aslında, Gezmiş’in pratik zekâsının ürünü. Maksat, yaşananları baştan sona kadar anlatmaları, orada kim varsa yaşadıklarını kaydettirecekler Öz’e. Hepsi roman olacak zira Gezmiş öyle istiyor, romanın büyüsü de gerek onca yaşanana. Onlar anlatıyorlar, Öz yazıyor, hepsi kurmacaya dönüşüyor sonra. Gezmiş’in edebiyatla ilgili görüşlerini Twitter’da paylaştım, buraya da alayım. Öncelikle çok iyi bir okur Gezmiş, dönemin dergilerini takip ediyor, yazarlarını şairlerini biliyor. Bilge Karasu’nun yazdıklarını pek sevmiyor, Füruzan’ı da pek sevmediğini söylüyor, aynı şekilde Ece Ayhan’ı da ama ilginç şeyler yazdıkları için takip ediyormuş. Kim var, Adnan Özyalçıner, Bekir Yıldız, Yaşar Kemal, toplumcu gerçekçiler ağırlıklı olmak üzere pek çok yazar. Ömer Polat’ı da severdi sanıyorum, anılarda karşıma bir anda çıkınca sevindim. İlk duruşmada herkes aşağı yukarı bir sayfalık savunma vermiş. Muhteşem bir olay ya Polat’ınki. Pardon, böldüm ama şimdi yine okuyunca hayran kaldım. Sıra esmer, uzunca boylu, yapılı birine gelmiş, Öz hiç tanımıyormuş. İlk verdiği ifade tam altmış beş sayfa, yarım saatte okunuyor, üstüne Polat kabul etmiyor ifadeyi, baskı altında yazdığını söylüyor. Şaşırıyor Ali Elverdi, neden o kadar uzun yazdığını sorunca romancı olduğunu belirtiyor Polat, salonu güldürüyor. Sonradan yakın dost olmuşlar, salıverildikten sonra Polat’ın iki güzel roman yazdığını söylüyor Öz. Bence Seyit Alp’le birlikte o dönemin unutulan en önemli isimlerinden biri Polat, Kürtlerin gördüğü eziyeti anlatan romanları pek başarılı olmamasına rağmen kalburüstüdür. Bilmiyordum, Almanca öğretmeniymiş, sonradan Almanya’ya yerleşmiş Polat. Gölgede kalmış yazarlara anılarda pek rastlanmıyor, güzel sürprizler bunlar. Öz’ün kendiyle ilgili anlattığı bir iki şey de bu kadar ilginçtir, mesela âşık olduğu kadının evleneceğini öğrendiği zaman. Askerden izinli dönmüştür, Beyazıt’ta arkadaşlarının takıldığı mekâna gider, Onat Kutlar’la Yılmaz Pütün’e rastlar. O zamanlar Yılmaz’ın “Güney” soyadı yok piyasada. Sevdiğini sorar Öz, arkadaşları mırın kırın ederler, en sonunda çantasındaki davetiyeyi çıkarmak zorunda kalır Pütün. O gün Beyoğlu’nda nikah vardır, Öz’ü bir türlü tutamazlar, hep beraber gitmeye karar verirler. Tam bir yıkım Öz için, kızı görünce mekândan dışarı kendini zor atar, Tarlabaşı’ndan aşağı doğru koşmaya başlar, arkadaşları da peşinden. İlginçtir, günlüklerindeki değişimin sebebi bu herhalde. İzinden dönüşüne denk geliyor o kayıtlar herhalde, Öz kadınlara karşı yaklaşımını değiştireceğini söylüyor bir yerde. Aşko modunu kapayıp komple cinselliğe abanacakmış, o güne dek kadınlara hiç öyle yaklaşmamış ama artık hedef oymuş. Hoş. İnsan işte, doğal.

Ne kaldı, aralara dağılmış bir sürü hikâye var. Öz’ün babası İsmet Paşa’yı pek severmiş, bu yüzden Erdal İnönü’nün adını oğluna vermiş. Yusuf Arslan’ın babası Beşir Arslan’ın tedavisinde Öz’ün katkısı çok büyük, idamdan kısa süre sonra ziyarete gelen Arslan’ın rahatsızlığını fark ediyor Öz, babayı hemen doktor tanıdığına yönlendiriyor. Boyun omurları arasında büyük bir ur varmış, alınmaması durumunda felç kalması olası Arslan’ın, en kısa sürede ameliyata alınıyor ve hayatı kurtarılıyor resmen. Öz’ün dikkat çektiği nokta Yusuf Arslan’ın boynundaki kara izin yeriyle Beşir Arslan’ın urunun yerinin aynı olması. Acının böylesi duyumsanması işte, aynılık. Bir şey daha var, sevdiğimiz sanatçılar yüzünden hayal kırıklığı yaşadığımız çok olmuştur ama bu gerçekten acıttı: İbrahim Tatlıses’e bir protesto metni imzalatıyorlar, Tatlıses, “Ben onu kooperatif sözleşmesi sanmıştım,” diyor. Yok, şaka, bu olay 1980’lerde oluyor zaten. Necati Cumalı’yı diyeceğim ben, toplumcu bir sanatçıdır, ömrü boyunca avukatlık yapıp hak savunmuştur da ettiği nedir öyle: Onat Kutlar’la Yaşar Kemal yedi bin imzayla geliyorlar İstanbul’dan, toplamda yirmi iki bin imza var idamların durdurulması için. Necati Cumalı’nın önüne koymuş dilekçeyi Öz, Cumalı bir gün önce Cem Kitabevi’nde imzaladığını söylemiş, İstanbul’da. Sonradan ortaya çıkmış ki Ankara’dan döndüğünde de İstanbul’dakilere Öz’dekini imzaladığını söylemiş. Dalavereye bak, vay Cumalı be. Yılmaz Güney’in başı o sıralar dertteymiş, o yüzden imzalamak istememiş. Daha kimler kimler varmış da anlatmamış Öz, aslında anıların bombaları patlatması lazım ama sonradan gelenleri korumak için herhalde, o kadar açık etmiyor. O daktiloya ne olduğu tabii, Q değil de F olan paramparça edilmiş, o halde verilmiş Öz’e. Yenisini almak için gidiyor Öz, dükkânın sahibi eski daktiloyu alıp yeni bir tane veriyor. Hayır, en azından o kadarını yapmalı, darağacındaki fidanlar için.

Liked it? Take a second to support Utku Yıldırım on Patreon!
Become a patron at Patreon!