Zamanında kurşun içeren ürünlerin zararsız olduğuna dair reklam yaptırmıştı babalar, parasını bastırıp bilim insanlarını tuttular, deneyler yaptırdılar, televizyona çıkardıkları insanlara kurşun içirdiler. Bu sonuncuyu yapmadılar tabii de metalaşmış bilimin kulu olmayan bilim insanları çıkarak kurşunun aslında çok zararlı bir şey olduğunu söyleyene kadar insanları zehirlediler bir güzel. Bir zamanların savaşlarının -hatırlamıyorum şimdi hangileri- bu kurşun yüzünden kaybedildiği söyleniyor, askerler yavaş yavaş telef oldukları için. Sigarayı da anmak lazım, zamanında sigaranın yararlı bir şey olduğuna dair yine reklamlar döndü, Marlboro Man diye bir model çıktı, erkekleri sigaraya özendirdi. Üç Marlboro Man modeli de akciğer kanserinden ölmüş, doğruysa. Neyse, yine bilim insanları çıktı ve sigaranın sağlığa zararlı olduğunu ispatladılar ama bu reklam olayı uzun süre döndü, yakın zamanlarda yasaklanabildi. Ürünlerin emrindeki bilim oldukça kaygı verici sonuçlara yol açmışken daha derin bir tehlikenin de maşası haline geldi, sosyobiyoloji üzerinden nesilleri davranışçılık üzerinden biçimlendirmeye vardı. Bilimin hükümranlığından önce aynı işi Kilise yapıyordu, toplumsal meşruiyetin temel kurumu Kilise’ydi Lewontin’e göre, arada sırada reformistler çıktıysa da sadece belli bir olumsuzluğa reform ettiler, Luther’in aile ve kadınlar konusunda söyledikleri malum. Bilimin yükselişi Kilise’nin dayandığı öte bir güce yaslanıyor, bulunacak sayısız formülün, aparatın, teorinin heyecanı bilinmeyenin bilinen haline gelmesiyle temelleniyor. Üstelik bilim -sözde- tarafsız ve apolitik, görünürde din gibi sağa sola çekilebilecek bir yapıda değil. Uygulamada evet, atomların politik bir görüşü yoktur ama bilim insanları veya bilimsel çıkarımların “sahipleri” için bilim müthiş etkili bir gereçtir. Bolşevik Devrimi’nden kaçan bilim insanı Theodosius Dobzhansky’yle Sovyetler Birliği’nde biyoloji ve genetik alanında çalışmalar yapan T. D. Lysenko arasındaki mücadeleyi örnek veriyor Lewontin, hatalı bilimsel doktrinler sonucunda tarımsal üretimin ciddi bir şekilde zayıfladığını iddia eden Dobzhansky, bilim insanlarının doğruyu söyleme yükümlülüğünün olduğunu tekrar tekrar hatırlatmış ama Çernobil’den biliyoruz durumu. Benzer bir tahakküm yöntemini kapitalizm kullanıyor, Lewontin bu metinde sosyobiyoloji üzerinden kapitalizmin ağırlığı altında ezilenlere durumlarını kabul etmelerini bilimsel yollarla dayatan anlayışa karşı çıkıyor.
Darwin’in doğal seçilimle evrim kuramının Malthusçu kaynağı yoksulların ürememesi için daha sıkı bir kontrol mekanizmasının varlığını savunuyor, bunun yanında ekonomiden de anlıyor Darwin, İskoç ekonomistlerin erken dönem kapitalizmin siyasi iktisat kuramına benzeyen teorisinin ikinci kaynağı da ekonomiden geliyor. Hayatını hisse senetlerine yaptığı yatırımlardan kazanıyor, güçlü ve hayatta kalıyor böylece. “Darwin’in yaptığı şey, erken dönem on dokuzuncu yüzyıl siyasi iktisadını, tüm doğal iktisadı kapsayacak şekilde genişletmekti.” (s. 21) Endüstrinin toplumsal örgütlenmeyi biçimlendirmesinden önce birey biçimlendirildi böylece, tüketici birey kurulu düzenin değiştirilemeyeceğine inandırıldı, zira evrimde organizmalar ve çevre dışında bir faktör yoktur, her şey bu kısıtlı çerçevenin içinde gerçekleşir. Bilim de bu görüşü desteklemek için kullanılınca genlerin insanı bu uyumun dışında bir noktaya ulaşamayacağına, başka bir alternatif olmadığına inandırmış gözüküyor, mevzu kabaca bu. “Genler bireyleri oluşturur, bireylerin belirli tercihleri ve davranışları vardır, tercihlerin ve davranışların toplamı kültürü oluşturur, o halde genler kültürü oluşturur.” (s. 26) İndirgeme müthiş, DNA’nın neye benzediği öğrenilince neden insanların fakir ve zengin olarak ayrıldıklarını öğreneceğiz indirgemecilere göre. Lewontin’e göre dünyanın ögelerden oluşan bir makine olduğu fikrini Descartes bulmuştu ama bu bir metafordu, metafor olduğu unutulana kadar. Dünyanın bir saate benzediğini unutup bir saat olduğunu sanmaya başladık, biyolojik determinizm kapitalizmin icatlarından biri olarak ortaya çıkarak eşitsizliklerin asla değiştirilemeyeceği görüşünü dayattı insanlara. Lewontin bu görüşleri çürütüyor. İlk bölümde toplumsal sözleşmelerin ortaya çıkışlarını karşılaştırarak doğal seçilimin bu statükoya nasıl eklemlendiğini anlatıyor, aileden gelen bir statünün -en azından bir noktaya kadar- kader olduğunu sanan insanın toplumsal ve iktisadi miras kavramını biyolojik mirasıymış gibi görmesi edebiyatta da karşılık bulmuş, Oliver Twist üst orta sınıf kanı taşıdığını kusursuz İngilizcesiyle sembolize ediyor, oysa kilise ıslahevinde yetişen bir çocuk. Tezat bariz. Başka örnekler var, soyun önemi kültürel etkinliklerden de doğuyor. Başka bir kanatta da bilim insanları var, ABD’de çok önemli görevlere gelmiş olan profesörler siyah ırkın neden beyaz ırktan aşağı olduğunu kanıtlamaya çalışıyorlar. İlginçtir, iki tarafla da yapılan bir deneyde siyah çocuklar beyazlardan daha akıllı çıkmış üstelik. Tabii bu deneyin sonuçlarının yayılması geçtiğimiz yüzyılın ortalarında beklenemez. İnfiale yol açardı, oysa biliniyor ki genler ve çevre belirliyor her şeyi, renk değil. Aslında genler bile değil, zira mutasyonların yarattığı farklar meyve sinekleri üzerinde yapılan bir deneyde ortaya konmuş. Dalgalı bir asimetri var, sineklerin sağ ve sol yanlarındaki tüylerin sayıları farklıymış mesela. Merkezi sinir sistemimizin gelişiminde büyük rastgele farklılıklar olabilirmiş bir yandan, yani o kadar çok etken var ki genetik determinizm diye bir şey söz konusu olamaz. “İnsanları toplumdaki konumlarının sabit, değişmez ve hatta adil olduğuna ikna etmek için kullanılan en büyük biyolojik-ideolojik silahlardan biri, kalıtsal ile değişmez olan arasındaki daimi kafa karışıklığıdır.” (s. 47) IQ testleri de güvenilir olmaktan çıkıyor bu durumda, genetiğin IQ’yu etkileyip etkilemediğini anlamak için bir sabitlik gerekiyor ama elimizde bu bilgi yok, bu konudaki her çıkarım farazi olmak zorunda.
Dört bölüm de çok iyi ama ikincisi ufuk açıcı cinsten. İstatistiklerin yanlış yorumlanması üzerinden toplumun yönlendirilmesini anlatıyor Lewontin, özetlemek gerekirse tüberküloza yol açan bakterinin hastalığın sebebi olduğunu ama insanı asıl öldürenin tüberkülozun kolaylıkla yayılabileceği çalışma ortamları, çalışma saatleri ve benzeri etkenler olduğunu belirtiyor. “Kontrolsüz endüstriyel kapitalizm” gözardı edilerek bütün ihalenin bakteriye veya günümüzde olduğu gibi virüse yıkılması çarpıtılmış bir sonuçtan öteye gitmiyor. Şartların görece iyileştirilmesi tüberkülozun nadiren görülmesine yol açıyor mesela, Robert Koch mevzuyu çözüp kimyasal tedaviyi bulduğunda hastalık %90’lık bir azalma göstermiş çoktan. Beslenmenin yine görece iyileşmesi, yaşam şartlarının “insani” bir düzeye ulaşmasını insan ömrünü uzatan asıl neden olarak görüyor Lewontin, tıbbın gelişmesi ikincil bir neden olarak makul duruyor ama bu ikincillik üzerinden yürüyen bilimsel araştırmalar insanı merkezde olması gerekirken öteleyen ticari faaliyetlere dönüşmüş durumda, insan genom projesinin detaylı anlatımıyla bu projenin amaçlanandan çok daha fazlasını içerdiğini görüyoruz. Yine aynı noktaya çıkıyor olay, insanların genleri pek çok açıdan farklılık gösterir ve tek bir projeyle, bir insanın genetik yapısının ortaya çıkarılmasıyla bütün bir insanlık kapsanamaz. Milyarlarca doların akıtıldığı bu iş hibrid tohum projelerini anımsatıyor Lewontin’e, doğal bir mısırdan yeni mısırlar üreyebilir ama çaprazlama yoluyla üretilen mısırlardan yenileri çıkmaz, dolayısıyla her seferinde tekrar tekrar tohum almak gerekir. “Saf ticari çıkarlar saf bilimsel iddia görüntüsüne öyle başarılı bir şekilde bürünmüşlerdir ki, bu iddialar günümüzde üniversitelerin tarım fakültelerinde bilimsel gerçek gibi öğretilmektedir.” (s. 70)
Genlerimizde kodlu bir değişmezlik yok, biyolojik determinizm “yüz günlük devrimlerin” dünyayı değiştiremeyeceğini gösteren mutlak bir doğru değil, kaderimiz genlerimize gömülmedi. Lewontin’in meselesi bunlar, hepimizin meselesi.
Cevap yaz