Kolektif – Edebiyatımızın Ödünsüz “Eleştirmen”i Fethi Naci

Naci’nin eleştirilerinin değerlendirildiği yazılardan bir bölüm, Semih Gümüş’ün Naci’yle yaptığı şahane söyleşi ayrı bölüm, sonda da Naci’nin yazılarından seçmeler. İlk bölümdeki yazılara anılar karışıyor, oldukça objektif değerlendirmelerin yanında Naci’nin arkadaşlarının yine objektif fakat samimiyeti yansıtan yazıları da var. Ataç’ın övgüsü başlarda, yergisi son bölümdeki yazılardan birinde. Yergi de, yani, Naci iyi bir yazarın farklı disiplinlerden yararlanması gerektiğinden bahsediyor, sosyolojiyle haşır neşir olan yazar metnini zenginleştirebilir mesela, Ataç’a göreyse yazara görev biçmek, ödev yığmak iyi bir tutum değil. İyi tutum aslında, metnin niteliği artacaksa baş üstüne. Övgü şu, Ataç için Naci iyi bir yazar, takip edilesi çünkü sözcük tercihleri yerinde, hapır sapır yazmıyor, düşündüğünü açıkça anlatmaya çalışıyor. Yaşar Kemal de buradan yaklaşıyor birkaç yazısında, Ataç’ın Türkçeyi en iyi kullanan yazarlardan biri olduğunu söylüyor. Dostluklarının temelinde bu Türkçe sevgisinin üzerinde yükselen insani sıcaklık var sanki, Naci her ne kadar Kemal’in metinlerinden bazılarını yermişse de Kemal bunun onurlu bir tavır olduğunu söylüyor, Naci’ye göre bir yazarın her metni aynı seviyede başarılı olmayabilir, bu durumda olumsuz eleştiri elbet çıkar ortaya. Haso adam yani Naci, Kemal bu haslığı tutmuş, dostlukları bu sayede sürmüş. Memet Fuat’la aynı sebepten eleştiriye küsmeleri anlaşılır, eleştirilen “dostlar” bir bir yüz çevirmişler, örneğin Mehmet Eroğlu’nun ilk romanını çok beğenen Naci övgüsünü esirgememiş, Eroğlu’nun diğer metinleri beklediği gibi çıkmayınca lafını esirgememiş bu kez, Eroğlu selamı sabahı kesmiş. Ayla Kutlu’nun, Vedat Türkali’nin, Erhan Bener’in ilk metinlerini de heyecanla karşılamış Naci, sonradan niteliği düşürdüklerinde hiçbirinin yeni metinlerini okumaya gerek kalmadığını açık açık söylediği için araları bozulmuş. Aşağı yukarı yirmi yazarla papaz olmuş Naci, aralarında dostları da var sanıyorum ki eleştiriye ara verecek kadar üzmüş bu küsmeler onu. Nesi var da küsüyor insanlar, metinleri hakkında yazılanlara bakalım, Rauf Mutluay’a göre uzlaşmaz bir mizacı var Naci’nin, sertliğe kaçan ilkeleri, titiz ölçüleri, dostça kabalaşan doğruculukları, ödün vermez beğenisi. Melih Cevdet Anday’a göre anlatının dünyasını taşıyan karakterlere saygısı var, romandaki gerçekliği kenara atan bir karakter gördü mü yapıştırıyor eleştiriyi. Eleştirdiği metnin yazarı o karakteri gerçek hayattan aldığını söylemiş, hiç önemli değil, kurmacayla gerçekliğin uyuştuğu metinler vardır, uyuşmadığı metinler vardır, kurulan dünyayı “gerçek” insan parçalamamalı. Buradan yola çıkarak mı söylüyor acaba, Naci’ye göre kurguyu belli bir seviyeye çeken ögeler hikâyenin toplumsallığından, sol tandansından çok daha önemli, metin kötüyse ideoloji ortalığa saçılır, estetik kıymeti mahveder. Davayı sattığı bile söylenmiştir belki Naci’nin, Vedat Türkali’yi eleştirdiği zaman aldığı tepkileri merak ettim. Arı kovanına çomak soktuğu çok olmuştur, Adnan Binyazar’dan şu: “Fethi Naci yazarlığı boyunca ağzından çıkan sözlerin bilincinde olmuştur. Bu nedenle yargıları yazboz tahtası gibi hemen siliniverecek bir yazar değildir. Yazınsal kişiliği, öfkeleri bir bayram balonu gibi söndürecek güçtedir. Nitekim yaraya parmak basmış olmalı ki, konu birden her alanda tartışılmaya başlanmıştır.” (s. 14) Naci’nin romanımızı futbol takımlarının Avrupa’daki başarılarıyla kıyasladığı yazısına binaen söylüyor bunları Binyazar, o zamanın tartışma gündemini belirleyen önemli bir yazıydı o. Biçim yoksulluğu aslında konu, Naci’ye göre Batı’da edebiyatımızı duyurmak için hem yeni biçimler hem de yerellikten yola çıkan evrensel mevzular lazımdır, ikincisi yoksa ilki, en azından sağlam bir dil kurulmalıdır. Melih Cevdet Anday bu görüşüne katılır Naci’nin, sırf konuya yaslanan metinleri yerer, hikâyeden ziyade hikâyenin anlatılma biçimine önem verdiğini söyler. Yine Anday’ın dedikleri: Naci bir metni okurken başka kaynaklara başvurur, notlar çıkarır, uğraşına “çalışmak” der. Sağlam, metodik bir eleştirmendir, beğendiği metinler gönül rahatlığıyla okunabilir, en azından Anday okuyacağı metinleri seçerken Naci’nin beğenisine göre de hareket eder. Cemal Süreya’nın söyledikleriyle ilk bölümü kapayıp söyleşiye geçiyorum, Naci’nin Giresun’dan İstanbul’a gelişinin hikâyesini anlatan Süreya’ya göre özet şudur: “Burada hemen şu soru beliriyor: nelerin altını çizerek daha iyi anlatabiliriz Fethi Naci’yi? Önce hemen belirtmeliyim, Naci’yi Türk edebiyatından bir an çıkarsak, o edebiyatın dengesi bozuluverir. Seveni var, sevmeyeni, hatta düşmanları. Ama bu bir gerçek. Yanlışları da var belki. Ama bu bir gerçek: Fethi Naci’siz bir Türk edebiyatı, hele bir 1950 kuşağı, hele hele roman ve şiir düşünemeyiz. Karşıtlarından da örnek vererek bu yöntemin sağlamlığını ortaya koyalım: Attila İlhan’sız bir şiir, düşünülebilir mi? Asım Bezirci’siz bir İkinci Yeni?” (s. 17)

Çok uzun, süper doyurucu bir söyleşi, yaşamının dönüm noktalarına değinen Naci hem TİP bünyesindeki çalışmalarına hem siyasi ve edebî yazılarının kaynaklarına eğiliyor. Semih Gümüş’e kocaman bir teşekkür borçluyuz bu söyleşi için. Neyse, parasız yatılıdır Naci, Erzurum Lisesi’nde okumadan önce de kitaplarla, dergilerle haşır neşirdir ama liseye geçtikten sonra tutkusu büyür, okur da okur, yazmaya da başlar o dönem. Hani çok bilinmeyen şeyleri yazayım, üniversite okumak için İstanbul’a geldiği zaman ilk olarak Oktay Akbal’la tanışır Naci, memleketlisi Naim Tirali o sıralar öykülerini yayımlarken edebiyat camiasını da tanımaya başlamıştır, vasıta olur. Naci on sekiz, Akbal yirmi iki yaşında o sıralar, dostlukları ömre yayılacaktır. Cansever’le de öyle, küs kaldıkları çoktur ama birbirlerini tutarlar, aynı masalarda kelle olurlar, Kadıköy’de ev alan Cansever’e komşu olur Naci, sene 1964. Uzunca bir hayat hikâyesi ama aralara neler neler giriyor, Gümüş mevzuları açan, zaman çizgisinde öteye beriye sıçratan sorularla zenginleştiriyor söyleşiyi. Araya şu sıkışmış: “Zaman zaman eleştiriden bezdiğim oluyor. Nankör bir iş eleştiri. Bir yazarın bir eserini beğenirsiniz, sizden iyi eleştirmen yoktur; bir başka eserini beğenmezsiniz, bu defa sizden kötü eleştirmen yoktur… Her şey metalaşıyor günümüzde… Edebiyat da.” (s. 51) Yazdıklarının okunmamasından da şikayetçi, okuyanların tepkisizliğinden de, aslında kıymet görmeyeceğini biliyor ama yine de biraz tepki almak istiyor insan, yaptıklarının boşa gitmediğini görürse tatmin olur. Bundan başka neler var, anılar şelale, kırgınlıklar, küskünlükler, mutluluklar sıralanıyor diyeceğim, diyemiyorum, elbet tamamıyla hüzünden ibaret değil yaşamı ama Naci’nin umutsuzluğu baskın. İnsan Tükenmez‘le ilgili yargı süreciyle bitireyim, meraklısı alıp okusun kitabı. 142’den dava açılıyor Naci’ye, yazar çizer tayfa için dönemin en korkutucu olaylarından biri. Bilirkişi kurulu oluşturulmuş, profesörlerin yanında Peyami Safa da var, eyvah. Ahmet Hamdi Tanpınar kuruldan çekilen birinin yerine geliyor, bu iyi ama Safa? Naci eleştirmiş Safa’yı, Safa da karşı eleştiri yazmış, tokuşmuşlar bir ara, durum iyi görünmüyor. Mehmet Ali Aybar’ın yardımıyla davaya hazırlanan Naci mahkemeden yeni bilirkişi atanmasını isteyeceğini söyleyince Aybar gidip Safa’yla konuşmasını tavsiye ediyor Naci’ye, arkadaşının hayret ettiğini görünce Safa’nın “konuşulabilir” olduğunu ekliyor. Konuşuyorlar, Safa ilk toplantıya gelmeyeceğini, gelirse Naci’nin başına iş açacağını söylüyor ama tehdidin ucuna iliştiriyor: Naci’nin itiraz etmesinde, kendisinin kuruldan çıkarılmasında bir sakınca yok. Yırtmak için Safa’yla pazarlık yaptığına dair dedikodular çıkacak sonra, Naci’ye düşmanlık besleyenlerin dili durmayacak. Behice Boran’ın ettikleri ne öyle, saldığı dedikodular sinirden çatlatır insanı. TİP tecrübesi çok ilginç. İlgilisi okusun, bulsun bu kitabı sahaflardan.

Liked it? Take a second to support Utku Yıldırım on Patreon!
Become a patron at Patreon!