İrfan Yalçın’ın en kötü metni. Son yirmi yılın farsında Yalçın’a özgü izleri bulmak şart değil, tamam, yine de o taklacı zekâdan eser aramak çok değil. Bu metne göre çok, gerçeğin numaralaşmasında doz aşımı. Neyin ne, kimin kim olduğu şak diye göze girince, yakın tarihin demokrasi arızaları absürt değil, saçma değil, sembol biçiminde ortaya çıkınca yüz de kafa da ekşiyor. Şöyle: Kocabela nam dallama yine bir gün Tanrı’yla konuşuyor, elinde İncil. Durmadan öldürüyorlarmış ama Tanrı’nın öldürdüğü daha fazlaymış, bu yüzden Tanrı daha suçluyken Kocabela’nın öldürdüğü neymiş ki, hergele ülkelerden birine daha musallat olabilirmiş yani. Olsun muymuş? Viski içiyor Kocabela, yanakları sarkıyor, sonra tarihteki soykırımları temize çekme amacıyla işe girişiyor. “İspanyol annesiyle İngiliz babasından küçükken dinlediği, sevgili atalarının demokratik soykırımlarını, uygarlaştırıcı toplu öldürümlerini, sanki bütün o olanlardan Tanrı’nın haberi yokmuş gibi, gizemli bir sesle anlatırdı!” (s. 11) Haksız mıymış atalar, o medeniyetsiz insan topluluklarını alt etmek lazımmış, böyle gidiyor. Paraya Tapanlar Ülkesi’nin zenginliği buradan geliyor, çöktükleri altınları memleketlerine götürenler ülkeyi fişeklemişler de Kocabela geri mi kalacakmış onlardan, bombalara “demokrasi” yazdırmak, Iraklıları, Korelileri öldürmek, “postmodern demokratik eylem”lere karşı önlem almak tamam da büyük bir şey lazımmış, Güneşin Oğulları Ülkesi’nin tepesine binmek misal. Çekişiyor Kocabela, Tanrı’dan bir onay almak için kendini boğacak duruma geliyor, neyse ki onayı da kendisi verip hemen Savaş Bakanı’nı çağırıyor, demokratikleştirme harekâtının stratejisini belirlemek istiyor. Bakan topa tüfeğe gerek olmadığını, ülkeyi içten içe oyabileceklerini söylüyor, kadınıyla erkeğiyle savaşçı olan -ööf- milleti hacamat etmek için süper taktik: içeriden birilerini ayarlamak. “Her yerinden sağlık fışkıran” ülkeye bir tosböceği lazım, toprağına demokrasi için ihanet edebilecek biri. Bakan hemen üç kişilik ekibini yolluyor, yedi sülalesini saraylarda yaşatmak isteyen potansiyel diktatörü bulana kadar vatanını sevenlerden bir dünya laf yiyor bu ekip, bunlara kimi nah çekiyor, kimi hakaret ediyor, ağız payı vermece. Altı maddelik programları var bunların, birini alayım: “4. Ülke içinde, seni ve beni eleştiren kim varsa, ekşimiş sapıkların, profesyonel delilerin tanıklığıyla demokrasi canavarı ilan edip hapislere atacak, sonra da onları orada unutup şarap gibi yıllandıracaksın.” (s. 33) O ney, şarap gibi yıllandırmak ve ekşimiş sapık? Meh. Tanrının Cambazları Örgütü’nden Engerek’i buluyorlar nihayet, cennetten gayrimenkul kakalayan adama önce müşteriymiş gibi yaklaşıyorlar, Engerek kendini şişirdikçe şişiriyor, arada Tanrı’yla telefon ettiğini söylüyor. Aşırı ciddi olmasa anlatı, biraz olsun renk verse de parodisini açık etse hakimin tokmağına çizilmiş çiçeği görürüz, Yalçın korkunç bir manzara çizmeye çalışırken hikâyeyi güdükleştiriyor aslında, didaktizminden kaçınabilirsek faş mesajı vuruyor. “Karakterbilim Açısından Engerek Açımlaması” adlı bir bölüm var, üçlünün elindeki raporda Engerek’in psikolojik dökümü yer alıyor. “Bence, Engerek’in yüzündeki kaslar, utanma duygusuyla hiç mi hiç uyarılmadığından, bir an rastlantısal olarak utansa bile o, utandığının belli olmayacağı açıkça ortadadır. Kısacası, Engerek’in yüz kaslarının utanmaya alışık olmadığını söyleyebiliriz.” (s. 41) Neler döşenebilir oysa, adamın tuhaf huylarından tuhaf çıkarımlar yapılabilir, yetkili abinin absürt yorumları katılabilir metne, yine hiçbir dolambaca başvurulmadan dümdüz. Ailesi nasıl Engerek’in, bildiğimiz aile, cin hikâyeleriyle korkuttukları erkeklere bir de toplumsal rol yüklüyorlar, oldu bitti. Aydınlıktan çok karanlığa meyilli bir güruhtan bu çıkar, fazlasını beklememek lazım. Acayip basitleştirici, indirgeyici bakış. Babasından araba dolusu sopa yiyen Engerek bir süre sonra kedilere işkence yapmaya başlıyor, üçünü beşini kesiyor. Meh. Ruhbilim açısından da inceleniyor Engerek, yaveler Gogol’u, Romains’i de içeriyor, hani onların kötü karakterleri gibi bir adam bu. Kara büyü yapıyor, cennetten topladığı çiçekleri biliyoruz, ahlaksız olmadığını söyleyerek araştırma yapan ekibe kendini haklı çıkarmaya çalışıyor falan, kısacası ne analist ne analizan var ortada. Suçbilim açısından incelendiği zaman kuramlar giriyor devreye, “doğuştan suçlu” olmasa da suç işlemeye son derece meyilli olan adamımızı bu açlığından yakalıyorlar, onu kral yapacaklarını söyledikleri zaman Engerek hemen atlıyor, basamakları üçer beşer de değil, basamak yok, uçarak yükselmeye başlıyor. Partiye kayıt, devlet başkanlığına adaylık, operasyon tamam. Aur boyz did it. Kocabela’dan icazet almak kalıyor geriye, Engerek’e nasıl davranması gerektiğini öğretiyorlar, aslında nasıl aşağılanması gerektiğini öğretiyorlar da hiç ses çıkarmıyor Engerek, karşısındaki kalın enseli adam ne söylerse yapması gerektiğini anlatıyor Engerek’e, böcek olduğunu, hiç olduğunu söylüyor. Sorun yok, Kocabela’nın yaptıklarından sonra onun yapacakları bir şey değil. İki film izletiyor sonra Kocabela, ilkinde ülkesi darmadağın edilen çocukların Paraya Tapanlar Ülkesi’nin askerleriyle ilişkileri, ikincisinde yıkılan kulelerin hayaletleri var. Ders bu, Kocabela iki örnek üzerinden demokrasi sopasını halkın kafasına nasıl indireceğini gösteriyor Engerek’e, Adam Smith’in vecizelerine değindiği zaman simidi çok sevdiğini söylüyor Engerek, ööff. Aldığı dersi ezberliyor, üç beş kişinin tanıdığı küçük çapta bir dolandırıcıyken zirveye çıkmanın keyfini yaşamaya başlıyor nihayet. “Sevilmesinin” gerekçeleri arasında gülünçlük yer alıyor meşhur bir tarihçiye göre, ciddi suratlarıyla ciddi ciddi yöneten insanlardan biri değil Engerek, halktan olduğunu devlet geleneğini yıkarak gösteriyor, mesela sürekli bindiği eşekleri bırakıp ata terfi edince düşmesi de öyle bir şey. Uyarıymış o gerçi, tarihin lideri dürtme biçimi, Engerek anlamamış. Gidişat malum, Savaşçılar Birliği haykırışlara katılıyor, maksat demokrasi, memleketin dağı taşı yabancıya satılıyor, yine demokratik iş, karşı çıkanları susturmak için ne kadar kanal gazete falan filan varsa satın alıp muhalefete yüklenmek lazım danışman Co’ya göre, demokrasi. Yavaş ilerliyor ama, Engerek akıl hocasının istediği kadar hızlı gitmeyince papara yiyor bir ara, hızlanacağına söz veriyor. Gönül alması da ilginç Kocabela’nın, şu sözleri bombastik: “‘Biliyor musun, ne güzel bezlemiş başını karın… Bezlememiş de mumyalamış sanki… Sargı üstüne sargı… Bak şu güzelliğe kafanı çevir de bir… Kadın değil kuğu kuşu mübarek, anıtsal bir sanat yapıtı… Öyle bir kafa biçimi oluşmuş ki, Edison’un ilk yaptığı o görkemli ampul sönük kalır yanında… Daha önce de söyledim, biliyorsun; ülkendeki bütün kadınlar, çeşit çeşit sargılarla bezleyecek başlarını…’” (s. 103) Mevzu daha da çirkinleşmiyor neyse ki, son nokta. Gerisinde dikkat çeken bir mevzu yok, işini kaybedenlere “Allah” dedirtmeyi öğretiyor Engerek, sanatçılara bir dünya para yedirerek propaganda yaptırıyor, Kara Üniformalılar yürüyüşe çıktıkları zaman zaptiyeleri gönderip bir temiz dövdürüyor ama önünü alamıyor yürüyüşçülerin, tansiyon iyice yükseliyor. Hırsızlık hakkı satın alınabildiği için parayı bastıran hemen bir kamu kurumuna veya özel teşebbüse çöküyor, istediğini alıyor, tam deli halayı. Bir gün ortalık leş kokmaya başlıyor sonra, sebebi belirsiz, bir anda leş kokusu. Herkes böğürüyor, kusuyor, yerlerde yuvarlanıyor, leş kokusunun olmadığı tek yer Engerekon Toplama Kampı! Vov. Halk kokudan ayılıyor tabii, hemen toplanıp Engerek’in mekanını basıyor, adamı böceğe çeviriyorlar. Kafka’nın romanındaki gibi değilmiş, hamamböceği yerine tosböceğine dönüşmüş Engerek, sopayı yedikten sonra bir de Kocabela’dan yiyip geberiyor, büyük diktatör hemen yardımcılarına emir verip masadaki pisliği temizletiyor. İşte, maşa olanın hali budur, halkını satan ettiğini bulur, bir gün mutlaka filan. Öyle. Yalçın’dan hiç beklenmeyecek kadar sığ.
Cevap yaz