Commodus böğrüne bastırıp boğar babasını, imparatorluğun başına geçer, Maximus tarafından hacamat edilene kadar gladyatör dövüşlerini fişekler. Filmde böyle, gerçeğe yakın ve uzak. MS 3. yüzyılın başında mevzular sıcakken yazan Cassius Dio’ya göre Marcus Aurelius zehirlendiğini anlamış ama tahta çıkma sırası cortlamasın diye oğlu Commodus’u ele vermek istememiş, Tertullianus çok ani bir ölüm olduğunu belirtmiş, MS 4. yüzyılda Aurelius Victor’un yazdığına göre ölümünden bir hafta öncesine kadar sapasağlammış Marcus Aurelius, kısacası şüphe doğuran veri çok da gerçeği bilemiyoruz, Boudon-Millot o dönemlerde orduyu yüzer yüzer eksilten Antoninus vebasından bahsediyor, Galenos acilen çağrıldığı zaman ölen askerlerin kaydını tutmaktan başka bir şey yapamamış, Marcus Aurelius’a “tiryak” denen afyon bazlı bir karışım vererek imparatorun acılarını dindirmeye çalışmış. Tiryaki oldu mu bilinmez, imparator iyileşemeyip ölüm döşeğine düşünce dostlarını ve oğlunu çağırmış, muhtemelen son bir konuşma yapmıştır, sonra etrafında kim varsa erkenden uzamışlar çünkü hastalığın bulaşacağından korkmuşlar büyük ihtimal. Hastaymış yani Aurelius. Zehirlenmiş de olabilir, zehirlendikten sonra hastalığı iyice pörtlemiş olabilir, her şey mümkün. Commodus’un da pek şeker bir oğlan olduğunu söyleyemiyor tarih, on iki yaşındayken banyosunu çok ılık bulunca uşağının kazana atılmasını istemiş Commodus, tropheus denen akıl hocası fırına koyun postu atıp pişirmiş de kötü kokuyla kandırmış çocuğu. İmparator dostlarına emanet ettiği oğlunun savaşlardan zaferle ayrılmasını dileyip aç bırakmış kendini, Stoa direnci, öldükten sonra Tuna kıyılarından ayrılan Commodus memlekete dönüp zevke dalmış hemen. Belki de vebadan kaçmıştır. Sonuçta kaç nesillik temayüle uymamış Marcus Aurelius, evlatlık edinmeyip imparator olarak oğlunu seçmiş, monarşi. Çağlar sonra eleştirmişler bu kararından ötürü, bir dünya fikir. “Başkalarına göre ise Marcus oğlunda imparatorluğun vaziyetiyle yüzleşebilecek yeni bir adam görmüş ve dolayısıyla onu ne yaptığını gayet iyi bilerek seçmiştir. Ötekiler ise Commodus’un iktidara geldikten sonra kötü olduğunu söyler.” (s. 118) Değiştirebileceklerini ve değiştiremeyeceklerini çok iyi bilen biri Marcus Aurelius, filozof imparator, oğlanda bir şey görmüş olmalı diye düşünüyoruz, adil olduğu malum da gençken ders aldığı öğretmenlerinden birinin edindiği haksız servete, Yunanların zarara uğramasına ses çıkarmadığını, imparatorluğun yönetimiyle erdemini dengede tutmaya çalıştığı sıralarda zorlanırsa yönetimin kefesine parmağıyla şöyle bir bastırdığını biliyoruz, yeni kaynaklar ortaya çıkmadığı müddetçe neler döndüğü meçhul. Çıkabilir, Marcus Aurelius’un hocası Fronto’yla yazışmalarının 1800’lerin ikinci yarısında bulunması başlı başına hikâye. 451’de toplanan Khalkedon Konsili’nde verilen kararların yazıldığı Latince metnin üst katmanı kazınmış meğer, altta yazışmalar var. Palimpsest. 1600’e doğru bu el yazması iki kısma ayrılmış, ilk kısım Vatikan’a, ikincisi Milano’ya, Angelo Mai alt katmanı deşifre edince ta daa! “Fronto ile yazışmaların korunduğu 5. yüzyıldan kalma palimpsest el yazması muhafaza edilmiş en eski el yazmalarından biridir ve Konsil kararlarını kopyalamak için kullanılmasının sebebi o dönemde mektuplara pek fazla edebi değer verilmemesidir.” (s. 43) Büyük ses getirmiş bu buluş, hayal kırıklığı da o kadar büyük olmuş çünkü dönemin tarihçileri büyük belagat ustalarının böyle tumturaklı yazılarını okumayı beklerken hocanın mütevazılığı, genç adamın çocuksuluğu alay konusu olmuş. “Çok sevgili Marcus” ve “Çok sevgili Fronto” diye başlayan mektuplar beklentileri karşılamamış yani, “modern bakış açısının önyargısı” diyor Boudon-Millot. Köklerini daha da ihtişamlı kılacak kahramanlık mitlerini beklerken sevgiyle dolu hitaplara denk gelen coşkun tarihçiler, matrak.
Marcus Aurelius aslında şeker bal bir zamanda, telli kaymaklı ekmek kadayıfı bir ailenin üyesi olarak dünyaya gelmiş, yine de ortalık her an karışabilir çünkü Hıristiyanlar güçleniyor, barbarlar sınırlara dayanmış, ufukta fırtına. Çöküşe beş var, imparatorluk doğal sınırlarına ulaştı ulaşacak, Marcus Aurelius felsefe öğreniyor, öyle bir ambiyans. Hükümdarlığının ilk yıllarında uzaktan kuzeni, partilerin aranan adamı Lucius Verus sefer üzerine sefer düzenlerken o Roma’da kalıp muktedir işlerini görmüş, kuzeninin ölümünden sonra kolları sıvayıp çadırında daha fazla vakit geçirmeye başlamış. Koşullar ne olursa olsun erinmeden çalışıyor, iş görüyor, iradesi çelik gibi. Sağlam dövmüş ama, çift su vermiş, terbiye etmiş kendini. Felsefe şart yani, bedeni kuvvetlendirmek için önce kafayı kuvvetlendirmek. Zamanın dünyasına bakalım, “Roma yolları” sayesinde bilinen dünyanın her yerine kolaylıkla ulaşılabiliyor, bu kolaylık sonraları işgal edilmeyi de kolaylaştıracak ama elde güç varken müthiş imkan. Pax Romana hüküm sürüyor, kölelerin durumu her zaman kötü de kaymak tabaka gününü gün ediyor. Doğu’da Yunanca konuşulurken Batı’da Latince konuşuluyor, iki dilli dünya, imparatorlar bu iki dili de iyi biliyorlar. Galenos o sıralar Bergama’da yaşıyor, gerektiğinde çağırıyorlar. Eğlenceler, gladyatör dövüşleri doludizgin, Marcus Aurelius tahta geçtiğinde filmdeki gibi yasaklamayacak da umursamayacak dövüşleri, millet birbirini keserken devlet işlerine gömülecek Kolezyum’da, halkını öfkelendirdiği için Roma’da olmadığı zamanlar o kanlı dövüşleri serbest bırakacak nihayet. Romalılar savaşa gitmemeye başladıkları için dışarıdan savaşçılar alınıyor, yeni tür Romalıların barınma ihtiyacı için sekiz katlı yapılar dikiliyor, göçmenler üst üste binmiş vaziyette, çok kötü şartlarda yaşıyorlar. Bu ortamda dünyaya gelen Marcus Aurelius’un babası genç yaşta ölünce hükümdarlığın yolu açılıyor denebilir, en iyiyi seçme, halef belirleme yöntemi olarak evlat edinme sistemi çoktan yerleştiği için Hadrianus’un evlat edindiği Antoninus Pius da Marcus Aurelius’u evlat ediniyor. Hadrianus’un yaşamını Yourcenar’ın kurgu metninden biliyoruz biraz, adamın son zamanlarındaki huysuzluğu çok can sıkmış ama Antoninus Pius’un iyi bir model olduğu kesin. Müstakbel imparatorun anne tarafında konsüller var, baba tarafının da aşağı kalır yanı yok, kısacası zaten iyi eğitimli bir ailenin çocuğu Marcus, annesinden öğrendiği Yunancayı başka kimseden öğrenemiyor, öyle ki öğretmenlerinden biri annesine mektup yazacağı zaman Marcus’tan yardım istiyor. Sağlam eğitiliyor Marcus, müzikle birlikte geometri de öğreniyor çünkü ikisi ayrılmazmış o zamanlar, makul, belagat öğreniyor, matematik, ardından felsefe eğitimi başlıyor. Paganlığı yine annesinden aldığını söyleyebiliriz bu arada, tanrı kültlerine duyduğu sevgi tahta çıkmadan çok önce yerleşmiş, Hıristiyanlara karşı girişeceği mücadelenin tohumları çocuklukta ekilmiş. Stoa kültürüne cuk oturan karakter niteliklerini de aileden alıyor, dedesinin sakinliği, öfke yoksunluğu ve iyiliği sıkı temeller. Evde eğitimle okulda eğitim tartışma konusuymuş, ailesinden alacağını alan Marcus Aurelius bir süre sonra diğer çocuklarla birlikte okulda eğitim almış, büyümüş, Hadrianus’un isteğiyle Antoninus Pius’un kızı Faustina’yla evlenince imparator olacağı kesinmiş artık. On dört çocuk doğuran Faustina’nın sadakati tartışma konusu, söylenenlere göre cinselliğe pek önem vermeyen imparator bazı şeyleri görmezden gelmiş, hatta eşinin serüvenleriyle dalga geçen kaba bir oyunu izlerken umursamamış olup biteni, oyunculardaki de ne cesaret. Epiktetos’tan gelen kabullenme: acıya dayanılır, kader ne getirirse kabullenilir, gerçek olduğu gibi görülür. Rindane bir yaşam aslında, kederiyle sevincini ayırt edemeyen bir insan Marcus Aurelius, içinde öyle bir dinginlik var, kararlarının alışılmışın dışında olması bundan. “Efendileri cinayete kurban gittiği takdirde, onu korumayı beceremediler diye kölelerinin hepsini ölüme mahkûm ederek cezalandırmayı özellikle reddeder. Böylelikle, başlangıçta hizmetkârları tarafından bir sahibe yönelik herhangi bir suikast girişimini caydırmak amacıyla tesis edilen —ve bu tür olaylara aslında hiç de nadiren rastlanmadığını gösteren— eski bir geleneği ortadan kaldırır.” (s. 76)
İlginç bir karakter, o dönem orijinal. Tanışın yani.
Cevap yaz