Nihayet bir şey deniyor Mahfuz, karakterleri diğer metinlerindekine benzer şekilde kuruyor da yıllara kanat takıyor en azından, sokakları Balzac misali anlatmıyor, kişileri siyasi görüşlere pay etmiyor, en önemlisi “hikâyeci”nin icadı. Anlatıcı var, hikâyeciden aktarmakla mükellef. Kim bu hikâyeci? “Tarihsel üne kavuşmuş belli bir kişi değil, çünkü ne erkek ne kadın, ne kimliği var, ne adı. Belki de fısıltıların ta kendisidir, kim bilir, ya da birtakım anıları ölümsüzleştirmek için baş edilmez arzularla harekete geçmiş, vecizelerle nasihatlere yönelik merakın kamçıladığı, neşe ve hüznün uyandırdığı duyguların, gizlice çekilen müthiş bir acının, günün birinde gerçekleşebileceğine inandığımız tatlı hayallerin etkisiyle yüksek sesle söylenmiş sözcüklerdir.” (s. 6) Anlatıcı büyük bir sadakatle ilettiğini söylüyor hikâyeyi, o zaman o da bir kişi, olaylarla ilgisi olmasa da hikâyecinin ilgisi var, demek ki karakterlerden biri ya da karakterlerden birinin birisi, yani “meleklerin tarihiyle örülmüş bir gelenek” de olabilir, baştankara edilmiş bir kayığın raspalanmış son noktasıdır belki, hatta saksıya fesleğen gibi oturtma anlamına gelen bir ögedir bu novellada, ne bileyim, “bizim mahallede” dediğine göre mahalleye ait bir elektrik direği, elektrik diğeri, Midak Sokağı’ndan esen rüzgârla çıkıp gelmiş bir kül, ne menem bir şeyse hikâyesi de o menem bir şey. Ain Hanım’ı anlatarak başlıyor, bu hanımdan sonra anlatacaklarının içinde hanım olmasa da hanımın gölgesi mutlaka yer alacak, iyiliğin ve doğruluğun esamisinden fazlasını okutsa da nasiplenen olmadığı için odasına çekilip ölümü bekleyecektir ama daha var oralara. Ain oğluyla birlikte yaşamakta, merhum eşinden kalıp kalmadığı belirsiz servetiyle iyilikten iyiliğe koşmaktadır. “Kadının öyküsü doğal olarak henüz altı yaşındaki tek oğlu İzzet ile birlikte elli yaşında dul kaldığında başlar. Neden daha önce başlamaz? Küçük bir kızken ya da gelin olduğunda mesela? Kocası Abdülbaki Amca’dan neden bahsedilmez? Neden İzzet’ten başka çocuğu olmamış?” (s. 6) Anlatıcıya göre bu soruların cevabı başka soruları doğuracak, nihayetinde Âdem ve Havva’ya dahi değinmek gerekecektir, o halde hikâyecinin paşa keyfi tek belirleyicidir, nereden başlanacağı tamamen keyfî bir iştir, keyif aslında bir hikâyenin temelinde yer alan yegâne zımbırtıdır ve mutlaka olmalıdır, onsuz olmaz, olursa hikâye yaşamın sıradanlığında kaybolur, dile gelmediği müddetçe var değildir, mesela kimsenin olmadığı bir ormanda kıyak bir hikâye olsa havada, aslında yoktur ama yine de vardır, belki kuantum çorbası halindedir ama olmadığını söyleyecek kimse yoktur. Olduğunu söyleyecek de kimse yoktur. Kimse yoksa o şey sadece şeydir, varlığı veya yokluğu hakkında bir şey söyleyemiyorsak susmamız lazım gelmektedir. Benim durumumda hikâyeyi anlatmak esastır, o halde Ain’in yoksulların evine giderek gençleri evlendirdiğini, açları doyurduğunu, tokları kendi hallerine bıraktığını söyleyeyim. İyi kadındır, hakkında çıkan dedikoduların aslı astarı olmadığı için mahallenin namus bekçilerini asaletiyle çarpar geçer, faziletiyle herkesi etkiler, iffetiyle erkeklerin rüyalarını süsler ama kimseye yüz vermez öyle. Umm Seyyide evine gelene kadar evlenmek gibi bir fikre kapılmaz, sonrasında da kapılmaz, yaşamını iyiliğe ve şımarık İzzet’e adamıştır Ain, Umm Seyyide’yi kibarca gönderirken o kapıyı kapadığını, üzerine kilit vurduğunu söyler. Bütün özenine rağmen oğlunu istediği gibi birine dönüştürememesi en büyük talihsizliğidir, gerçi çocuğu azıcık serbest bıraksa her şey daha farklı olabilirdi. Kardeşi Amouna’nın kızı İhsan’ı, yeğenini İzzet’e beğenir ve tohumu atıp beklemeye başlar. Kaderin başka planları vardır oysa, İzzet’i bombastik günler beklemektedir.
Hamdun’la yakın arkadaş olmalarında İzzet’in yalnızlığa dayanamaması var başta, okula başladığı zaman yeni bir dünyayla karşılaşan İzzet yemek zamanı hemen yanına gelen Hamdun’la arkadaş olur, varsıllığıyla azıcık böbürlenmeyi kendinde hak bulsa da dostluklarını yıkacak kadar abarmaz. Bedriye’nin ortaya çıkmasıyla ilk çatırtıları duyarız, dostluk yine sarsılmaz ama geleceğin uğursuzluğunu taşımaya başlar artık. Zamanın hızlı geçtiğini söylemiştim, iki yılda okul biter, bizimkiler sokakta bir temsil verirler ve tiyatroya tutulurlar. Hamdun on iki yaşındayken aktör ve oyun yazarı olmaya karar verir, İzzet de aynı yoldan gitmek istese de Ain razı gelmez, böylece İzzet’in inadını besler. Ortaokul yıllarında iki arkadaş da Bedriye’ye tutulurlar iyice, yıllar geçer, Hamdun zamanının büyük kısmını tiyatroya ayırmak için işe girer, İzzet hukuk fakültesine girer, Bedriye’yi evlendirmek isteyen ailesi zengin bir kısmet bulunca İzzet hemen Ain’in yardımını ister ama kadın oğlunun ne kadar çaresiz durumda olduğunu görmez, kız elden gitmektedir. Nedir, Hamdun daha erken davranır ve Bedriye’yle birlikte kaçarlar. Geride bıraktığı mektupta İzzet’ten özür dilemektedir Hamdun, arkadaşının kendisini anlayacağını düşünür. Eh, İzzet kafayı yer, çocuklukta yakıştırıldığı Seyyide’yle evlenip mutsuz olur. Oğlu Samir de teselli vermez, tepetaklak düşüş başlar. İşinden kovulur İzzet, okulu bitiremez, eşine ilgi göstermediği için evde gözyaşları sel olur, İzzet denk geldiği her kadına yeşillenince abiler, eşler basarlar şamarı. Akıllanmaz, daha beterlerini de yapmaya meyillidir İzzet, yakınlara gelen bir sirkte oyunculuk yapan ikiliyi izlemesi salık verilince gidip bakar: Hamdun ve Bedriye. Aşk körüklenir, biraz da bu yüzden tiyatro sahibi ve menajer olur İzzet, ailesinden ve annesinden bir kez koptuktan sonra aklına eseni yapmaya başladığına göre neden bir tiyatro kurmasın, hemen kurar. Oyunlar iyidir, ün kazanırlar, sonra bir gün Bedriye gelir ve Hamdun’un geceleri bir adamla uzun uzun konuştuğunu söyler. Siyasi mesele. İzzet meseleyi açtığı zaman Hamdun celallenir, afişe edeni bilemese de kendine güvendiği için akıl yürütmesinin sonucunda suçlu olduğunu düşündüğü adamı vahşice öldürür. Sıktı az da bitiyor, Bedriye esas suçlunun kendisi olduğunu söyleyince Hamdun iyice kafayı yer, polise teslim olup kodesi boylar. Aslında öyle böyle derken yırtabilirdi ama İzzet bir mektup yollar polise, olayı olduğu gibi anlatır. Maksat Bedriye tabii, dostunu hapse attıran İzzet hemen harekete geçmez, hatta harekete geçtiği bile söylenemez, suçludur ve vicdanı yaralıdır, Bedriye’ye yaklaşamaz. Başka kadınlara yaklaşır, tiyatroyu fiyaskodan kurtarıp gece kulübüne çevirir, sağlam para kaldırır.
İyice hisli bölümler var sonrasında, İzzet yemenin ölçüsünü kaçırınca çok kilo alır, sonra verir, hasta olur ve iyileşir, eski haline döndüğü zaman oğlunu görmek ister. Mühendislik eğitimi almaktadır Samir, babasını gönlünce yaşadığı için tebrik eder ve ülke siyasetiyle uğraşması konusunda babasının uyarılarını dinlemez, o da özgürlüğüne düşkündür. Sevgilisiyle birlikte iki yıllığına yurt dışına gittikten kısa süre sonra bağlı olduğu örgütün çökertildiği çıkar ortaya, aslında Samir’in hayatı kurtulmuştur ama örgütün yardımı olmadan nasıl yaşadığı meçhuldür dışarıda. Anlatının sonuna kadar bilmeyeceğiz, aslında hiç bilmeyeceğiz çünkü İzzet’in canını yakmak için malum bilginin çok küçük bir kısmı verilecektir. Yani gerisi tam bir Yeşilçam filmi. Yıllar sonra Bedriye’yi ziyaret eden İzzet, kadının akli dengesinin bozuk olduğunu görünce acılara gark olur, Hamdun’un hapisten çıktığını öğrenince eski dostuyla son bir kez görüşmek ister ve mektup olayını anlatır. Ömrün son yıllarıdır artık, evine gider İzzet, eşini ve annesini görmek ister. Hüzünlü bir yüzleşme, ne kadar yüzleşme denirse.
İyi bir hikâye anlatıcısının elinde iyi bir hikâye. Mahfuz işi.
Cevap yaz