Necati Tosuner’e sordum, “Kitapçıydı, kendi halinde biriydi,” dedi. Pek bir şey anlatmadı, eşelemedim. Memet Fuat’ın bastığı öykülerini okuyunca İnanç’ın cesaretine hayran kalmıştım, hapishaneye dair yazdıkları bir yana Doğu’nun yakılan köylerinden birini de korkunç bir gerçekçilikle ele almıştı. Biraz abartılıdır belki, namluları gören çocuklar alev alev yanan köyün içine gerisin geri döner mi? Can havli o korkunun karşısında sönüktür belki, mümkün. Ömer Polat bir söyleşide uçağın Doğu için anlamını dile getirirken aynı korkuyu duymuştum, Batı’nın çocukları uçağı bir oyuncakla oynarmış gibi izlerler, sokaklarda uçağın peşinden koştururken Doğulu çocuklar hemen evlerine saklanırlarmış, uçak onlar için ölümden başka bir anlama gelmiyormuş. Kimlerden ne hikâyeler dinlemiştir de yazmıştır öykülerini İnanç, kendi yaşadıklarını da ekleyince iyi bir kitaba dönüşmüş hikâyeler, neden tekrar basılmaz Şey..? Toplumsal çalkantıların kalp atışlarından biri, sıcağı sıcağına. Trendeki Yabancı için öykü istemeye kalktım kitabı okuduktan sonra, belki yıllar sonra bir öyküsünün yayımlanmasını isterdi. Google’da Çankaya’daki bir kurumun etkinliğine katıldığını gördüm, kuruma mail yolladım, iletişim bilgilerini verdiler sağ olsunlar. Ulaştım, yeni öykülerini yollamak istemediğini, kısa süre sonra yeni bir öykü kitabı çıkaracağını söyleyip kibarca reddetti. Baktım, çıkmamış henüz. İlk işim o kitabı almak, ikinci işim kitap hakkında bir şeyler yazmak olurdu, öylesi bir ses İnanç’ınki, anılarında da aynı sesi bulunca sevindim. Öyküleşmiş anılar 1960’ların bütün tantanasını taşıyor, polislerle çatışan öğrencilerden dönemin Ankara’da bulunan yazarlarına dek zengin bir toplam. Üç kitaplık anılar dizisinin ikinci kitabı bu, diğer kitapları da edinip yazacağım, İnanç’ın tanıklıkları çok değerli. Fakir Baykurt’la başlıyor anlatmaya, az görüşse de “sıcak kaldığı” dostunun yıllardır yurt dışında yaşamak zorunda kalışından esefle bahsediyor. Gültekin Emre’nin çıkardığı Parantez‘de gurbetteki yazarların ürettiklerinde vatandan uzak olmanın getirebileceği hissizlik tehlikesine değinince Baykurt hemen karşılık vererek hiçbir yazarın vatanından güle oynaya kopmadığını, özlemin yaratıcılığı beslediğini söylemiş, İnanç kastını dile getirip uzaklardaki dostuna selam yolluyor. Anılarında sanatçılarla birlikte sıradan, edebiyata meraklı veya meraksız insanlar var, ben sanatçılı anılarla devam edeyim. “1982’nin bir ayı, bir günü” Hadi Olca, Zafer Çarşısı’ndaki küçücük kitabevinde zaman öldürüyor, İstanbul treni öğlen kalktığı için bir süre daha oyalanabilir. O sırada telefon çalıyor, İnanç ince, kibar, gençten bir hanımın sesini duyuyor. Bir şey öğrenmek için Erendiz Atasü arıyor, Akademi Kitabevi’nin öykü yarışmasına katılım süresi o gün sona eriyormuş, dosyası hazırmış, ne yapabilirmiş? Gülmüş İnanç, Akademi Kitabevi’nin sahibi Hadi Olca’nın o an yanında olduğunu, bir buçuk saate kadar İstanbul’a hareket edeceğini söylemiş. Atasü dosyasını acele getirmeye çalışacak da fotokopi çektirmesi lazım, geç kalacak biraz. Yetişiyor yine de, dosyayı Olca’ya veriyor, Olca da kurula. Bir süre sonra Vedat Türkali geliyor Ankara’ya, İnanç’a uğradığı zaman Olca’yla birlikte gönderdiği dosyanın birinciliği paylaştığını söylüyor. Erendiz Atasü’yü edebiyat dünyasıyla tanıştıran bu dosyanın adı Kadınlar da Vardır, Atasü’nün pek çok güzel öyküsünün ortaya çıkmasını sağlayan ilk basamak. Olca’nın başka hizmetleri de var, sahibi olduğu Gemi Kitabevi vasıtasıyla Sovyet Ticaret Ateşeliği’ne kitap satıyor bol bol. Bu kitapların arasında antikomünist yazarların kitapları da var, istiyorlarmış. Olca’nın başı derde giriyor bu yüzden, o dönemin dünyasında Sovyetler’in binasına girip çıkmak nesi? Sonra Nişantaşı’nda Akademi Kitabevi’ni açıyor Olca, dairedeki bir odayı kendi bürosunu kuruncaya kadar yakın arkadaşı Aziz Nesin’e tahsis ediyor, bir süre orada yaşıyor Nesin. Sırf bu nedenle binanın sahibi Vakıflar Genel Müdürlüğü daireyi boşaltması için dava açmış Olca’ya, defalarca Ankara’ya gidip geliş. Pes etmemiş Olca, bütün zorluklara katlanmış ama sağlığı bozulmuş o sıra, bir süre sonra yaşamını kaybetmiş. Akademi Kitabevi’nin yarışmalarından çıkan yazarlardan bazıları: Attilâ Şenkon, Hakan Şenocak, Öner Yağcı, Nevzat Çelik, Ahmet Altan, Ülkü Ayvaz, Feyza Hepçilingirler, İnci Aral.
Dil gurbeti Kemal Özer’e şiir olmuş bir zaman, hatırlayınca o acımasızlığa isyan ettiren, kan donduran mevzu. İnsan Hakları Diyarbakır Şubesi’nin derlediği bir öykü kitabı varmış, 12 Eylül döneminde cezaevlerinde yaşanan olayları konu alan öykülerden bir seçki. Ruşen Sümbüloğlu’nun öyküsü gerçeğin dehşetini yansıtıyor mu bilmem, Kamber Ateş’le annesinin konuşamamalarını iyi bilirim. Görüşe gelen anne Türkçe bilmiyor, Türkçeden başka bir dilde de konuşamaz, yasak. Birkaç sözcük öğrenebilmiş anne, askerler mi öğretmiştir? Ziyaret süresince annenin söylediği: “Kamber Ateş, nasılsın?” Defalarca. Kemal Özer gelmiş bir gün İnanç’ın dükkânına, İnanç bu öyküyü anlatınca Özer çok etkilenip bir süre sonra şiir yazmış, İnanç’a postaladığı yeni şiir kitabına koymuş. Özer’den başka Hasan Hüseyin Korkmazgil var, İnanç’ın en yakın dostlarından biri. Korkmazgil’in Azime Hanım’la yıllar boyunca mektuplaşmasına şahit olmuş İnanç, aşkın ne kadar güçlü olabileceğini anlatıyor. Korkmazgil’in gönderdiği mektuplar 1860 sayfa, Azime Hanım’ınkiler 1357 sayfa, hasretlerini mektuplarla dindirmişler kavuşana dek. Azime Hanım evli, iki çocuğu var, Korkmazgil’in yanına gelebilmek için gemileri tam anlamıyla yakması gerekmiş. Korkmazgil’in yazdığı mektuplardan bir kısmı kitaplaşmış da olayın şerefine anıyor arkadaşını İnanç, vefalı. Ceyhun Atuf Kansu da anlattığı bir diğer şair, Necip Fazıl Kısakürek’in yer aldığı bölüm daha ilginç olduğu için Kansu’ya haksızlık yapıyorum hemen. Cevdet Kudret’in Necip Fazıl hakkında dediği: “‘Yazdığı bu sekiz öyküyle bile yarına kalabilir.’” (s. 81) Sait Faik’in saptaması: “‘..anlamakla anlamamak arası, insanın beynini karıncalayan..’” (s. 81) İnanç’ın bir yazardan aldığı ilk imza Necip Fazıl’ın, o sırada İnanç on yedi, Necip Fazıl kırk yedi yaşında. Yazarın peşine düşüyor bir süre sonra İnanç, neredeyse oraya gitmeye çalışıyor. Bir bölüm var, olduğu gibi almalıyım: “O akşam yalnızca Necip Fazıl konuştu. Zaten gündemde sadece o vardı. Esip savurdu. Bir ara Abdülhamit’e inanılmaz övgüler düzdü. (…) Üstad bir ara hızını alamayıp Atatürk’e de dokundurdu. Konuşması bitince, hemen ayrıldı toplantıdan. Biz bize kalmıştık. Aramızdaki yedeksubay okulu öğrencilerinden biri, anlaşılan konuşmaların bazısına bozulmuştu; adını anarak küfretti Necip Fazıl’a. Hiç unutmuyorum, Osman Yüksel askeri öğrenciyi yatıştırmak için, eliyle aldırma, boşver, dedi.” (s. 84) Necip “Süper Mürşit” Fazıl anılarını yayımlayınca kimi Müslüman kardeşleri kızmış, olur muymuş öyle şeyler, bir Müslüman öyle yaşar mıymış bir dönemlik de olsa? Necip Fazıl kısaca açıklıyor, ilâhî affa sığınan bir kulmuş, günahını biliyormuş, bir zamanlar nasıl yaşadığındansa o sıra ne yaptığı önemliymiş. Erbakan’la yıldızı barışık değilmiş Necip Fazıl’ın, Özal ve Türkeş’e kendisini daha yakın bulurmuş.
Oğuz Tansel’le bitireyim, bir dönem İnanç’la çok yakınlar. Ankara’ya gelen çoğu sanatçı İnanç’a illa uğrarmış, Tansel’le daha derin bir yakınlıkları var. Tansel yakın dostu Metin Eloğlu’nun ölümünden çok etkilenmiş, “Metin’in ölümünden beri ölüm usunun ortasında çakılıp kalmış”. Son dedim de, Behzat Ay’lı bir anı var, hoş. İran’dan bir sanatçı dostu gelmiş Ay’ın, birlikte İnanç’ı ziyaret etmişler. Adam seks kitabı satıp satmadığını sormuş İnanç’a, bozuntuya vermeyen İnanç öyle kitaplar satmadığını söylemiş. Çıkıp gitmişler, bir süre sonra geri döndüklerinde yanlarında bir dünya seks kitabı varmış. Amaç o kitapların kapağıyla esas kitapların kapaklarını değiştirmek, böylece İran polisi sanatçıyı paketlemeyecek.
İnanç gölgede kalmaması gereken bir yazar, okunmalı.
Cevap yaz