’68’in Almanya’daki yansıması. Anlatı çizgisinden çıkmalar geçmişe götürüp getirir, Ullrich’in neyi neden yaptığını ve karakterini daha iyi görürüz. Başlangıçta Ingeborg’u evinden kovar, kızın gözyaşlarını umursamaz. Kendisi gibi öğrenci olan komşusu Lothar’ın sürekli ders çalışmasından, tezini yazıp okulu bitirmeye doğru aşama kaydetmesine karşı duyarsızdır, gencin Ingeborg hakkındaki yorumlarını da önemsemez, egosantrik dünyasında bir şeyleri arayıp durur Ullrich. Metin birden çok parçaya bölünmüş olsa da biz kabaca Ullrich’in haytalık ve devrimcilik zamanları olarak ikiye ayırabiliriz. Kısa cümleler, karakterlerin durumunu özetleyen kısa bölümler halinde ilerler anlatı, sürprize kapalıdır. İlk döneminde Ullrich okula gidip gelse de ödevlerini pek sallamaz, babasının dükkânında işlerin kötü gittiğini öğrense de Lothar’dan feyz alıp Hölderlin üzerine yazdığı eserini tamamlamaz ve hocasından rica minnet aldığı ek süreyi yine ortamlara takılarak harcar. Hayatına girip çıkan kadınların çetelesini tutmak yersiz, ikinci bölümdeki Renate mühim biraz. Devrimi keşfi Hölderlin’in birkaç dizesindeki anlamın değişmesiyle okura sezdirilir, dizelerin lirik nitelikleri sınıfsal kenetlenmeye evrilir: “Büyü ve orman ol! daha ruh dolu, /Çiçek açmış bir dünya! Sevgililerin dili / Olsun dili ülkenin, / Ruhları halkın sesi!” (s. 29) “Yeryüzü aşkın yüzü oluncaya dek” benzeri bir anlam. Hikâyeleri anlatırken sıra gözetmiyorum, okurken hangi hikâyeyle nerede karşılaşacağımızı bilemiyoruz ama parçalar yerine oturduğu için sorun yok. Babasının küçük burjuvalığı Ullrich’e yavaş yavaş dokunmaya başladığı zaman geçmişin tadı acılaşır, babasının böbrek masa faciasını anlatır Ullrich, kapitalizme dokundurur. Baba o masalardan çok sayıda aldığı zaman satıcı arkadaşının söylediği gibi kâr edeceğini düşünür, sonradan anlaşılır ki arkadaş kazık atmıştır, büyük mağazalar masayı daha ucuza satarken moda hemen değişir ve elde onlarca masa kalır. Ullrich yüzünü buruşturur, babasının durumunu pek de umursamamaya başlar. İkinci bölümde annesine uzunca bir süre mektup yazmayınca ziyaretine gelen babasını tersler, okulu bitirmeyeceğini ve ailesi gibi olmayacağını haykırır, adamı kovmaktan beter eder. Başlarda işler yıkıcılıkla sonuçlanmıyor, İkinci Dünya Savaşı’na dair hikâyeleri hatırlayan Ullrich savaşın hayaletiyle boğuştuğunu hissederken yaşamının anlamını arıyor. Matbaacı Wolfgang’la tanıştıktan sonra birlikte bira içerlerken Wolfgang’ın anlattığı hikâyeyi anlatı boyunca yanında sürüklüyor, zorbalığa karşı mücadele ederken güce dönüşecek Albert’in hikâyesi. Yoldaşlarının çoğalttığı bildirileri apartman kapılarının altından fıyttıracakmış adam, yığını yükleneceği sırada “yüzde yüz Nazi” komşusu görmüş ve kâğıtları merak etmiş. Çok korkmuş Albert, atık kâğıtlardan kurtulmaya çalıştığını söylemiş ve koca bir ateş yakarak her şeyi imha etmeye çalışmış ama sıcaktan ötürü havalanan kâğıt parçalarında “Hitler’e ölüm!” yazısı okunabiliyormuş, daha da kötüsü her yere yayılmış o kâğıtlar. Wolfgang hikâyeyi bitirdikten sonra evine gidiyor ama kıvılcımı çakıyor bir kere, Ullrich’in aklı toplama kamplarından birine gönderilen Albert’te. Bir de babasının doğu cephesinde Rus savaş esirlerinin nakledilmesine dair anlattığı başka bir hikâyede, bir baba neden böyle bir hikâye anlatır bilemiyoruz. Ruslardan biri kaçmaya yeltenince Alman nöbetçi ateş açmış, Rus’un beynini dağıtmış ve adamın arkadaşları yere saçılan beyin parçalarına yumulup mideye indirmişler, korkunç bir açlık. Kafadaki çarklar dönmeye başlamıştır, Şah’ın ziyaretini protesto edenlerle polis arasındaki şiddetli çatışmaları radyodan dinleyen Ullrich etrafındaki dünyaya daha yakından bakmaya başlar. O zamana dek ödevini yapmak için masaya oturmasıyla kalkması bir olmuştur, mekânlarda tanıştığı kadınları eve atmaktan ders çalışamaz hale gelmiştir falan, bitirme sınavlarına da hazırlanmaz, Ullrich hemen hiçbir şey yapmaz kısacası. Ingeborg’un kürtajı için para lazım olunca kazma kürek işlerine girmesinden bahsedilebilir, Almanya’daki kaçak işçilerin haline de göz atmış oluruz. Tıp okuyan bir Türk öğrenci, Gert ve Ullrich bir ay boyunca toprağı kazmak zorundadırlar, pek de bir şey kazanacakları yoksa da bir süre idare edebilecekler. İşi Türk’e yıkarlar, en sonunda Türk yorgunluktan ve sıcaktan hastanelik olunca iş patlar, böylece kolektif çalışma bilinci de kazınmıştır Ullrich’in aklına. Devrimciliğe soyunduğu döneme geçebiliriz.
Kız arkadaşı Christa’yla birlikte amfide profesörü beklemektedir Ullrich, ortamdaki hareketlilik gözünden kaçmaz. Conny ve Petersen gibi iki önemli devrimciyi ilk kez protesto esnasında görür, profesör kürsüye çıkıp dersini anlatmaya çalıştığında engel olan öğrencilerin başındadır ikisi. Rasyonel bir tartışma yürütmek istediklerinden bahseden öğrencileri umursamaz profesör, otoritesini kullanarak topluluğu sakinleştirmeye çalışır ama mikrofonu ele geçiren öğrenciler ayaklanmanın şiddetini artırırlar, odasına kaçan profesörün kapısını kırarlar ve nihayetinde Cosinus‘ta toplanarak eylemlerini değerlendirirler. Çok sesli, gürültülü, kaotik bir atmosfer: Profesöre söz hakkı verilmeli, verilmemeli, iktidarın sesi kesilmeli, iktidarla popülizmin araçlarıyla savaşmalı, işçilerle birlik olmalı, işçiler eğitilmeli, işçiler işe katılmadan şiddete başvurulmalı, bir dünya görüş. “Siyah saçlı, açık mavi gözlü ufak tefek bir delikanlı Fransız modelinden bahsediyordu. Ona göre, bilinçli bir biçimde terör yaratmak gerekiyordu. Fransa’daki mayıs ayaklanması. Devrimin dedeleri isterlerse seminerlerde çalışmaya devam edebilirlerdi.” (s. 209) Fraksiyonlara ayrılan hareket gücünü kaybedecek ama daha var, Ullrich yeni tanıştığı birkaç adamla birlikte kundaklama seferine çıktığı zaman amacına kavuşuyor, her ne kadar eylem başarısızlıkla sonuçlansa ve molotof kokteylini atan adam tutuklansa da mücadelenin başka çeşitleri de var, Ullrich ilk tanıştıklarıyla birlikte hareket ederek hareketi bir basamak öteye taşımaya çalışıyor. Okulunu bitiremeyip parasız kalınca komün evlerinden birine taşınıyor ve Renate’yle sevgili oluyor hemen, ailelerini ziyaret ediyorlar, Ullrich sevgilisinin kodaman babasını ve şıkır şıkır annesini rahatsız eden bir tavırla alt sınıfın mücadelesini, babasının başarısızlıklarını anlatıyor, Renate’nin ailesini örtük biçimde suçlarken Renate ses çıkarmıyor. Kişiliği de değişiyor Ullrich’in, evde kalmaya başlayan tiyatrocu çocukla Renate’nin seviştiğini öğrendiği zaman kapıyı çarpıp çıkıyor, kendisini küçük burjuvalar gibi davranmakla suçlayan sevgilisini rahat bırakıyor sonra. Eskiden arıza çıkarırdı, artık bambaşka bir adam. İşçileri eğitme projesinin başarısızlığa uğraması bir başka seyir, tiyatrocu çocuk ve bir iki arkadaşıyla birlikte fabrikalardan birinin önünde Ullrich’in yazdığı oyunu oynuyorlar ama kimse umursamıyor, herkes bir an önce evine gidip aptal kutusunu saatlerce izleme derdinde. Öğrencilerin coşkulu kalabalığından sonra işçilerin kayıtsızlığı ağır geliyor, onları daha iyi anlamak için fabrikada işe giren adamımız kendi parasını kazanmaya başlayınca emeğinin kıymetini anlıyor ve en başta tiyatrocu çocuğun ihtiyaçlarını karşılamayı reddedecek gibi olsa da kendisinin de bir zamanlar o çocuk gibi olduğunu düşünüyor, işçilerin eğitimsiz olsa da dayanışmadan anladıklarını görüyor, aydınlanıyor kısacası. Petersen’le muhabbet ettiği bir gün hayatı yeni bir yol ayrımına geliyor, öğretmenlik eğitimi alıp ülkenin ücra köşelerinden birine giderek çocukları eğitmeye karar veriyor. Aşağılayanlar varsa da devrimin zihinlere kazınmasının önemini anlıyor, umutla düşüyor yola. “İşçileri disipline etmekten başka bir işe yaramayan” sendikalara karşı mücadeleyi, polisle çatışmayı başkalarına devredebilir artık, kendi misyonunu anladıktan sonra şehirlerdeki mücadeleyi uzaktan destekleyecek.
Libidosunun peşinde oradan oraya savrulurken sınıf bilincine kavuşan Ullrich’in hikâyesi dönemin isyanlarını arka plana alarak ilerliyor. Timm de katılmış o isyanlara, otobiyografik ögeler taşıyan bir metin. Betonları delmek, yarınları kararlılıkla inşa etmek ve kaldırım taşlarının altındaki kumsalı bulmakla ilgili.
Cevap yaz