Bir ara kolejde çalıştım ben, üç hafta kadar. Küçükyalı’dan Bostancı’ya yürüyordum, otobüse binip Dudullu’da iniyordum, on dakika daha yürüyüp mekâna varıyordum. Günde 2,5 saat yolda geçiyordu, iş çıkışı saatlerine denk gelince ölüyordum o otobüslerde. İş daha beterdi, haftada 40 ders, etütler, bir sürü ek iş. Korkunçtu, üç haftanın sonunda müdüre yapamayacağımı söyledim, biraz da kafayı yemiş gibi davrandım ki deliyle uğraşmaktansa başka bir öğretmen aramasının daha iyi olacağını düşünsün. Sonuçta ayrıldım o işten, hayatımda verdiğim en iyi iki karardan biriydi. Diğeri Spotify kullanmak. Pek heyecanlı bir hayatım yoktur. Evde amuda kalkarak küçük delilikler yapıyorum. Yalan olmasın, bir kez de paraşütle atladım. Yalan oldu ama.
Bu hiçbir şey, süt çocuklarına gelmez o tür işler zaten. ABD’de, özellikle Silikon Vadisi’nde işlerin nasıl döndüğünü gördükten sonra Douglas Coupland’ın Mikroserfler‘ini okumak farz oldu, acaba bu kitapta anlatılanlar kurmacada nasıl duruyor? Hoş şeyler yok, insanlık dramı, hissedar kapitalizminin korkunç sonuçları, Xanax’a abanan çalışanlar, intihar edenler, performansını artırmak için leylek kostümüyle dans edenler, şirketlerin abidik gubidik etkinliklerine katılma zorunluluğu, geçici işler, sosyal güvencesiz çalışma yaşamı, tek kelimeyle korkunç. Daha en başta nelerin döndüğünü anlamak isteyen Lyons bir Lego eğitmeniyle takılıyor bir süre. Dört parçayla bir ördek yapması lazım, becerebilirse işinden olmayacak senaryoya göre. Tam bir sinir harbi, dört parçadan başka hiçbir şey yok elinde, eğitmen hiçbir şey söylemiyor, sadece uygulamanın öneminden bahsediyor. Lego ve iş dünyası. O stresle beceremiyor Lyons tabii, eğer Silikon Vadisi’ndeki işyerinde beceremese muhtemelen amirleri tarafından sürgün departmanlarından birine yollanarak kısa süre sonra “yeni bir yolda yaşamına devam edecekti”. Afili bir söz, kovulmanın yerine kullanılıyor. İşinizden oldunuz, patron sevinçli çünkü yeni bir yola çıkıyorsunuz. Yüzler gülüyor, gidip masanızdaki eşyaları topluyorsunuz ve neden herkesin pek mutlu, yeni yollarda yürümenin neden o kadar çekici olduğunu merak ediyorsunuz, çünkü faturalarınızı nasıl ödeyeceğinizi, eşinizin tedavi masraflarını nasıl karşılayacağınızı bilmiyorsunuz. Sağlık sigortası zaten kuşa çevrilmişti, emeklilik fonu yalan olmuştu, elinizde bir tek anksiyete bozukluğunuz kaldı. Onunla da bir temiz intihar edersiniz. Cennettesiniz, etraftaki şirketler pek havalı, her hafta partiler, acayip etkinlikler, sözde moral yükseltici toplaşmalar, beleş biralar ve yiyecekler, rahat ortamlar var, dilediğiniz seçin ve yeni işinize başlayın. Kısa süre sonra amirinizin garip istekleri başınızı ağrıtsın, hele yaşınız biraz yüksekse performans yetersizliğinden hemen sepetlenin. Aptallıktan başka bir şey olmayan etkinliklere katılmak istemezseniz muhtemelen işinizden olursunuz çünkü takım ruhuna sahip değilsiniz, Netflix’in mottosu her şirket için geçerli, siz bir ailenin parçası değilsiniz, bir takımın parçasısınız ve yerinize her an bir başkası getirilebilir. Böylesi melek yatırımcılar için çok daha iyi, sirkülasyon şirketin genç kalmasını sağlıyor ve diğer çalışanlara gözdağı veriyor, iyi çalışmayan biri varsa hemen daha çok çalışmalı ve performansını artırmalı, günde 12 saat çalışması yeterli. Sosyal yaşam olmayacak, kişisel zevklere de paydos, çalışmaktan başka bir şey olmayacak akılda. Bu yüzden intihar ediyor insanlar, ortada hiçbir sebep yokken aşağılanırcasına kovuluyorlar ve onca zaman görmezden geldikleri baskılar, aşağılamalar bir anda görünür hale geliyor, ortaya çıkan boşlukla birlikte intihardan başka seçenek kalmıyor geriye. Açılan davalar genellikle anlaşmayla sonuçlanıyor, tazminatlar ödeniyor ama kazanılanın yanında devede kulak. Yatırımcılar, şirketin sahipleri daha fazla kazançtan başka bir şey düşünmüyorlar, “hissedar kapitalizmi” işçilerin haklarını iyice kuşa çevirip daha fazla kazanmanın peşindeler. Maaşların 1970’lerden beri eridiği malum, üstelik orta sınıfın ortadan kaldırılması bir başka krizi tetikleyerek yeni oligarkların giderek güçlenmesine yol açıyor. Diğer yandan korku da büyüyor, Yeni Zelanda gibi yerlerde silahlı nöbetçilerle dolu malikâneler satın alan yatırımcılar yol açtıkları çarpık düzenin bir süre sonra isyanları tetikleyeceğini bildikleri için iyi yalıtılmış meskenlere milyon dolarlar harcıyorlar. Yıllık gelirlerinin bir kısmıyla her şeyi önleyebilirler oysa, Jeff Bezos gibileri birkaç milyon dolar vergi ödeyerek korktukları toplumsal hareketlerin ortaya çıkmamasını sağlayabilirler. Böyle bir görüşleri yok tabii, kazanabildikleri kadar kazanmak istiyorlar, üstelik aralarında para toplayarak Silikon Vadisi civarındaki evsizlerin şutlanması için kolluk kuvvetlerini harekete geçirmeyi başarmışlar. Bu adamları durduracak bir şey yok, eyaletleri taşınmakla korkutarak vergiden yakayı sıyırıyorlar bir güzel. Maksatları hızla parlattıkları şirketleri müthiş paralara satabilmek, bu yüzden deli gibi zarar etseler de iyi bir yatırımcı ortaya çıkana kadar süsleniyorlar ve paralarını alıp başka şirket kurmaya girişiyorlar. Her şey gelip geçici, sermaye sürekli el değiştiriyor, bu durumda işçilerin mutluluğu, yaşam standardı pek de önemsenmiyor. Neden önemsensin ki, bir süre sonra şirket satılacak veya bir şekilde kovulacak onca işçi, maksat üretimi sürekli hale getirmek değil. Yapılan araştırmalara göre işçilerini aile olarak gören şirketlerin sunduğu insani şartlar verimliliği muazzam ölçüde artırıyor ama bu tür şirketlerin çağı geçti ne yazık ki. Gerçi eski alışkanlıkları sürdürmeye çalışan birkaç patron var, çalışanlarının çocuklarının halini hatırını soruyorlar, emeklilik ve sağlık sigortalarından kırpmıyorlar, her şey ideal ölçülerde. Öyle ki bazı çalışanlar işe başvurdukları sırada kandırılacaklarını düşünmüşler, her şey gerçek olamayacak kadar iyiymiş çünkü. O güne kadar aslında olması gereken marjinalmiş gibi gösterildiği için afallamış insanlar, çalışmaya başladıkları zaman anlatılanların doğru olduğunu görmüşler, hayallerindeki işe kavuşmuşlar. Patronunu yerleri silerken gören bir işçi mesela, o kadar şaşırmış ki gidip adamın elini sıkmış. O firmada herkes, titri ne olursa olsun bir gün temizlik yapıyormuş, şirket bir temizlik şirketi olduğu için ofis çalışanları sahadaki işçilerin hallerini anlamalıymış, hoş bir uygulama bu.
Otomasyon henüz yaygınlaşmadı ama otonom işçiler her yerde, güvencesiz bir şekilde geçici işlerle hayatta kalmaya çalışıyorlar. Uber şoförleri örneğin, az bir paraya deli gibi direksiyon sallıyorlar ve statüleri gereği sağlıktan emekliliğe pek çok haktan yoksunlar. İleride bu işler de ortadan kalkacak zira pek çok şirket otonom araçları deniyor, pek çok teknoloji de sırada. Bunun için çok daha büyük çapta önlemler alınmalı, insanlara duyulan gereksinim azaldıkça ve kaymak tabaka gelirin büyük kısmını almaya devam ettikçe insanlar nasıl geçinecek çünkü, tepedekiler her şeyi silip süpürüyorlar. Araştırmalarını bu noktada yoğunlaştırmıyor Lyons, eski tipteki şirketlerin sayısının arttığı bilgisiyle bitiriyor metnini. Bütün patronlar vahşi kapitalizme uyum sağlamış değil, gençler dahil olmak üzere bazı patronlar insanca yaşamaya yetecek kadar maaş ve yan imkânları sunuyorlar işçilerine, süper. Saçma sapan toplantılar yok, çocukça etkinlikler yok, zorunluluklar az, haftada kırk saati geçmeyen çalışma saatleri tamam, doğum izni ve yıllık izinlerin yanında ikramiyeler de tamam, rüya şirketler çalışanlarını mutlu etmeyi biliyor. Çok basit aslında, bunu sağlayan etken patronların daha çok kazanma hırsının olmaması. Çalışanlarına karşı sorumluluk hissediyorlar, daha az kazanarak daha çok paylaşıyorlar, böylece kafalarını yastığa koyduklarında huzur içinde uyuyorlar söylediklerine göre. Alay konusu oluyorlar, eleştiriliyorlar ama yapmaları gerekeni yapıyorlar, böylece şirkete bağlı herkesi mutlu etmeye çalışıyorlar. İnsanlık ya işte, en temelde sahip olunması gereken şey.
Sinirleniyorsunuz okurken, yer yer küfrediyorsunuz, insanlar geride eşlerini ve çocuklarını bırakıyorlar çünkü, daha fazla dayanamıyorlar. Olumsuz örnekler hemen her sektörden, sömürünün farklı biçimleri öylesine ustalıkla geliştirilmiş ki olması gereken oluyor gibi hissediyor insanlar. Olumlu örneklere geçtiğimizde rahatlıyoruz, okudukça okuyasımız geliyor. Bu kitabı alın, okuyun, hatta Kıtlık‘la birlikte okuyun ki çağımızda işçinin neyle karşı karşıya olduğunu anlayın.
Cevap yaz