İçimdeki İnsan adıyla sinemaya uyarlanmış, Macit Koper gibi çok iyi oyuncular var kadrosunda ama film ortada yok, bulamadım bir türlü. Fragmanından günümüzde geçtiği anlaşılıyor, metindeyse 1960’lı yılların havası var. Filmde devlet dairesi yepyeni, metindeki o eskilik, sıkışıklık yok, olsaymış keşke. İzlemeden de bir şey söylemek zor, bir yerden bulmalı. Sabri’nin dünyasının saflığı iyi anlatılmış mı mesela, Menderes Samancılar baba rolünde döktürmüşse çocukluktan itibaren kısılmışlığı görürüz, Sabri’ye daha bir bağlanırız. Örnekleri Coetzee’nin, Steinbeck’in metinlerinde görülebilen özel bir karakter Sabri, başlarda tiplikten çıkamasa da tanıyanlarının anlatımıyla derinleşen, kişilik kazanarak karakterini açığa çıkaran biri. Anlatıcının dile getirdikleriyle ve yıllar önce yaptığı röportajlarla, arka arkaya sıralanan hikâyelerle oluşuyor, yazarın çabasıyla. Anlatıcı yakından tanıdığı Sabri’nin hayatını yazmak için tanıklardan bilgileri toplamış ama metni kaleme alamamış bir türlü, mezarlık ziyaretinin tetiklemesiyle eski defterleri ortaya çıkarıp okuyor, yazmaya başlayıp başlamadığını bilmiyoruz, elimizde anlatıcının Sabri’ye değindiği ilk bölüm ve şahitlerin hikâyeleri var, roman hazırlıklarını okuduğumuz söylenebilir. Anlatıcı annesinin mezarını ziyarete gittiği gün, Sabri’nin mezarına denk gelmeden önce küçük bir kızı ve kızın dedesini görüyor, kızın annesi ölmüş, dedesine ölüp ölmeyeceğini soruyor. Yalçın’ın sunduğu böyle küçük burukluklar var, çok detaylı, zengin bir anlatı dünyasını genişleten ögelerden biri. Sabri’nin mezarı da az ötede, gömüldüğü gün şakır şakır yağmur yağdığını hatırlıyor anlatıcı, on yıl sonra. Yıllardır görmediği, canı ciğeri gibi sevdiği bir dostunu görmüş gibi oluyor o an, ardından anılar canlanıyor ve Sabri’nin hikâyesini dinliyoruz artık. Anlatıcıya “Necmi Bey” demekten vazgeçmiyor Sabri, herkese karşı kibar, nazik, karikatür gibi bir adam. Abisi Murat maden mühendisi, anlatıcının ortaokuldan arkadaşı. Sabri abisini ne zaman görse, ne iş yaparsa yapsın kalkıyor, iki yanağından öpüyor adamı, şaşmıyor. Herkese sık sık teşekkür ettiği için “Teşekkür Bey” koyuyorlar Sabri’nin lakabını, alaya almak için uğraşıyorlar, adam gülüp geçiyor veya suskunlaşıyor ama bir iki durum hariç karşı çıkmıyor hiç. Böylesi kibar bir adamın şefinin kafasını kırıvermesini kimsenin aklı almıyor tabii, kâğıt ağırlıklarından birini kaptığı gibi şefe vurmuş. Murat, Sabri’nin şirret eşi Şükran, iş arkadaşları, kimse inanmasa da görgü tanıkları olayı doğruluyor, Sabri de kabul ediyor suçunu. Duruşmalar, hapis, ardından Necmi Bey’in ziyareti. Bir tek Necmi Bey’e anlatıyor ne olup bittiğini Sabri, masada oturan dev fareyi gördüğü zaman eline geçen ilk şeyle fareye vurduğunu başka kimseye anlatamaz, kimse anlamaz çünkü. Arkadaşına romancılığından ötürü güveniyor belki, çocukluğunda nefes darlığı çekerken farelerle boğuştuğunu, boğulacak gibi olduğunu anlattıktan üç gün sonra ölüyor, kalp yetmezliğinden. Necmi Bey romanı yazacak, Murat’tan izin alıyor, isimleri değiştirmek şartıyla. Diğerleri de öyle veya böyle izin veriyorlar, sıra görüşmelere geliyor. İş arkadaşı Hulusi ve Necla, eşi Şükran ve abisi Murat anlatıyor Sabri’yi, dört açının toplamı aynı adama varmıyor, özellikle Murat’ın anlattıkları aile faciasını açığa çıkararak Sabri’nin kişiliğini baştan yaratıyor denebilir.
İrfan Yalçın bir röportajında en zayıf eserinin Fareyi Öldürmek olduğunu söylüyordu, dört insanı aynı biçimde konuşturduğu için. Sabri’nin hiç söylemeyeceği bir iki sözü de katarsak anlatının aksak yanlarını derlemiş oluruz, başka da bir gediği yok. Mekânın Zonguldak olduğunu düşünüyorum, Yalçın memleketinde geçiriyor olayları. Limandan bahsediliyor, şehrin göbeğindedir. Çarşı ve sinema yürüyüş mesafesinde, limana yakın. Devlet daireleri yine birbirine yakınsa da Sabri’nin çalıştığı yer belediye olsa gerek, o da limana ve çarşıya komşu. Zonguldak’ı bilenler için anlatı daha bir canlanacak, etkisi de artacak muhtemelen.
Hulusi’nin anlattıklarıyla devam ediyoruz, Sabri’ye anlayışla yaklaşan nadir insanlardan biriyle. Sabri oradaki herkesten daha eski olmasına rağmen devrecilik yapmadan herkese aynı nezaketle yaklaşıyor, tam dalgaya almalık iş diğerleri için. Gerçi ağızlarının payını da veriyor ara ara, Fenerbahçe yenildiği için hüngür hüngür ağlayan şefini görünce gülmeye başlıyor mesela, şef küfür edince de küfrü aynen iade ettiğini söylüyor, adam sertleştiği zaman bile kibarlığı bırakmıyor elden. “Hulusi Bey” demekten vazgeçmeyince üstelemiyor daha fazla Hulusi, cenaze ve düğün işleri için toplanan paralar konusunda üsteliyor bir tek. Sabri herkesten daha çok katkı yapıyor, Necla’nın anlattığına göre rüşvet de almıyormuş hiç, diğer herkes hediyeleri ve rüşvetleri cebe indirirken Sabri kazara masasına bırakılan rüşvet parasını yere atıyor, bakmıyor bir daha. Memuriyetten kazandığını olduğu gibi eşine veriyor, cebinde az bir harçlıktan başka para yok, o kadar parayı nasıl verdiğini anlamıyorlar. Hulusi mevzuyu açınca Sabri eliyle adamın sırtını sıvazlıyor, “Sana ne Hulusi Bey?” diyor. Bu kadar. Hulusi’nin babası öldüğünde gereksindiği bin lirayı da Sabri bulup getiriyor hemen, etrafındaki herkese yardımcı olmaya çalışıyor ama kıymetini bilen bir Hulusi varmış gibi duruyor dairede. Şükran’ı da anlatıyor Hulusi, evlerden ırak bir kadın. Sabri’yi sürekli alışverişe yollar, aldıracaklarını teker teker aldırırmış, eski kocasını övmeden duramazmış, Sabri’nin her davranışına bir kulp takarmış. Güvenmiyoruz hemen, başka ağızlardan da dinlemeliyiz hikâyeyi, özellikle Şükran’dan. Sabri’nin eşi ve oğlu öldükten sonra evlendiği Şükran hakkında hemen hiçbir şey bilmiyoruz, kendisi de anlatmıyor geçmişini, bir tek ikisinin de ikinci eş olduklarını biliyoruz, yaşadıkları evin Şükran’a ait olduğunu da. Murat’a göre ev demeye bin şahit isteyen bir ev ama baba evine göre cennet gibi muhtemelen. Sabri’nin çocukluğu o kadar korkunç ki biraz daha iyi duruma ulaşabileceği her fırsatı değerlendirmiş gibi gözüküyor, yoksa o kadar sıkıntıyı çekmek mümkün değil. Dairedekiler zorla içmeye götürüyorlar Sabri’yi, Hulusi gidip Şükran’dan izin alıyor, sonra arkadaşına bira içiriyor. Belki de ilk kez orada isyan ediyor Sabri, sarhoş olur olmaz eşine beddua etmeye başlıyor, sanki kaçmaması için sıkı sıkıya tuttuğu aklının iplerini bir parça gevşetince ketlediği bütün duygular açığa çıkarmış gibi.
Necla’ya gelelim, dairedeki güzel ve şapşal kadın. Sabri’nin kendisine yanık olduğunu düşünüyor, adamı azarlıyor bu yüzden, oysa kadına bakmıyor bile Sabri. İş arkadaşlarının eşek şakası, Sabri’nin ağzından aşk mektupları yazdıkları için kuruluyor kadın, adama ofisi dar ediyor. Bir gün Sabri’nin eliyle yüzünü kapadığını, utandığını görünce yüreği sızlıyor, acıyor, adamla bir daha uğraşmayacağına dair söz veriyor kendine. Bir süre sonra yine aynı. Murat hariç herkes Sabri’nin çok ince bir insan olduğunu biliyor ama aynı inceliği taşımadıkları, Sabri’nin karşısında ezileceklerinden emin oldukları için zorbalığa başvuruyorlar sıklıkla, Necla bu zorbalığın faturasını Sabri’ye kesiyor hemen, o kadar kibar olmasaydı kimsenin uğraşmayacağını söylüyor, aklıyor kendini. Şükran da aklamaya çalışıyor, mezar taşını pahalıya yaptırırsa Sabri’ye çektirdiği çilelerin pişmanlığından bir nebze kurtulabileceğini düşünüyor. Bu insanlar bencil, acımasız insanlar, saf iyilikle hiç karşılaşmadıkları için iyi bir insana nasıl davranacaklarını bilmiyorlar, çocukluklarına dönüp güvenli alan mekanizmasını harekete geçiriyorlar belki, güvensizlik yaratan etkeni ortadan kaldıramayınca yıpratmaya çalışıyorlar. Yetişkin çocuklar.
Murat’ın bölümü hikâyenin en uzun bölümü haliyle, çocukluklarından itibaren yaşadıklarını anlatıyor. Ölen iki kardeş, babanın deliliği, annenin vazgeçmişliği, yoksulluk, dayak, evlatlardan birinin sevilip diğerinin umursanmaması, bir sürü olay. İçeriden bir bakış, anlatının en vurucu kısmı.
Bir iki yerde gözlerim doldu, acı bir hikâye. Bir iki çapağı var, onun dışında iyi de kurulmuş. Tavsiye ediyorum, İrfan Yalçın’ın bu metnini de okuyunuz.
Cevap yaz