Hikmet Çetinkaya’nın üç röportajı var bu kitapta. Hıfzı Veldet Velidedeoğlu, Muzaffer İzgü ve Samim Kocagöz anılarını anlatıyorlar. İzgü’nün çocukluk anıları Zıkkımın Kökü‘nde izlenebilir ama okumak da lazım, o üslubun tadına doyulmaz. Samim Kocagöz’ün Yeditepe yıllarını da okumak isterdi şu deli gönül ama orada bırakıyor ne yazık ki, gerçi tanıklıkları çok değerli, sırf Sait Faik’le yaşadıkları bile ayrı bir kitap olur ki birkaç yerde Çetinkaya’yı uyarıyor Kocagöz, anlattığı her şeyi yazmamasını, kendi anı kitabında yazacağını söylüyor. Velidedeoğlu çok ciddi, Atatürkçülük kokan yorumlarıyla ülkenin ahvali hakkında yorumlar yapıyor, bir yandan da geçmişini gözden geçiriyor.
İlk röportaj Velidedeoğlu’yla. Osmanlı Türkiyesi, atom bombasının dehşetiyle değişen dünya, Türkiye’nin demokrasi serüveni gibi pek çok konuya yer veriyor konuşmasında, Türkiye’de Orta Çağ ortamıyla atom ve uzay çağı ortamının bir arada bulunduğunu belirtiyor. Büyüdüğü Çorum’daki yaşamı anlatırken tavuklardan ve diğer hayvanlardan bahsediyor, herkes hayvanını sokağa salıp akşamına bahçesine sokarmış, herkes hangi hayvanın kime ait olduğunu bilirmiş. “Efe” denen kabadayılar dolanırmış ortada, silahları belde, tütün keseleri kemerlerinde, tabancaların ve kamaların kabzaları görünüyor. Çorbadan başka yufka var, o kadar. Kendi kendine yeten aileler yaşıyor Çorum’da o zamanlar, yaklaşık 120 yıl önce. İki önemli detay da şöyle: “Bir veya birkaç köyün bütün topraklarıyla birlikte sahibi olan feodal ağalık sistemi de benim çocukluğumda Çorum’da hâlâ varlığını sürdürüyordu. (…) Çorum’dan Samsun’a, Yozgat’a haftada bir kez posta yaylısı kalkar, mektup ve kolileri götürürdü. İstanbul ile bağlantısı Samsun üzerinden, öbür birçok Anadolu kentleri ile bağlantı ise Yozgat üzerinden kurulurdu.” (s. 12-13) Velidedeoğlu 1904’te İstanbul’da doğuyor, babasının öğretmenliği sebebiyle 1910’da ailece Çorum’a taşınıyorlar. 31 Mart zamanını hayal meyal hatırlıyor Velidedeoğlu, babası dışarı pek çıkmadığı gibi ailesini de çıkarmamış. Halley geçmiş o dönem bir de, eve gelen komşuların anlattığı hurafeleri hatırlıyor Velidedeoğlu. Kuyruklu yıldız geçerken kuyruğundan zehir dökülecekmiş, insanlık ziyan olacakmış, bu tür şeyler. Hüseyin Rahmi Gürpınar’ın Kuyruklu Yıldız Altında Bir İzdivaç‘ta değindiği şeyler. Kuşdili çayırında eğlenilirmiş, Kurbağalıdere’de kayıklarla gezilirmiş o zamanlar, şimdi foseptik kokusundan yanında durulmuyor. Çorum’dalarken Balkan Harbi patlıyor, o dönemki fikir akımlarının değişimi, İslamcılıktan Türkçülüğe geçiş ilginç. Yaban‘da Müslüman olduklarını, Türklerin dağın öte yakasında yaşadıklarını söyleyen köylüler geliyor akla hemen. Velidedeoğlu’na göre Türklük bilinci milli mücadeleden sonra, Atatürk döneminde yerleşmeye başlamış. 1914 yılında anne ölüyor, ardından I. Dünya Savaşı patlıyor. Yozgat’talar. İngiliz tutsaklar jandarma gözetiminde okulun önünden geçerlerken çocuklar yuhalar, onur kırıcı sözler söylerlermiş. Birkaç yıl sonra Mustafa Kemal’in Samsun’a varmasıyla birlikte ortam hareketleniyor, o sırada Velidedeoğlu Ankara Lisesinde okuyor, onuncu sınıfta. Mustafa Kemal’le karşılaşıyor, coşkuyla anlatıyor bu karşılaşmaları. Meclis kurulunca katip ihtiyacı doğuyor, on sekiz yaşını doldurmayan Velidedeoğlu hemen sınava giriyor, yazısı beğenilince Meclis’te çalışmaya başlıyor. “Dinleyici locasına çıkan merdivenin dibi benim mekânım olmuştu. Şunu söylemeliyim ki, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde bu görüşmeleri dinlemek benim için bir üniversite bitirmek kadar yararlı olmuştur.” (s. 28) Liseyi bitirmek için istifa ediyor, ardından okul müdürünü disiplini bozduğu gerekçesiyle şikayet ediyor ve Konya’ya sürülüyor. Trende yanına oturan bir adam Çerkez Ethem’in kahramanlıklarından söz etmeye başlıyor, Velidedeoğlu ve arkadaşları politikadan anlamadıklarını söylüyorlar, adam sivil polisse başları iyice belaya girmesin diye. 1922’de lise bittikten sonra işgal altındaki İstanbul’a geliyor, bu dönemdeki izlenimleri de hoş. Fransız subaylarla takılan Türk kadınları protesto edilirmiş örneğin, huzur verilmezmiş böyle gruplara. Hukuk Fakültesi yılları, inkılâplar. Velidedeoğlu’nun amcası Çorum’da üç ay dağa çıkmış, şapka giyerse gavur olacağını sandığı için. Avrupa yılları geliyor sonra, kadınların serbestliği etkileyici. Kültür farkından ötürü afallıyor yazar, bizde olsa kötü yola düştüğü sanılacak kadınların orada dilediklerince yaşadıklarından, aile kurduklarından biraz hayretle bahsediyor. İsviçre’den Almanya’ya geçiyor, Hitler’in yükseliş yılları. Bir arkadaşıyla Goebbels’i izlemeye bölge toplantılarına gidiyor. “Goebbels Alman’a benzemiyordu. Esmer bir adamdı. Ama Hitler’den daha güzel konuşuyordu. Çok etkileyiciydi konuşması. Hükümet onun konuşmasını yasakladı bir süre sonra. Yine bir toplantıda alkışlar arasında kürsüye çıktı. Konuşmadı. Eliyle ağzını kapattı sadece. Alkışlar uzun süre dinmedi. Elini ağzına kapatıp sanki hükümetle alay ediyordu. Hükümet olaylara egemen olamıyordu.” (s. 51) 1933’te yurda dönüyor, 1939’da Almanya’ya tekrar gidiyor, muazzam bir değişim. Kısa süre sonra işgaller başlayacak, SSCB’ye karşı Almanya’yı kollayan İngiltere faciayla yüz yüze gelecek. Velidedeoğlu’nun yorumları değerli bu açıdan, gidişatı yerinde izlediği için sürece hakim. Tarihi eserlerle ilgili söylediklerine katılmamak elde değil, Abdülhamit’in izniyle getirilen tarihi eserleri görünce üzülüyor ama Bergama’nın halini görünce daha çok üzülüyor, tarihi eserleri korumayı bilmediğimiz için, malum. Sonra SSCB’ye gidiyor, Stalin’in başta olduğu zamanlardaki gözlemleri yine çok ilginç. Zorla satranç oynatılan işçiler, Stalin’in hunharca övülmesi, makine gibi çalışan bir sistem. Memleketteki siyasi durum, CHP’nin muhalefet kanadının yükselişi, DP ve sonrası. Velidedeoğlu röportajı diğerlerinin yanında oldukça ciddi bir röportaj, yakın tarih dersi gibi okunabilir.
İzgü’nün anlattığı Adana’yı filmden ve yazarların eserlerinden biliyoruz, yine de 1945’lerde yaşayan küçük bir çocuğun gözünden gördüğümüz dünyayı okumak çok keyifli, hikâyeleri düşününce bir o kadar hüzünlü. Gecekonduda oturuyorlar, parasızlıktan okuyamayan çocuklar küçük yaşta çalışmak zorunda kalıyorlar. Darı pişirip satmak için uğraşırlarken polislerce yakalanıp sopa yiyorlar, evlerinin yanındaki dere taştığı zaman evlerinin sular altında kaldığını görüp ağlıyorlar, balonu olmayan çocuklar ne hissederlerse onu hissediyorlar, yoksulluk yüzünden çekmedikleri sıkıntı kalmıyor. İzgü’nün kafasında kırılan kavun, ardından polis dayağı, Adana’nın sinemalarından alınan film parçalarını birleştirerek köylülere dansöz filmi izletirken yakalanıp şamar yemek, çeşit çeşit.
Samim Kocagöz’ün röportajı diğer ikisine göre daha parlak, belki de sevdiğimiz yazarların bilmediğimiz yönleri anlatıldığı için. Kocagöz’ün çocukluğu, gençliği ve eğitim hayatı başlı başına bir serüven, çok hoş, geçiyorum. Pek çok sanatçıyla anısı var, Sait Faik’le başlayayım. Birlikte yürürlerken Yahya Kemal’e rastlıyorlar, Yahya Kemal yanına çağırıyor iki arkadaşı, “evlatlarına” yemek ısmarlıyor, bu sırada Kocagöz’den pohpohlayıcı bir iki söz bekliyor. Kocagöz ezberinden bir şiir patlatıyor hemen, Yahya Kemal’in son şiirlerinden birini. Adamın gözleri parlıyor, Sait Faik’e dönerek onun şiir okuyamayacağını söylüyor. Sait Faik kabul ediyor, okuyamaz ama okumasına gerek de yok, Kocagöz gerekeni yaptı bir kere. Sait Faik’in Fikret Ürgüp’le çekişmelerini anmadan olmaz, Ürgüp yakın arkadaşının içki içmemesini söylüyor ama Sait Faik dinlemiyor, votkayla karıştırdığı birayı bırakamıyor elinden. Bir gün Kocagöz’le birlikte gidiyorlar ki Ürgüp’le aralarında kavga çıkarsa Kocagöz ayırsın. Dönemin Beyoğlu ortamları, sanatçılar, dedikodular, tam bir hazine bu röportaj. Tanpınar’ın öğrencisi Kocagöz, bitirme tezinin konusu Tanzimat ve dil. Tanpınar Tanzimat hocası, danışmanlığı lazım ama hocasını yakalayamıyor Kocagöz, ders biter bitmez basıp gidiyor Tanpınar, Kocagöz de hocasına danışmadan yazıyor tezi. Ali Nihat Tarlan, Ahmet Caferoğlu, ve Raif Hulusi Beş tamam, imzaları atıyorlar ama Tanpınar kıyameti koparıyor, imzalamıyor, Kocagöz’e bilimi milimi bırakmasını, öykü möykü yazmasını söylüyor. Yine şiirle kurtarıyor paçayı Kocagöz, bir okul gezisinde Tanpınar’ın son şiirlerinden birini ezbere okuyor ve hocasının gönlünü alıyor. Mehmet Kaplan’ın sınıf arkadaşı bu arada Kocagöz, bitirme sınavı sırasında Tanpınar’ın çiçeği burnunda asistanı Kaplan soru sormuyor bu yüzden Kocagöz’e. Tanpınar’ın sorduğu bir soruyu paylaşıyor Kocagöz, doktora yeterlilikte sorulsa yeri. Çok sıkıymış o zaman bu işler. Cahit Irgat’la, Halikarnas Balıkçısı’yla da anıları var Kocagöz’ün, hepsi hazine değerinde. Benim için öyle, meraklıyım.
Eşsiz tanıklıklar. Unutulmadan önce yazıya dökülmeleri iyi, ilgilisi kaçırmasın.
Cevap yaz