Çıldırırsınız. Şu adamın orada olmasına dair pek çok sebep sıralanabilir ama en başta insanlar kendi vasatlık seviyelerinde birini istiyorlar herhalde, bunun farkında olmayabilirler üstelik. İlk bölümde Trump’ın yalanlarını inceliyor McIntyre, özeti şu: “Yalanlar, siyasetçilerin ve onların destekçilerinin elinde, günümüzün yeni medya imkânları sayesinde propagandanın bile ötesine geçen gerçeği itibarsızlaşma faaliyetine dönüştü.” (s. 15) Yazım hatasını, anlatım bozukluğunu olduğu gibi bıraktım, metin üç kişinin kontrolünden geçmiş ama aynı sayfada üç hataya birden rastlayabiliyorsunuz, toplamda ondan fazla hata var, yeni baskı yapılacaksa metnin tekrar gözden geçirilmesi lazım. Yazmadan edemedim, neyse, Mirgün Cabas’ın sunuş yazısından: Yalanlar günümüzde can simidi olarak değil, alternatif bir gerçeklik olarak ortaya çıkıyor ve kitle iletişim araçlarının yardımıyla hızla yayılıyor. Goebbels’in taktiklerinden ve Sovyet alaverelerinden sonra üçüncü bir yalan imparatorluğu olarak yükseliyor ABD, Trump başkanlığının ilk yılında 2.140 yalan söylemiş, ikinci yılın ilk altı ayında 4.230. NATO, Rusya, İngiltere kraliçesi hakkında Twitter’da, mitinglerde, hemen her yerde yalan söylemiş adam. Michio Kakutani bunun bir ilginçlik veya zaaf olarak görülmemesi gerektiğini söylüyor, adamın etki alanı dünya siyasetini tepetaklak edebilecek kadar geniş ve insanlar inanıyorlar bu yalanlara. “Üstelik bu yalanlara inananların bazıları (belki de çoğu), inandıkları şeyin yalan olduğunu bilir. Ama ilginç bir yalana bağlanmak, sıkıcı ve bildik gerçeklere inanmaktan daha caziptir. Ayrıca kutuplaşmalar çağında bireylere kendilerini iyi hissettirir.” (s. 17) Bauman’ın “cemaat” kavramından da alıntı yapayım, sayfanın fotoğrafını atan dostum Burak Malkoç’a sonsuz teşekkür: “Yüz yüze ilişkideki gibi sıkı bir ağla örülmemiş olduğundan, büyük ölçekli bir cemaatin birliği inançlara ve duygulara yapılan sürekli çağrılarla ayakta tutulmalıdır.” (s. 57) Bauman’ın Sosyolojik Düşünmek adlı kitabından. Belli bir cemaatin parçası olanlar için geçerli fikirler, bilgiler, belli, nesnel haberlere ihtiyaç yok, bilinmesi gereken her şey bilindiği için değişime yer de yok. Kutupların kopukluğunu aşılamaz kadar engin zannederiz ama son bölümde McIntyre birkaç tavsiyede bulunuyor, ilki genel geçer bir tavsiye, kişi önce kendi sabit fikirlerini, dogmalarını çözümleyecek, değiştirmeye açık olacak. Açık değilse açılmasının yolları var, yapılan araştırmalara göre “gerçekle” düzenli olarak yüz yüze gelen insanların fikirlerini değiştirmeleri kolaylaşıyormuş. İki örnek var, ilki aşı karşıtlarıyla ilgili. 2015’te 14 eyalette kızamık salgını patlak verince medyanın “her iki tarafa da söz hakkı verme” uygulaması şak diye kesilmiş, insanlar aşı yaptırmaya başlamışlar. İkinci örnek küresel ısınmayla ilgili, Florida Belediye Başkanı James Cason, küresel ısınmayla ilgili bir konuşmayı dinledikten sonra Florida’nın bir kısmının orta vadede sulara gömüleceğini öğrenir öğrenmez mevzuyla ilgili çalışmalar yapmaya başlıyor, insanları bilinçlendirmek buna dahil. Belki de meseleyi televizyonda birbiriyle tartışan tarafların baş ağrıtıcı bir kakofonisi olarak görüyordu, o konuşmadan sonra fikirleri değişti, zira büyük tehlikeler de insanları uyandırabiliyor. Bir örnek de Challenger faciasından. Kazadan sonra kurulan komisyonun üyelerinden Richard Feynman, başarılı bir teknoloji için gerçekliğin halkla ilişkilerin önüne konulması gerektiğini, doğayla şaka olmayacağını söylemiş. Çernobil işte, kanaatler ve çıkarlar çağında bilimin sesi kısıldığı için nice facia yaşandı.
“Hakikat-Sonrası Nedir?” bölümünde çerçeve çiziyor McIntyre, Oxford sözlüklerinin 2016’da yılın sözcüğü olarak “hakikat-sonrası”nı seçmesini manidar buluyor, Trump sağ olsun. Birçok etkeni sıralıyor ardından, liberal tutum, postmodernist ve göreci saldırılar günümüzde hakikat-sonrasının temelini oluşturuyorsa da kavramın geçmişi Sokrates’e kadar gidiyor, gerçekliğin yapısını irdeleyen Antik Yunan filozofların görüşlerinden günümüze geliyoruz, ideolojik üstünlüğü sağlamak için gerçeği çarpıtma yöntemlerine girişiyor McIntyre, bilişsel yapımızdan başlayan bir kurgu. İnsan her ne kadar rasyonel gibi gözükse de, en azından gözükmek istese de son derece tutarsız, irrasyonel. Bilişsel sapmaların üçü hakikat-sonrası bağlamında önem kazanıyor: bilişsel uyumsuzluk, toplumsal uyumluluk ve doğrulama sapması. Kaynak amnezisi ve geri tepme etkisini de katalım, ikincisinin örneği basit, Irak’ta kitle imha silahı bulunmadığını öğrenen muhafazakârlar silahların varlığına daha körü körüne inanıyorlar. Dunning-Krueger etkisi de başka bir bela, Trump’ın akıl sağlığının yerinde olmadığına dair psikologların yazdıkları makaleler var, internette bulunabilir. Kısacası bu adam yanlışlarının farkında olmayabilir, gerçeklik algısı cortlamış olabilir, her şey mümkün. Seçmenlerin bir bölümü de bundan mustarip, üstelik insan kanmaya son derece yatkın. ABD’de insanlar suç oranlarının düşüklüğüne rağmen siyasilerin korku pompalamasıyla yüksek olduğunu düşünüyorlarmış, bizdeki dış mihraklarla aynı şey aslında. Bilimsel verilere bakma ihtiyacı hissetmiyor insanlar, McIntyre ikinci bölümde bilim inkârcılığına eğilerek sürecin nasıl ilerlediğini gösteriyor. “Bazı durumlarda biliminsanı olmayan kişiler, biliminsanlarının saiklerini ve yeterliliklerini sorgulamanın kendi menfaatlerine olacağı hissine kapılırlar.” (s. 38) Eh, Twitter’da bir dünya örneği var, kahveden Hilmi Dayı kendi görüşlerine katılmayan bir profesörü cahillikle suçluyor falan, ilginç görüntüler çıkıyor ortaya. Yine birkaç örnek üzerinden gidiyoruz, mutlak kanıtın yoksunluğu temel mesele. “Evrimin ispatı” olmadığı için sesini yükseltenler -kendi fikirlerince tabii, yoksa, “Ben insan oluyorum abi,” diyen bir maymun görseler de inanmazlar muhtemelen- bilimin ne kadar zayıf olduğundan bahsedip teorileri, hatta bilimin tamamını gömmeye meyilliler, bilimin nasıl işlediğini, paradigma değişimlerini, epistemolojinin yapısını ısrarla anlatmamız gerekiyor onlara. Diğer örneklerde iklim değişikliğinin nasıl çarpıtıldığı var, tabii bu işlerin en “başarılı” örneklerinden tütün şirketlerinin elli yıla yakın bir süre boyunca yaptıkları propaganda var. Bilim insanlarını satın alırsınız, kitle iletişim araçlarını da alırsınız, insanlara istediğinizi yedirip içirirsiniz böylece. Bugün de böyle, onca kurumun sözde denetlemelerine, kesilen onca cezaya rağmen bir yol bulunuyor illa. Başka bir bölümde postmodernizmin bu tür propagandalara çanak tutması inceleniyor, nesnel gerçeklik diye bir şeyin olmadığı fikrini alalım, yanına “bir şey ‘bildiğini’ iddia edenlerin tahakkümü” fikrini koyalım, şüphenin doğması için yeterli. Bilim insanlarını denetleyen birileri var mı, varsa da denetleyicileri kim denetleyecek? Kısacası sola yakın düşünürlerin biçimlendirdiği postmodernizmin sağa verdiği silahlar üzerinden postmodernizmi eleştiriyor McIntyre, hakikatin bilimin tekelinde olmaması fikrini kendilerince yontup neoliberalizme ekleyen politikacılardan daha çok postmodernizme kızgın gibi duruyor olsa da fikirler doğrudan tehlikeye yol açmazlar tabii, mesele insanlarda. Birtakım postmodernistlerin pişmanlığa çalan açıklamalarına yer verilmiş, Alan Sokal’ın yaptığı akademik şaka anılmış, postmodernizmin köküne kibrit suyu dökülmüş.
Geleneksel medyanın düşüşüne ve sosyal medyanın yükselişine dair iki bölüm var, hakikat-sonrasının matbuatla ilgili temellerinden günümüzün dijital haber ortamlarına bir yolculuk. Gerçekliği çarpıtan haberlerin Gutenberg’le birlikte yayılmaya başladığını savunanlar var, mevzunun çok daha eskiye uzandığını söyleyenler var, bir mutabakat yok ama nesnel haberciliğin Associated Press’le başladığı fikri sabit. O zamana kadar taraflı haberlerin egemenliğindeki basın dünyası olabildiğince tarafsız bir oyuncunun katılmasıyla renkleniyor, televizyon ortaya çıkana kadar krallığını koruyor, sonra bambaşka mecralara kayıyor habercilik. Bu bölümlerden de şu özetlenebilir, tarafsızlık veya taraflara eşit söz hakkı vermek her zaman olumlu sonuçlara yol açmıyor, örneğin küresel ısınma televizyonda tartışılacak bir konu değil, bilimsel bir gerçek, insanların kafasını karıştırmaya lüzum yok. Örnekler artırılabilir, benim aklıma kadınlarla ilgili konuları konuşan sekiz erkek konuk geliyor, kepazelik.
İyi bir metin, mevzuyla ilgilenenler elden gelsin.
Cevap yaz