Çanakkale cephesinde kan gövdeyi götürmekte, Meliha Nuri Hanım hemşirelik yaptığı Gelibolu’daki hastanede yaralıları iyileştirmeye çalışırken geçmişinden fırlayıp gelen hortlaklarla boğuşmaktadır. Günlük değil de gündelik notlarını tutmaya başlar, belki Celaleddin Bey’in Dahiliye Nazırı ile hastaneyi ziyaret edeceğini duyduğu için. Notlara geçelim, sabaha kadar uyuyamadığını söyler Meliha, beynindeki fareler tavan aralarında koşturur gibi koşturmaktadır, birkaçını yakalasa rahat edecektir. Benzetmeler bir yana, aylardan beri süren koşturmacaya uyum sağlamıştır hemşire, alarm çaldığında fırlamaya alışmıştır ama o gün yataktan kalkamaz. Acaba Celaleddin’in haberi var mıdır hemşirenin o hastanede çalıştığından, gelirse görüşmek isteyecek mi, sorular. Hilal-i Ahmer’in merkez bürosunda hemşirenin babasıyla karşılaşmışlar, Celaleddin iftihar etmiş Meliha’yla, öyle yiğit bir kadından beklenirmiş cephede çalışmak da hangi cepheye gideceği o sırada belli değilmiş Meliha’nın. Her neyse, şeytan görsünmüş adamın yüzünü, belli ki Meliha’yı çok üzmüş. Aşk sürüyor bir yandan, Meliha gelgitlerde tekerleniyor. Esas kızın yakınlaştığı kişilere, uzak durduklarına dikkat edelim, metnin çevirmeni Mehmet Fatih Uslu’nun analiziyle iyice belirginleşecek rolleri, dönemin toplumsal çalkalanmalarını karakterler üzerinden yakalayabiliriz. Safiye Hanım mesela, depo sorumlusu, maaşlı memura. Saraylı bir kadınmış, eskinin hatıraları ve ihtişamı duruşundaki azametten belli, “atlılarımızın Rumeli düzlüklerindeki muzaffer nal sesleri” bu kadının sesinde çınlıyor. Kahramanların, gazilerin hikâyelerini anlatıp meyus oluyor, gidip udunu tıngırdatıyor. Harp bittiği zaman, elbet zaferle, güzelce bir eğlence tertip etme sözü veriyor da Meliha çıkışıyor o zaman, birkaç beyle efendi bayram edecekmiş, kimeymiş, neyeymiş bu zafer? İlginç, Meliha’nın kendisi Almanların Viyana’yı işgal etmesinin hayalini kuruyor, savaştan galip ayrılmanın hayallerini kuruyor, üstelik Safiye’nin ağzının içine bakıyor ama onca acının hiçbir fayda sağlamayacağını biliyor. Ey, çığırtkanlığı, elbet galip geleceklerine dair coşkusu aşırıya kaçıyor bu durumda. Aklının da savaş alanı olduğunu söyleyebiliriz Meliha’nın, mantığı bir şeyleri oturtmaya çalışıyor da başarısız oluyor. Baştabip Remzi Bey’in sağduyusundan nemalansa çoğu çatışmayı dindirebilirdi, sınıf farkı engel. Birkaç günün muhasebesinde geçmişe dönüşlere pek rastlamıyoruz, ânın aktarılması dışında bilgi yok, Meliha’nın ailesinin yaşadığı Kandilli’deki köşkün bahçıvanı ve bahçıvanın oğlu Remzi hakkında o yıllara dair hiçbir şey öğrenemiyoruz haliyle. Bir tek Meliha’yla Remzi’nin iyi arkadaşlar olduklarına dair kırıntılar var, Remzi’nin Tıbbiye’ye yollanmasından sonra mı kopuş, belirsiz. “Bu baştabip, bu ağırbaşlı mühim şahsiyet bizim Remzi mi; bizim kara kaşlı kara gözlü, kaba saba Remzi mi, yoksa başka biri mi?” (s. 22) Sonuçta aynı hastanede çalışıyor ikisi, sık sık karşılaşıyorlar, Remzi yıllardır âşık olduğu kadının ırkçı, faşizan tepkilerine şahit oldukça umudunu yitiriyor içten içe, bükülen dudağında aşılamayacak mesafelerin çizgisi. Yan yana geldiklerinde Celaleddin’in lafını etmiyorlar ama ikisinin de aklında o gölge, dolanıp duruyor. Remzi için hikâyenin sonuna kadar kayıp anlam, Meliha beklemekten hasta düşüyor, diğer yandan Remzi’ye başka gözlerle bakıyor ama duvar yüksek. “Seni tanımak istiyorum Remzi, asil ve temiz kalbin ne ister, neye meyleder bilmek istiyorum. Bizim terakki dediğimiz ya da aydınlık ve hür fikirler saydığımız şeylerden neden nefret ediyorsun ve bunları neden hakir görüyorsun? Celaleddin ve arkadaşlarına karşı bu şiddetli ve uzlaşmaz nefretin neden?” (s. 24) Tespit arzusu mu, yani Remzi bir düşman da açığa mı çıkarılacak yoksa daha insancıl bir yaklaşma isteği mi var burada, Meliha’nın katı tutumundan ötürü birincisiymiş gibi duruyor zira Remzi’nin İttihat ve Terakki’den yana olmadığı, Meliha’nınsa ne olursa olsun zafere ulaşmak istediği düşünülebilir, Safiye’nin saraylılığı sırf o ihtişamlı günleri anımsattığı için. Padişah, meclis, hiç önemli değil, bin atlı ovalarda tekrar koştursa tamamdır. Gerçi Celaleddin’in gönderdiği bir mektubu alıntılıyor sonradan, Celo birlikte çalışacaklarını ve “bin bir başlı istibdat canavarını yok edeceklerini” söylüyor ama Meliha’nın kastedileni anlamamış olması yüksek ihtimal. Bunun yanı sıra Celo da bombastik bir karakter, yediği halt: “Kendisinin ve arkadaşlarının hükmüyle sürgüne mahkûm olmuş bir saraylının nikâhlı karısını neredeyse bir haydut gibi zorla karı olarak alan birine karşı nasıl olup da bazı hisler duyulabildiğine şaşıyorum yalnızca.” (s. 30) Günlük notların dışında sonradan eklemeler, notlara sıkıştırılan notlardan da bahsedebiliriz, Meliha anlatı zamanına dalıp hakiki saadete o günlerde çok yakın olduğundan fakat onu görmediğinden, tanımadığından, artık çok geç olduğundan bahsediyor kim bilir kaç zamandan sonra.
Dinlenmeye çekiliyor Meliha, Remzi kitaplar getiriyor, tahsilli Türk kadınlarına uygun kitaplar değil Meliha’ya göre. Paris’in hafifmeşrep kızlarına benzeyen iftihar ediyor, bu doğru değil, onlar gibi dekolte giymek medeniyet yoluna girildiğini göstermiyor. Ayrıca o hengâmede okumak pek mümkün değil, kolu bacağı kesilen binlerce insanın arasında, köylülerin patır patır öldüğü topraklarda, memleket çöle döndükten sonra anlamsız da. Kadın hareketiyle ilgili küçük bir parça, savaşın kazananlarının yerildiği bir bölüm daha, sonra hastalara kloroform verilmemesi, kloroformun daha çok Alman yaralılar için kullanılması üzerinden bir sömürü iması, aralardan neler neler topluyoruz. Kayserili Ermeni doktorun durumu daha açık bir görüntü sunuyor, Meliha’ya göre o tipsiz, kaba mahluk Türk askerlerine iyi bakmayabilir, onlara eziyet edebilir. Remzi şaşırıyor bunu duyunca, adam elinden geleni yapmasına rağmen Meliha için hainin önde gideni. Bir gün Remzi’yi ağlayan bir adamla konuşurken duyuyor Meliha, yaralılardan biriyle konuşuyor belki, merak etmiyor da Ermeni doktorun ailesinin göç sırasında ortadan kaybolduğunu duyunca iki olayı birbirine bağlamıyor, öylesine kör. Aralarındaki çatışma söz konusu etmeye bile değmez, acil müdahale sırasında penseleri istiyor doktor, Meliha o sırada kafa gidikliğinden mustarip olduğu için hareket edemiyor, doktor önünde yatan yaralıyı kaybetmemek için koşturuyor, itiyor Meliha’yı, aletleri alıp işine devam ediyor. Meliha doktorun kabalık yaptığını düşünüp Remzi’ye fiştekliyor, zaten koğuştaki yaralılar, savaş, her şey onların suçu. Devlet düşmanlarından biri o Ermeni, ölenlerin ameliyatını o yaptığı için hareketleri gözlenmeli. Meliha’nın taş kalbine bir örnek daha: düşmanlara hiçbi şekilde merhamet gösterilmemeli çünkü nebatat âleminde, hayvanat âleminde canlılar birbirlerini yerler, yaşamak için her şeyi yaparlar, o zaman esir alınanları hemen katletmek lazımdır? Öfkenin zehri beynine dolmuştur Meliha’nın, insanlıktan yana pek çok değeri yitirmiştir. “Başımızda bir adam olmayınca, sahipsiz köpek gibi biçare ve şaşkın kalıyoruz ve ona buna sürtünüyoruz ki eninde sonunda bir sahip bulalım.” (s. 43) Bu da bir başka mevzu, Meliha’nın özeti.
Suriyeli bir tabibin anlattığı hikâye değiştirebilirdi Meliha’nın düşüncelerini, oysa koyunda yılan beslemekten bahsederek mantıksız tepkilerine bir yenisini ekliyor. Ermeniler oralardan da göçerken Suriyeli bir askerin nezaretinde ilerliyorlar, asker başta kaba davransa da küçücük bir çocuğun ölüm kalım mücadelesi verdiğini görünce alıyor çocuğu, bağrına basıyor, o günden sonra etrafındakilere şefkatle yaklaşıyor, amirleriyle ters düşünce de vazifesini bırakıp kayboluyor çocukla birlikte. Meliha da etkileniyor hikâyeden, gönlünün tersine gidip düşmanlığı sürdürüyor. Mehmet Fatih Uslu’ya göre Felaket’in ta kendisi Meliha, insanlığın bittiği nokta. “Meliha Nuri, ne kadar mücadele ederse etsin temel olarak Celaleddin’e duyduğu öfke ve tutkunun yörüngesindedir. Bu köle-efendi ilişkisinden, içinde kaybolduğu mahpusluk halinden çıkamamaktadır. Dolayısıyla tıpkı Remzi’nin aşağılanmasına olduğu gibi, Ermeni hekimin yanı başında gerçekleşen trajedisine de aslında tanık olmamaktadır. Onlar için tutacak yası yoktur. Meliha Nuri Hanım, Felaket’in ta kendisidir.” (s. 74)
Dönem metni, okunmalı.
Cevap yaz