Li’nin röportajı var sonda, immünolojiden edebiyata geçişin hikâyesi. Li 1996’da Iowa Üniversitesi’ne doktora yapmaya geliyor, amacı tıp alanında araştırmacı olarak kalmak. ABD’ye gelene kadar tek satır yazmamış, bir gün halka açık bir yazarlık dersine katılmış, o dersi başka dersler izlemiş ve kariyerini değiştirmeye karar vermiş. Pulitzer ödüllü yazar James Alan McPherson’ın etkisi büyük, Li’nin ilk öyküsünü okuyan McPherson o kadar heyecanlanmış ki Li’nin bir arkadaşına arayıp bulmuş ve Li’den yazmaya devam etmesini istemiş. Çok büyük bir yazarmış Li, bu övgüyü duyar duymaz yazmayı şevkle sürdürmüş. Yazınsal rol modeli William Trevor’mış, Trevor’ın Yüz Kitap’tan çıkan Yağmurdan Sonra‘sındaki şahane öykülerini biliyorum, Li’nin yazdıkları da okunursa öykülerin benzer sesleri duyulabilir. Li öykülerini çok küçük olayların öznesi küçük karakterlerle çattığını söylüyor, hangi karakterler başkalarının yapamayacağı, yapmayı tercih etmeyeceği şeyleri yaparlarsa onlarla. Bir öyküsünde geçiyor, açlık sanatçısını ve Marina Abramović’i andıran bir adam pazarın orta yerine geçip derisinden düzgün bir şerit kesip koparıyor, kanlı pelteyi yanına koyuyor ve on yuan karşılığında herkese bedenini açıyor, dileyen parasını verip adamı yaralayabilir ve etini kesebilir. Tek bir yaralama sonucu ölürse para iade garantisi sunuyor üstelik. Li’nin karşılaştığı gündelik bir olay “Pazar Yerinde Aşk” öyküsünün sonunda yer alıyor, sanatçıya denk gelene kadar esas kadının ömürlük performansı anlatılıyor ve iki performans birleştiriliyor sonda. Kadın İngilizce öğretmeni, çocukluk aşkıyla birlikte doğup büyüdüğü küçücük yerin en parlak iki çocuğundan biri. Âşık olduğu adamın ABD’de eğitim görme fırsatını en yakın arkadaşının ülkeden çıkış yolu olabilmesi için ikisini de ikna ediyor, adamla kadın bir yıl sonra boşanmak üzere dümenden evleniyorlar. Bir yıl on yıla dönüşüyor, öğretmenin annesi nihayet ayrıldıklarını söyleyip kızının adamla evlenmesi için elinden geleni yapıyor ama kadın reddediyor, bir kez vazgeçmiş ve acıdan kendini tüketse de evlenmeyecek, kendini yaralayan adamla bağ kurması bundan. Li de apaçık gerçeklikten yana, herhangi bir oyuna başvurmayıp duru hikâyeyi anlatmakla yetiniyor. Ne hikâyeler ama, Kültür Devrimi ve Mao sonrası değişen dünya var, ABD’ye gidip dönen karakterlerin yaşadığı kültürel çatışmalar var, konular muhtelif. İki meseleye değiniyor Li, mühim: İngilizce yazmasa öykülerini o kadar rahat yazamayacağını söylüyor, ülkesindeki sansür dile de sirayet ettiği için Çince, düşünceyi baskılama aracına dönüşmüş. İki Çin var Li’ye göre, ilki bütün olumsuzluklara rağmen insan olduğunu unutmamaya çalışan insanın ülkesi, diğeri de yozlaşmanın ve adaletsizliğin kucağındaki tek partinin yönettiği Çin. İkisinden de bahsediyor öykülerinde Li, pek oyuncul olmadığını söyledim ama “Hurma”daki teknik istisna. Nisan, mayıs, haziran, aylar gelip geçerken tek bir damla yağmur düşmez, rüzgâr esmez, köyün dışındaki su rezervi oğlanların işediği bir küvete dönüşür. Köye dair başlangıçta anlatılan her şey Lao Da’nın yaşamına bağlanacağı için önemli. Köydekiler o kuraklık sürerken bir araya gelip muhabbet etmek dışında pek bir şey yapamazlar, günlük tütün paketleri boşalmak üzereyken ot kökleri ve yarı ölü yapraklarla desteklerler, en sonunda da toz içerler. Bu rutin öykünün sonunda tekrarlanıp her günün aynılığını okura tekrar gösterir, köy çapındaki kıyamet hiçbir şeyi değiştirmemiştir. Köylüler antik tiyatro oyunlarındaki koroyu teşkil ederler adeta, halkın sesi Lao Da’nın başından geçenleri ve hikâyeyi biçimler, öyküyü de. Anlatı adım adım açılır böylece, Lao Da’nın on yedi kişiyi neden çatır çatır kestiği sona saklanmıştır. Köylüler kendilerini yumuşak hurma olarak görürler, yumuşak hurmalardan sert eylemler pek beklenmez ama yeterince sıkıldığı zaman hurma da kafa yarar. Lao Da yeterince sıkılmış bir hurmadır, kendi halinde çalışırken oğlunun ölümüyle aklını kaybeder, köylülerle birlikte kentte yürüyüş yapıp kolluk kuvvetinden zılgıtı yediğini öğreniriz, sonrası cinayetler. Devletin yozlaşmış bürokratlarından birinin işidir oğlun ölmesi, su rezervi oluşturmak için Lao Da’yla birlikte bütün köylüler çalışmıştır, canları çıkmıştır, Lao Da’nın nasıl kürek salladığını hepsi hatırlar. Nedir, su kenarında eğlence tertipleyen parti kodamanlarından biri Lao Da’nın çocuğuna bir sebepten takar ve çocuğu suya fırlatır. Arkadaşları hemen gidip haber verirler köylülere, onlar olay yerine gelene kadar çocuğun penisi, gözleri ve burnu balıklar tarafından yenir. Yürüyüş, dava, kapanan soruşturma, Lao Da en sonunda dellenir ve gidip olayın üstünün kapatılmasında rolü olan herkesi kesip biçer. Hikâye bu, Lao Da intikamını aldığı için kuraklık sürer, bir nevi adaletin yerine gelmesinin iklimin süreğenliğiyle denkliği. Tanrılar kızıp da yıldırımlarını yollamazlar, tufan üflemezler. Belki Lao Da’yı tutsalar daha iyiydi kendileri için, çok geç artık. Kitaptaki en iyi öykülerden biri bu, iki Çin de görülebiliyor. Dil meselesine dair “Bin Yıllık Dua” var, Bay Shi ve kızıyla ilgili mevzu. Kız bir üniversitenin kütüphanesinde iş bulur, ABD’de keyfi yerindeyken yanına gelen babası yüzünden keyfi kaçar çünkü Bay Shi kızından konuşmasını ister. Neden boşanmıştır, iyi midir, hoş mudur, iş yerinde kaç kitap vardır, nedir, ne değildir, kızın beynini kemirir adam. Yardımcı olmak ister, kızı iyi görünmemektedir ama bunun sebebini kendinden bilmez, sebep olduğu sıkıntıyı anlamaz çünkü konuşmamıştır Bay Shi, roketbilimci olarak çalıştığı yıllarda işinin devlet sırrı olması sebebiyle kimseyle hiçbir şey konuşmaz, sessizlik içinde büyüyen kızı da aynı davranışı sürdürür. Aslında Bay Shi üç yıl roketbilimci olarak çalışmıştır, bir sebepten kalan yirmi küsur yıl boyunca en kötü işlerde sürünmüştür ve bunu ailesine anlatmamıştır, kısacası Çince yaşama bir örtü haline gelmiştir kız için. Bu yüzden kızının telefonla konuşurken kahkahalar attığını ve keyiflendiğini işiten Bay Shi celallenir ve kızının orospu gibi konuştuğunu söyler, tabii boşanma sebebinin kızının sadakatsizliği olduğunu öğrendikten sonra. Dilin yaşamla ne derece iç içe geçebileceğini gösteren şahane bir öykü bu da.
ABD’li ustalarının peşinden gidiyor Li, teşekkür ettiği isimler arasında yine Yüz Kitap’ın öykülerini bastığı Stuart Dybek de yer alıyor. Başlangıçta Li’nin öykülerini Yu Hua’nınkilere benzettim ama o Amerikan damarı çok baskın Li’de, “Oğul”u Hua bambaşka bir şekilde bitirirdi sanıyorum. ABD’de iyi bir işte çalışan Han her fırsat bulduğunda ülkesine dönerek annesiyle zaman geçiriyor, iki dünyanın farkları yıldan yıla daha belirgin bir şekilde ortaya çıkıyor. Eşcinsel ilişkiler ABD’de arıza çıkarmıyor, Han’ın partner bulmak için kullandığı siteler Çin’de yasak. Kiliseler alenen açık artık, anne oğlunu da kiliseye götürmek istiyor ama Mao’nun yarattığı inanç kıskacıyla dininki aynı, Han komünizme ve ilahi dinlere aynı ölçüde uzak. Annenin para verip kiliseye gelmelerini sağladığı dilenci çocuklara daha fazla para verip onların kiliseye gelmemelerine yol açıyor, maksat anneye ders vermek. Anne kilisedeyken trafik kazası, Han’ın para verdiği çocuklardan biri ölüyor muhtemelen. Kıssadan hisse gibi bir şey. Anne saf bir inanca sahip, kandırıldığını bilse de çocukların kiliseye gelmelerini istiyor, oğlunun eşcinsel olduğunu da sezdiğinden hayırlı kısmet bulmuyor artık, Tanrı’nın oğlunu affedeceğini düşünüyor çünkü o bir anne, iyiye ve kendine inancı hiçbir zaman tükenmeyecek. Han ne yapıyor, hikâyenin sonunda annesinin parlak gözlerine bakamıyor ve başını çeviriyor. Şüphesiz ki anlayabilenler için ne hikmetler vardır bu öyküde. Evet.
Şahane öyküler. Kültürel çatışmadan kişisel bunalımlara bir gerçekçilik dersi. Gibi. Yüz Kitap da basabilirmiş gayet, o ayarda.
Cevap yaz