Tobias Wolff – Hikâyemiz Burada Başlıyor

Kadın kek hamuruyla uğraşıyor, sigara içiyor bir yandan, birileriyle muhabbet ediyor. Konuşurken sigarasının külünü düşürüyor, bir an hamurun içindeki küle bakıyor ve karıştırmaya devam ediyor. Wolff bu tür ayrıntılara sıklıkla yer vermiyor da araya dereye sıkıştırıyor diyeyim, maksadı ne ola? Edimle yaşantı arasındaki mesafenin tamamen kat edilmesi: kayıtsızlık veya hiçbir şey. Kadın öykünün geri kalanında umursamazlığına dair nüveleri sunabilir veya sunmayabilir, sonuçta hamura düşen kül sadece hamura düşen bir küldür veya değildir, kadının çocuğunu bırakıp âşık olduğu bir adamla kaçmasının uzantısıdır veya değildir. Okurun takdiri. Ölçek muazzamdır burada, odak küçücük bir olaydayken öykünün tamamı bu manzarayla kurulabilir, diyaloglar bu kayıtsızlığı unutturmaya çalışır ama küçücük bir ayrıntıyı akılda tutmak bütün bir öykünün anlamını finalde ortaya çıkarabilir. “Kirli gerçekçilik” deniyor Wolff’un öyküleri için, bu kirliliği yazarın aktardığı ham yaşamla birlikte düşünmek hoşuma gidiyor. Her şey ortadadır, mesela aldatılacağız, besbelli, aynı masada oturduğumuz adam bir yere gidecek, kalkarken sevgilimizle vedalaşıyor, sevgilimiz bir anlığına elini kaldırıp adamın yanağına dokunmaya yelteniyor ama durduruyor kendini diyelim, bir lahzada olup bitiyor her şey. Görürüz ama bir bağlama oturtamayız veya oturttuğumuz bağlamı görmezden geliriz, bununla öykü formunda karşılaşırız sonra, aydınlanırız. Wolff çok sıkı kuruyor öykülerini, belli bir zaman aralığında gerçekleşen birkaç olay, karakterlerin konuşmaları, gizlenenler, açığa çıkarılanlar bu büyük ölçekle devleşir ama bir o kadar da silikleşir. Öykünün kusursuzluğu biçeminin tamlığından gelir derler, fazladan bir sözcük, olay, her neyse artık, yoksa tamamdır. Da ne tamamdır, kurgunun verdiği tatmin mi, tam yerine konmuş nokta mı, nedir? Yaşamı buna sığdıramayız, sığdırmamız da gerekmez gerçi, sonuçta edebiyat ve yaşam her ne kadar iç içe geçerse de farklı şeylerdir. Mi? Wolff yaşamdan kesitler sunuyor ve bu kusursuzlukla pek uğraşmıyor gibi görünüyor. İyi ki uğraşmıyor, doğallığın sürmesi lazım böyle öykülerde. Öbür taraftan yaklaşabiliriz şimdi, Wolff aynı zamanda manzaradan uzaklaşarak karakterlerin, bazen öykünün omurgasını da açığa çıkarır. Serbest dolaylı anlatıcıya başvurduğu öykülerde karakterlerin neyi neden yaptıklarını, iç dünyalarını anlatır, bir anlamda sırrı açığa çıkarır. Hamura düşen külü de harca katan karakterin tahlilini sunabilirdi mesela, bunun yerine kadının anlattığı hikâyeyle mevzuyu bağlaması kurmaca anlayışının başka bir niteliğini gösteriyor. Gerçi bazı karakterlerin anlatımında kendi sesini fazlasıyla duyuruyor, entelektüelliği tartışmalı karakterlerin kendi kendilerini derinlikli bir biçimde çözümlemesinin zor olduğunu düşünürsek anlatıcı avaz avaz bağırmaya başlıyor, aktarıcı rolünden çıkıyor. Rahatsız edici biraz, çok değil. Sonuçta müthiş öyküler bunlar, Wolff odağı sürekli değiştirerek geniş ve dar açılar arasında ani geçişlerle kuruyor anlatıyı, karakterin gözünden gördüğümüzün yorumlanmış bir gerçeklik olabileceğini çok yumuşak geçişlerle gösteriyor. Bir alışkanlık, bir eylem, bir nesneye duyulan arzu koca kilidi açabiliyor, maksat bu olabilir veya olmayabilir, yaşam kadar öngörülemez bir şey.

Öykülerinin çoğunda kullandığı üslubun biraz dışına taşan biçimde yazdığı öykülerini anlatacağım. “Beyne Bir Kurşun” şahane, eleştirmen Anders’in banka macerası. Eleştirmen Anders’in banka macerası sırasında ortalığa saçılan beyni de diyebiliriz. Bu şahıs veznedarları eleştirir, bankayı eleştirir, hatta soyguncuları bile eleştirir. Zaten gerilmiş ortamı iyice gerer, soygunculardan birini defalarca rahatsız ederken hiçbir korku belirtisi göstermez. Kafasına silahı dayayan adam son bir kez uyarır, Anders yine sarkastik bir cevap verdiğinde adam tabancasını kaldırıp Anders’in kafasına ateş eder. Kurşun beynini delip geçerken sağ kulağının arkasından çıkar, serebral kortekse, korpus kallosuma, arka taraftaki bazal gangliona ve aşağıdaki talamusa kemik parçaları saçılır. Bütün bunlardan önce mermi serebruma girer girmez iyon transferi ve nörotransmisyonla sonuçlanan bir parçalanma zincirine sebep olur, kısacası beyindeki hafıza bölgelerinde havai fişekler patlar ve Anders kısacık bir zaman diliminde kırk yıl önceki bir yaz öğleden sonrasını hatırlar. Yaşamın göz önünden geçmesi klişesini bambaşka bir anlatıya çevirir Wolff, Anders’in hatırlayıp hatırlamadıklarına odaklanır. Adam ilk sevgilisini hatırlamaz, edebiyatla kurduğu münasebetin temellerini hatırlar, bir şey hissetmeye zamanı yoktur ama görmek için sonsuzluk vardır önünde. “Mermi çoktan beynindeydi; ne önünden sonsuza kadar kaçabilecek ne de efsunlayıp durdurabilecekti. Mermi sonunda işini yapacak, hasarlı kafatasını arkasında bırakacak, anıları, umutları, yeteneği ve aşkı bankanın mermer salonuna sürükleyip getirecekti. Bunu engellemenin yolu yoktu. Ama şu an için Anders’ın zamanı vardı.” (s. 300) Bu öyküyü diğerlerinden ne ayırıyor diye düşünüyorum, merminin varlığı herhalde. Wolff diğer öykülerde bilimsel terimlere pek yer vermez çünkü beyne veya başka bir organa giren kurşun yoktur, bilimlik bir durum da yoktur, insanlar sıradan yaşamlarını sürdürürler ve sıradan yenilgilerini tadarlar, gördüğümüz budur. Anders kendi geçmişiyle yüzleşmek için kafasına bir kurşun yemek zorundadır, huysuzluğunun vardığı noktaya başka hiçbir karakter hiçbir duyguyla veya eylemle ulaşmaz. Öykünün biricikliği burada. Mesela “Emirleri Beklerken”e bakayım, eşcinsel bir askerin sıradan bir ziyaretle yaşamındaki bazı belirsizlikleri çözmesi üzerine. Gecenin bir yarısı Çavuş Morse’a telefon eden kadın Billy Hart’ı sorar, kardeşinin Irak’a gönderildiğini öğrenir. Bu ilk sahne kısadır, hemen Morse’un geçmişine bir bakış: Kübalı adamın şantajına boyun eğmez, mahvolma pahasına tehlikeli ilişkilere girer, en sonunda Teğmen Dixon’la yakınlaşır ve birlikte yaşamaya başlarlar. Hemen hemen. Eşcinsellik ve ordu, kaygan zemin. Neyse, Julianne ve Hart’ın küçük oğlu karargâha gelirler, adamla kadın konuşurlar, Morse kadına Dixon’ın evinde kalabileceklerini söyler ama kadın teklifi kabul etmez, yağmur yağarken çocukla birlikte uzaklaşır. Yaşadıklarını Dixon’a anlatan Morse adamın pek de sallamadığını görünce gözlerdeki parıltıyı arar, bulamaz. Dixon âşık değildir, Morse âşıktır ama onun da aşkı pek uzun sürmeyeceğe benzer, yağmur altında gidenlerle kendi durumunu özdeşleştirerek koyar noktayı. Wolff finalde bağlantıyı apaçık belirtir ama her öyküde yapmaz bunu, çoğu ilişkiyi dikkatli okur bulmak zorunda. Gerçi “Seçme Öyküler” ve “Yeni Öyküler” diye iki grupta toplanan öykülere baktığımızda tematik veya biçimsel benzerlikleri görebiliyoruz, iş kolaylaşıyor ama öykülerin hangi yıllarda yazıldığını bilmediğimiz için Wolff’un seyrini tam olarak belirleyemiyoruz, bu kötü biraz. Meraklısı arayıp bulur gerçi, kolay.

Son bir öyküyle bitireyim, “Onun Köpeği” Victor’ın kimin köpeği olduğuyla ilgili. Grace sahiplenmiş ama John’a da düşkün, Grace ölene kadar birlikte gezinmişler, sıra John’da. Bir yürüyüş esnası, geveze bir adamın gezdirdiği köpekle, ya bu öykünün olayı John’ın ölümü ve köpeği kabullenmesi, ben şu an adını arayıp bulmaya üşendiğim süper bir öyküyü anlatayım, yine bir köpekle ilgili. Adam uzaklardan koşmaya başlar ama kızına saldıran köpeği durduramaz, neyse ki kızın montu köpeğin dişlerinin geçemeyeceği kadar kalındır. Adam en azından bir özür bekler ama köpeğin sahiplerinin burnu havadadır, sallamazlar. Adamın kuzeni yapılması gerekeni yapacağını söyler, adam gönülsüz de olsa onaylar ve kuzen köpeği dıkş diye vurur. İyiliğe karşı iyilik tabii, kuzen bir gün telefon eder ve adamdan birinin arabasını mahvetmesini ister. Adam gider, efendiden biri olduğu için büyük bir iç çatışma yaşar tabii, şöyle hafiften çizer arabayı ve uzar. Olaylar zinciri böylece başlar, arabası çizilen adam uyuşturucu satan tehlikeli biridir ve arabasını kimin çizdiğini bildiğini düşünür, olaylarla alakasız bir adamı benzetmeye gider. Silahını çekip ateş eder ve masum bir çocuğu öldürür, bizim adam için korkunç bir suçluluk tabii. Kuzenle adamın diyalogları, adamın eyleme geçip geçmeyeceğine karar verdiği anlar, arabayı çizerken hissettikleri, şahane bir anlatım.

Müthiş. Yüz Kitap’tan müthiş bir kitap daha. Var ol Yüz Kitap. Yaşa.

Liked it? Take a second to support Utku Yıldırım on Patreon!
Become a patron at Patreon!