Dünya nüfusunun %2’si bir anda ortadan kaybolur, dizi uyarlamasının ilk bölümü bu kayboluşu gösteren bir sahneyle açılıyor. Kişi oradadır, sonra değildir. Hiçbir yerde değildir, yoktur. Baran’ın dediğine göre ultrasonda görülen bir bebek de ansızın kaybolur, mesela yemek yiyoruz ve sevgilimize yemeğin en güzel kısmını çatalın ucuyla uzatıyoruz, tam ham yapacakken bilinmeyen bir şey ham yapıyor sevgilimizi, çatal havada kalıyor. Geride kalanların hikâyesi bu roman, sevdiklerimiz veya sevmediklerimiz kaybolursa ne olacağı. Garvey ailesi merkezde, Laurie Garvey eşi Kevin’ı veya çocukları Tom’la Jill’ı değil de akıl sağlığını kaybediyor biraz, herkesin bahsettiği Vecd Günü’nün geldiğine inanmamasının, aslında pek bir şeye inanmamasının etkisiyle garip bir tarikata katılıyor. Vecd Günü inanışına göre kıyametin kopmasından yedi yıl önce Tanrı sadık kullarını yanına alacak, geri kalanlar Büyük Sıkıntı denen bir durumda yaşayacaklar ama kaybolanların tamamı Hıristiyan değil, hatayı umursamayanlar için yaşamın katlanılmazlığının yanında inançsızlar aynı olayın bir daha tekrarlanıp tekrarlanmayacağını bilmiyorlar. Ani Yolculuk’un ikincisi başlayabilir, yaşamanın anlamı yok bu durumda. Kayıplarla baş edebilmenin sıkıntısına kayıplardan birine dönüşme tehlikesi var, belki de lütuftur bu, kimse bilmiyor ve bilinmeyenin korkusuyla yas birleşince insanın dayanacağı pek bir şey kalmıyor. Laurie başlarda iyi dayansa da yakın arkadaşının Geride Kalan Günahkârlar’a katılmasından bir yıl sonra daha mantıklı bir şey yapılamayacağını düşünüp GKG’nin kapısını çalıyor, o da beyaz giysili sessizlere katılıyor. Tanrı’nın yüce gücünün canlı kanıtları bu arkadaşlar, konuşmaları yasak, durmadan sigara içip insanları takip ederek Tanrı’yı hatırlatıyorlar insanlara, bir nevi modern çilecilik. Laurie’nin ve diğer aile üyelerinin yaşamı bölüm bölüm anlatılıyor, Kevin’ın hayatına giren Nora’yla birlikte esas kadro tamam. Acıyla baş etmenin yollarını arayanlar zaman zaman karşımıza çıkacak, örneğin üçüncü yıldaki anma töreninde gördüğümüz, kasabalılardan birinin çok kişisel bilgilerine yer verilen gazeteyi çıkaran rahip Nora’yla yakın arkadaşken Nora’nın eşinin sadakatsizliğine dair bir yazıyı yayımlamaktan çekinmeyecek, arkadaşlıkları son bulacak böylece. İkili ilişkilerin nasıl darmadağın olduğuna dair çok sayıda olay var, belli bir çizgisel anlatının parçaları olarak değil de yan anlatılar, hikâyecikler olarak karşımıza çıkıp yas dünyasını genişletiyor. Beş ana çizgiden söz edebiliriz, ilki Laurie’nin. Kadın tarikata katıldıktan sonra çömezi Meg’le birlikte insanları takip edip gözlerinin içine bakarak uyarıyorlar, aralarında cinsel arzular uyanmasa da istenenden daha fazla yakınlaşıyorlar ve amirlerinin emirlerine uyarak merkezden uzaklaşıp ayrılacakları âna dek izole bir yaşam sürdürüyorlar. Laurie’nin eşi Kevin’la karşılaştığı sahneler buruk, Kevin eşinin konuşmayacağını bilse de içinden geçenleri söylüyor, dile getirdiği özlem havada kalıyor ne yazık ki. En sonunda eşinden boşandığı zaman elde edeceği parayı tarikata bağışlamayı düşünüyor Laurie, evrakları adama yollayarak ilişkilerini sonlandırıyor. Onun bulduğu çözüm bu, huzura kavuşması için ailesinden kopması ve inancınca sarılması gerekiyor.
Tom’un başka bir tarikat hikâyesi var, Aziz Wayne adındaki meymenetsiz bir adamın sihirli gücünü deneyimleyince adamın emrine giriyor ve üniversiteyi yarıda bırakıyor, özellikle Kevin için üzücü bir durum. Dersleri boşlayan Jill’ın üzerine pek varmıyor Kevin, son derece yumuşak huylu bir adam ve yanında bir tek Jill kaldığına göre anlayışlı olması gerek ama Tom’un başarısızlığı ve yokluğu koyuyor, çocuk haber vermeden ortadan kaybolduğu için kaygılı aynı zamanda. Aslında bu hikâye The Walking Dead‘in yapısına çok benziyor, düşününce ortada bir tek zombi eksik sanki. Hiç yaşanmamış bir olayı ilk kez deneyimleyen insanlar ne yaparlar, hangi şartlar altında bir araya gelirler, nelere cüret edebilirler, mevzu bu. Wayne işte, son derece sıradan bir adamken özel gücünü keşfediyor ve sarıldığı herkesin acılarını kendi bedeninde hapsediyor. Safsata değil sanki, Tom mevzuya pek de inanmadan Wayne’i ziyaret edip adama sarıldıktan sonra mürit haline geliyor hemen, sağalma pek irdelenmiyor açıkçası. Wayne hemen harem kuruyor ve kadınlardan bir erkek çocuk yaparsa dünyanın toparlanacağını ilan ediyor, eşi de bu çatlak adama inanarak kanaat önderinin imajını güçlendiriyor. Tom’un hikâyesi haremden Christine’le yapacağı uzun yolculuktan ibaret aslında, yolda karşılaştığı genç bir askerin aklını çelerek tarikata katmak gibi “faydalı” eylemleri var ama Wayne’in aslında sapkın bir adam olduğuna dair söylemlerin ardından adam tutuklandığı zaman kadınları sömürdüğünü itiraf edince tepetaklak oluyor dünyası, hamile Christine’in bu açıklamayı duyduktan sonra kız çocuk doğurması da ayrı felaket. Çocuğunu benimsemiyor Christine, Tom’a bırakarak ortadan kayboluyor, kurtuluş umudu ortadan kalkınca annelik içgüdüsü de kaybolabilir. Tom eve dönmeye karar verse de eski yaşamını bulamayacağını fark ediyor, çocuğu Kevin’ın kapısının önüne bırakarak uzuyor oradan, hikâyesi böyle bitiyor.
Jill başarılı bir öğrenci, iyi bir arkadaş. Dostu Jen yanında otururken poflayınca dengesi altüst oluyor, Aimee’yle birlikte cinsel keşiflere başlayıp okulu boşluyor. Anlamsızlığın en somut halini Jill’in yaşamında görüyoruz, iyi üniversitelere gidebilecekken en kötülerine bile giremez hale geliyor, duygusal ilişki kuramayacağı bir dünyada kapana kısılmış gibi yaşamaya başlıyor, ergenlerin kanadında mevzu böyle. Kevin’la Nora’nın hikâyeleri kasaba yaşamında nelerin değişebileceğini gösterdiği için kentin toplumsal dinamiklerini daha detaylı gösteriyor, odak bu ikisinde. Nora’nın iki çocuğu ve eşi kayboluyor, kimsenin kaybolmadığı aileleri düşününce haksızlık. Kadının düştüğü boşluktan çıkma çabaları acıklı biraz, rahibin yayımladığı haberi okuyunca diğer kadınla konuşuyorlar er geç. Eşi hep ailesinden bahsedermiş, Nora’yı çok sevdiğini söylermiş, böyle şeyler. Epizodik anlatının parçalarından biri bu, ikinci kadınla bir daha karşılaşmayacağız. Buna benzer çok parça var, örneğin Kevin gençliğinde seviştiği bir kadınla akşam yemeğine çıkacak ve GKG tayfasından iki kişinin göz hapsi yüzünden geceyi istediği biçimde noktalayamayacak, böyle olaylar karakterlerin içine düştüğü boşlukları derinleştiriyor. Nora’nın yaşama uğraşı başlarda onlarca kilometre boyunca bisiklet sürmekken Kevin’la yakınlaşmaları kurtuluş umudunun doğmasına yol açıyor, ailesi kaybolduğu zaman herhangi bir şey hissetseydi belki de kurtulabilirdi, Kevin’ı da kurtarabilirdi. Gerçi ikisinin sonu havada kalıyor, okur istediği sonuca varabilir.
Karakterlerin hikâyeleri anlatılırken değişen dünyaya dair bilgi topakları çıkıyor ortaya, metne eşit olarak dağıtılmamış ama rahatsız edecek ölçüde uzun değil. Şu mesela: “Bu felakete dair haberler 11 Eylül’dekilerle aynı değildi, 11 Eylül’de kanallar yanan kuleleri tekrar tekrar göstermişlerdi. 14 Ekim daha şekilsizdi, bir yere oturtması güçtü: Otobanlarda inanılmaz yığılmalar oluşmuştu, birkaç tren enkazı vardı ve çeşitli küçük uçakla helikopter kazaları yaşanmıştı -neyse ki Amerika Birleşik Devletleri’nde büyük yolcu uçakları düşmemiş fakat birkaçı dehşet içindeki kopilotlar, biri de karanlığın içinde bir umut pırıltısı misali kısa süreliğine bir halk kahramanına dönüşen bir hostes tarafından indirilmişti ancak medya felaketle özdeşleşecek tek bir görüntü seçemiyordu.” (s. 56) Sigorta şirketleri başta kaybolanlar için bir ödeme yapmayı kabul etmese de devletin baskısıyla ödeme yapmışlar, devlet adamları hayatın devam etmesi gerektiğini söyleyerek üretimi tekrar işler hale getirmek için uğraşmışlar, tabii yeni oluşumlarla kolluk kuvvetleri arasında çıkan çatışmalar konusunda daha hassas davranılmış. Kevin’ın belediye başkanı seçilmesi böyle çatışmaların sonucunda gerçekleşiyor. Adam ailesiyle birlikte kasabayı da bir arada tutmaya çalışıyor, yükü ağır. Herkesin yükü ağır, kişi sevdiklerini kaybetmemiş olsa da kayıpların yokluğuyla biçimlenen sancılı bir dünyada yaşamak zorunda artık.
Okunur, bir ihtimal üzerine kurulmuş hoş bir roman.
Cevap yaz