Cengiz Tuncer – Hacizli Toprak

Rusça baskılarının kapaklarını koymuşlar, Seuil de basacakmış o zamanlar Kerkenez‘i, aradım bulamadım. Toplumcu gerçekçiliğin haso metinleri arasına girmemiştir belki, yine de Manisa civarındaki sömürüyü enine boyuna anlatır Hacizli Toprak, köylünün feodal dana elinden çektiğini öylesiyle böylesiyle aktarır. Zayıftır, karakterlerin tutturulan yerleri kopar, anlatı yer yer yoldan çıkarak yapıyı bozar ama toplamda kıymetlidir bu metin, Osmanlı zamanındaki zulümden Cumhuriyet’in kırsaldaki zayıflığına erişir. Mastan’la köylülerin mücadelesi kabaca, köylülerin ağayla, işbirlikçi devletle baş etmeye çalışmasından kahramanlık, fedailik doğacak, birilerinin namı büyürken birileri lanetlenecek, tipik. Yeşil araba kötülüğün sembolü, tıngır mıngır geldiğini görenler tarlaları gidecek diye panikliyorlar çünkü Mastan vicdansızın teki, borca karşılık alıveriyor toprağı. Seydali, Durmuş, Sar’osman köyün delifişekleri olarak ağanın canını sıkacaklar ama güçleri yetmeyecek adamı alaşağı etmeye, kolluk kuvveti olarak asker de bu dananın arkasında. İlk sahnede karşılaşırlar, Seydali’yle Mastan azıcık atışırlar, çıngar çıkmadan durulurlar. Hindir Mastan, yavaş yavaş yayılır köye, kızıyla eşini de yanında getirdiği gün köylüler başlarına gelecekleri kestirirler. O güne dek birlik olup karşı çıkmamışlardır ağaya, yine çıkmayacaklar başlarında biri olmadıkça. “‘Ağanın haczi’ yüzünden hesapçı kitapçı olmuştu köylü milleti. Yarı gece bölünürdü uykuları; sayılar bölerdi uykularını. Dönüm hesaplarlardı, adım hesaplarlardı, sap hesaplarlardı, başak hesaplarlardı, tane hesaplarlardı. Şundan şu kadar, bundan bu kadar; şu kadardan şu para, bu kadardan bu para.” (s. 19) Dokunmayan yılanı bin de yaşatmazlar, kinlidirler. Seksen yıl öncesinden doğar kinleri, köyün resmiyette Kayran olarak anılmaya başladığı zamandan: padişahın adamları gelip yiyende ortak oldukları sıralar Karaahmet ferman, padişah, mültezim, zaptiye falan bilmezmiş, dağ gibi adammış, köylünün sıkıntılarını gidermeye çalışırmış. Ters düşmüş elbet, dağa çıkmış, devletin karşısına devlet olmuş. Yanına aldığı okur yazar Mastan Hafız’la yazı çizi işlerini yürütmeye başlamış, kök söktürmüşler zorbalara, padişah Karaahmet’in başına koyduğu ödülü artırdıkça artırmış. Bir sabah Karaahmet’in adamları uyanmışlar, içlerinde bir dert, beyleri yok. Başsız gövdesini bulmuşlar dere yatağında, bilmişler ki Mastan Hafız’ın işidir. Aldığı altınlarla oraları ele geçirmiş Mastan Hafız, zenginlikleri oradan gelirmiş, zulmetme sırası Mastan’daymış şimdi. Köylülerin hiçbiri “Kayran” demezmiş oraya, “Karaahmet” derlermiş, bu da Mastan’a dertmiş. Kıllığı atadan yani, babayiğidin biri çekip vurasıya köyleri mahvedecekse de gaddarlığı asıl Karaahmet’e. Borç işi, köylü hasadın kötü gittiği zamanlarda borç alıyor Mastan’dan, bilmem kaç faiz, mahsulden önce de gelip çöküveriyor tarlalara, beklemiyor. Yalvar yakar olurlarsa, nüfuzlu biri rica ederse belki o zaman erteliyor, o kadar. Köylünün başka çıkar yolu yok, ilerleyen zamanlarda kasabaya gidip banka müdürüyle konuşuyorlar, merkezden kredi artırımı gelirse yardımcı olabileceğini söylüyor müdür de köye gelip tarlaları ölçüp biçen adamlardan sonra da hiçbir şey olmuyor, Mastan’ın marifeti muhtemelen. Toprakları ellerinden gitse ortakçılık yaparlar anca, arada ovaya inip mevsimlik işçi olarak çalıştıkları var ama yine ilerleyen bölümlerde görüyoruz ki civar köylülerle birlikte inerlerse felaket, iş yok, tarlalar üç kuruşa çalışanlarla dolu, ücret de kırılıyor haliyle. Mastan’a muhtaçlar, kaçarsız, öldürseler borç alacakları kimse yok ama öldürmeye çalışıyorlar, bu da kaçarsız. Mastan’ın adamı angut Hacı’nın bir düğünde vurduğu köylü zar zor kasabaya yetiştiriliyor da kurtarılıyor, adam köye döndüğü zaman pusu kurup Hacı’yı indiriyor ama Mastan’ı kaçırıyor. Teslim almaya askerler geliyor, onlar da Mastan’ın adamları. Kaymakam, savcı, satın alınabilen herkes onun adamı aslında, Alaşehir’de tarlasına çöktüğü bir adam dellenip bıçağını çekince dan diye vurup öldürüyor adamı Mastan, haber köye yayılınca herkes oh çekiyor. Boşa, birkaç gün sonra çıkıp geliyor hırt, hapisten çıkmayı başarmış. Evleri, ambarları yaktırıyor, hayvanları öldürtüyor, suların üstüne duvar çektiriyor. Bu son mevzu matrak gerçi, Mastan’ın çaresiz kaldığını ilk kez görüyoruz. Köylülerden kimse inşaatta çalışmak istemeyince kasabadan adam getirtiyor, çimento torbalarını yığdırıyor, bir günde duvar tamam. Gece vakti kazmalarla geliyor bizim delifişekler, duvarı indirip yatır efsanesini çıkarıyorlar, evliyaların yattığı yere duvar örülürse öyle olur. Mastan yılmıyor, daha büyüğünü ördürüyor, duvar tekrar mort. Dana hemen askeri çağırıyor, Hasan’ı tutturduğu gibi kasabaya, hapishaneye. Delifişeklerden birinin gönlü razı gelmiyor, buğulu kafayla bir süre dolandıktan sonra gidip duvarı tek başına yıktığını söylüyor, Hasan’ın yerine hapse. Çok seviyorlar Hasan’ı, köylünün kahramanı gibi bir şey, ne de olsa Karaahmet’in soyundan.

Hikâye aslında Hasan’ın hikâyesi, diğer gençler de ara sıra vukuatlarıyla ortaya çıkıyorlar, yine en çok çeken, eziyet gören Hasan. Bakalım, önce sevdiğini kaçıran genci koruduğu için hapse atılıyor, bir hafta yattıktan sonra salınıyor. Hasadı kaldırdıktan sonra ambarı yanıyor, borcunu ödeyemediği için tarlasını yitiriyor, peygamber sabrı olduğu için başlarda köylüyü örgütleyip engellemeye çalışıyor Mastan’ı. Başarılı olduğu var, adamı korkutup bir iki haczi durduruyor, kendi tarlası gitse bile diğerlerininkini koruyor. Akla gelmedik yollara başvuruyor tabii Mastan, sonlarda çoğu tarlaya el koyunca tüfeğini alıyor Hasan, kahveyi basıp zorbaya kâğıt imzalatıyor, kaçıncıya kurtarıyor köylüyü bilinmez. Başka hinlik yok, Mastan öfkeden kafayı yiyor, tenhada gördüğü Hasan’a silah çekip kâğıdı vermesini istiyor. Silahlar patlıyor, sahne donmuyor da aklıma şu efsane filmin sonu geldi, paylaşayım. Hasan’ın gelişimi yok romanda, köylüler default olarak kindar oldukları için aklar, Mastan kara, öyle bir katı kontrast. Romanın en zayıf noktası bu değil, Mastan’ın ailesi ve klişe finali. Zübeyde sağlam, dediği dedik, doğruyu yanlışı bilen bir karakter gibi görünse de eşinin yediği haltlara ses çıkarmaması garip, doğrudan şahit olmadığı hiçbir olaya karışmıyor, şahit olduklarında etkili. Kızı daha da garip, uzun süre kasabada yaşadığı için babasını bilmiyor olabilir de köye geldikten sonra tarlaların gittiğinden, yangınlardan haberdar olunca değişsin bari, o da yok. Babasının öyle şeyler yapmayacağını söylüyor uzun süre, Hasan’a âşık olduktan sonra inanıyor anca. Köyü de geçtim, kasabada bu adamın ne kadar zalim olduğunu hiç mi duymadınız, izbandut gibi adamları etrafına toplayan babadan hiç mi şüphelenmediniz, itten kopuktan hiç mi çekinmediniz, bu ne alıklık. Ağanın kızı cılız kahramana âşık oldu, Hasan da tutuluverince tamam, birlikte kaçıp mutlu mesut yaşayacaklar sözde. Ne oluyor, kâğıtlı mesele patlak veriyor, Hasan vuruluyor, hastaneye götürülürken kız yanında elini tutuyor. Babası da vurulmuş oysa, hiç oralarda değil kız. Mastan’ın oralardan çekip gitmesi için Hasan’a para teklif etmesi tam Yeşilçam işi, aslında Hollywood işi de bizimkiler iyi aparmış onu. Hasan bu, parayı adamın suratına çarptığı gibi birtakım kahramanlıklara girişiyor yine, Mastan’ın evini basıp birkaç tarla kurtarıyor, günün adamı oluyor.

Mahsulün toplanışı, mevsim döngülerinin belirlediği zamansallık, köylünün eğlenceleri derken kırsala dair yüz tür özelliğe rastlıyoruz, metin asıl gücünü buradan alıyor. Devletle kurulan ilişkilerin niteliği de bir o kadar ilgi çekici. “Köylü ifade vermekten korkardı. Hele iş zamanı. Mahkeme, harman tırpan dinlemezdi; adamı ikide bir kasabaya çağırırlardı. Bu yüzden köyde ‘Paran çoksa kefil ol, işin yoksa şahit ol’ sözü çok edilirdi.” (s. 128) Hikâye çok güçlü değil, arka plandan kazanıyor roman, ne kadar kazanıyorsa. Her şeye rağmen okumaya değer.

Liked it? Take a second to support Utku Yıldırım on Patreon!
Become a patron at Patreon!