“Allah gözlerini yeryüzüne çevirdi mi, ilkin Deveçıkmaz Yokuşu’nu görür. Deveçıkmaz büyür, büyür kent kadar olur; sonra yine alabildiğine -hem bu kez yırtınırcasına- büyür, dünya kadar olur.” (s. 153) Adam’ın bastığından okudum, Hasangiller‘den sonra geliyor ki mantıklı, bizde mahalle aylaklığı nasıldır, İzmir’in arka mahallelerinde neler yaşanır, aile evlerinde ne işler döner, iki metin arka arkaya açıyor o dünyayı. Anılarında bahseder Tarık Dursun K. bu aile evlerinden, aslında bildiğimiz pansiyon ama aileler yaşıyor orada, iki göz evler denize veya yeşilliğe açılıyor, esnafından işçisine türlü çeşitli insan geçip gidiyor aile evlerinden. Kirası uygun, yani esas oğlanlardan birinin mahalle kahvehanesinde kumardan hile hurdayla kazandığı bir günlük parayla aylarca oturulabilir, uzun süredir orada yaşayan insanların ev almamaları makul. Anlatıcıların her birinin ayrı seslere sahip olmaları daha da makul, gözetmiş Tarık Dursun K. bunu, günümüzde pek sallanmıyor ama yetmiş yıl önce varmış. Kayabaşı Uygarlığının Birdenbire Yükselişi ve Çöküşü bir numaradır bu konuda, yazarın ustalık eseri dense yeri, antrenmanı değil de ilk örneği bu ikinci metninde mevcut. Dönelim aile evine, sakinlerinden bazıları azınlıklardır, Yahudilerle Rumların zenginleri değil de yoksulları ilişirler Türklere, salatalık turşusu satarlar, sübye satarlar, Zibil nam doktor iki kuruşa hasta bakar, muayenehanesinde tıp kitapları sıra sıra olduğuna göre oldukça iyi bir doktor ve iki kuruşa hasta baktığına göre oldukça iyi de bir insan. Tavuğa kışt, oduna yaş yok, barış içinde yaşıyor insanlar, giriş bölümünde anlatıcılığa soyunacak karakterlerle ilgili temel bilgileri aldıktan sonra Kemal’le Hulûsi geliyorlar mahalleye, kısa süre sonra darmaduman olacak ortalık. Şişman’ın kahvesine çay içmeye giriyorlar, biraz diklenip façayı gösteriyorlar, kalacak yere ihtiyaçları olduğunu söyleyince Şişman’ın tavsiyesiyle gidip evi görüyorlar. İş tamam, pazar gününe kadar bulmaları gereken parayı Bahriyeli’den alacaklar. Eski bahriyeli, askerdeyken birilerini mi tokatlamış, biçmiş mi, bir şeyler olunca dam altında kalmış bir zaman, sonra çıkıp kumardır pezevenkliktir bir dünya iş çevirmeye başlamış. Fatma’nın evinde kumar oynatırken buluyor bizim çavuşlar Bahriyeli’yi, iyi bir para alıp çıkıyorlar, nasıl tanıştıklarını başka bölümde öğreneceğiz. Pek sağlam ayakkabı değil bizimkiler, o kesin. Tahsin’le tanışsınlar bir de, komşuları bakkal Mustafendi’nin odasına bitişik oturan Tahsin ziyarete gelince Kemal hemen kitap sandığını ortaya çekiyor, şarap şişeleri çıkıyor, içmeye başlamadan açılmıyor muhabbet. Âdet gibi bir şey, içmeden derin muhabbete girmiyorlar, anlatmıyorlar kendilerini. Kitap sandığına dikkat, böyle küçük ayrıntılar karakterlerin temelini olaylardan önce atmış oluyor, gözden kaçırmamalı. Kemal az buçuk okumuş, kâtiplik ediyor fabrikalarda falan, Hulûsi kumar işlerini Cemal’den iyi bir öğrenmeden önce fabrikalarda çalışırmış, Kemal’le tanışlıkları oradan ama bu başka bir hikâye. Kemal yine fabrikaya girecek de Hulûsi’nin o taraklarda bezi yok artık, kumardan kazandığını işçilikten sittin sene kazanamaz, dayak yemeden azar azar bakacak yoluna. Tahsin’in peşinden fabrikaya giden Kemal hemen göze girecek, Adanalı Şakir Usta’nın aracılığıyla patron Memduh Bey’in karşısına çıkıp işi kapacak. Sonrası kopuş.
“Aldı Hulûsi”ye geldik, anlatıcılığı alan hikâyenin ötesini berisini de alıyor, Hulûsi nasıl tanıştıklarını anlatıyor. İncir’e de kutucu girmiş Kemal -Tariş İncir İşletmesi herhalde bu- ve kısa sürede kantar kâtibi olmuş, caka satmaya başlamış. “Sırf bu ukalalığı yüzünden, İncir’deyken çekip vuracaktım iti. Dinime imanıma. Vuracaktım basbayağı. Kantara geçer geçmez, gözüne incirci kızlardan birini kestirmiş. Fors koyuyor durmadan yanında. Önüne geleni haşlar, kutuları noksan diye geri çevirir. Kantarın başında durmuş mu sana; kim gelirse haşlıyor, bağırıyor, itin bilmem nesine sokuyor.” (s. 175) Kullandığımız küfürlerin, argo lafların falan piyasaya ne zaman çıktığını merak ederim, “itin götü” o zamanlar da kullanılıyormuş. İşte, bir gün Çingeneler bıkmışlar artık, mezarlıkta kıstırıp temizleyecekler Kemal’i, plan yaparlarken şans eseri Hulûsi duyuyor da kıs kıs gülüyor, başta uyaracağı yok. Sevip saydığı bir abisi işin kancıklık olduğunu söyleyince ayıyor, başta canı sıkılıyor çünkü itin hak ettiğini düşünüyor başına geleceği, sonradan kararını değiştirip işi bozmaya çalışır ama “şom ağızlı karı milleti” açık eder dalgayı, en sonunda Kemal’le Hulûsi konuşurlar. Oğlanın zerre korkmaması hoşuna gider Hulûsi’nin, mezarlığa gidip tek başına halletmeyi kararlaştırır işi, sözüne inanmazlarsa artık ne olursa. İnanırlar neyse ki, Çingeneler dağılırlar, o sıra aşağıdan Kemal gelir, Hulûsi tek başına hacamat olmasın diye varmıştır. O andan itibaren ahbap çavuş olurlar, bir kez de Kemal kurtarır Hulûsi’yi, kız davası. İncir işi bitince hamallık, ardından aylaklık, en son Şişman’ın kahvehanesi.
Tahsin alıyor lafı, saatlere zam faslından ortalık çalkalanacak. Kerim Usta örgütlüyor milleti, Kürt Salih, Eşrefpaşa’dan Ekrem, birkaç kişi daha var ama Kemal’le Şakir Usta’nın da kadroya katılması, eyvah. “Macera aranıyorlardı. O kadar fakir fukaranın yiyeceğini, içeceğini düşünüyorlar mıydı? Düşünmüyorlardı. İşi bırakırlarmış… Memduh Bey de merak ediyordu aman bırakmasınlar diye. Umurundaydı.” (s. 196) Müdüriyetin kapısında toplandıklarını görür Tahsin, son bir durdurmaya çalışır, içeri girdiklerini görünce Kemal’e yalvarır adeta, bu sayede adamın hayatını kurtarmış ve sonrasında kaydırmış olabilir. Fabrikanın önünde üç arabanın arka arkaya durduğunu görünce çeker sustalıyı Tahsin, gitmemekte direnen Kemal’i vurmakla tehdit eder, koşup otobüse binerler. İkametgâh falan yok tabii, Kemal’le Tahsin’in yerini bulamazlar ama Şakir Usta’nın kızından öğrenirler ki grevcilere iki gün hapis, ardından Memduh Bey’in tekmesi, üstelik Tahsin’in kışkırttığını söylemişler, fena. Parasını veriyor Hulûsi, Tahsin hemen otobüse binip uzar, çıkar hikâyeden. Kemal için yer lazım ama, yine Bahriyeli’nin mekânına gidiyorlar çünkü aile evine de birileri gelip sormuş, görmediklerini söylemişler de Kemal’i bir yakalasalar en temizinden sağlam bir sopa çekecekler ki az bile kalacak sonradan olacakların yanında. Kanlı katilleri bile saklamış Bahriyeli, o anlatıyor, delikanlıyı saklamak büyüklükten. Güzel İbram gibi yan karakterlerin anlattıklarında Ege’nin insanı gizli daha çok, geniş hikâyeler yani, dışarıda veya geçmişte olanlar. Kız kaçırmacalar, çekip vurmacalar, afra tafralar, bir sürü macera. Fatma mesela, Malatya’da Polis Salih kurtarmış Fatma’yı, herifin birinden hastalık kaptığı şüphesiyle hastaneye yatıracaklarmış da Salih engel olunca malı sanmış Fatma’yı, üzerine abanmış. Fatma kaçıp gelmiş İzmir’e, Bahriyeli’ye kayıvermiş gönlü, o günden sonra hem birlikte iş tutmuşlar hem de dost olmuşlar. Kemal için büyük tehlike ama dinlemiyor adam, yakışıklıca, gönlü kadın istiyor, Fatma’yı. Recep çakıyor durumu, zaten gözü Kemal’i hiç tutmadığı için bir gün dümenden giriyor eve, Fatma’yı ararken bir de bakıyor ki üst üsteler, alt altalar, yan yanalar ve daha nasıl olabilirlerse öyleler. Dert ediyor çocuk, ağası Bahriyeli’ye söylese cinayet çıkacak. Susuyor, laf yiyor yine susuyor, tokat yiyor yine susuyor, en sonunda dayak yiyecekken gördüklerini anlatıyor. Sonrası biraz cort, herkesin ağa çektiği Bahriyeli evi basıyor, Hulûsi’yi çiğneyip geçemiyor, çocuk gibi ağlıyor başta, sonra silahını çıkarıp titrek titrek ateş ediyor iki el. Eh, yumuşaklığın ardı pek dolu olmayınca tepki de garip geliyor tabii. Hulûsi muhtemelen mort, Bahriyeli hapse, gün doğuyor o sıra. Nokta güneş.
Roman iyi, dönemin İzmir’i ne öyle.
Cevap yaz