Seyit Alp – Devran

Seyit Alp unutulmuş yazarlarımızdan biri. İyi metnin er geç kıymet göreceğini düşünen romantiklerin alnının çatına bu romanı lak diye yapıştırabilirsiniz. Şaheser değildir ama hak ettiği değeri görmediği kesindir. Ele aldığı konular yüzünden biraz da unutturulmuştur sanıyorum, “Kürdistan’ın adım başı destanlığı”nı aralara sıkıştırdığı için unutturulmuştur, Melek Ahmed Paşa’nın zulmünden bahsettiği için unutturulmuştur, yoksa destancılığı modern biçimlerle tokuşturmanın zirvede olduğu yıllarda parlaması lazımdı. Belli ki böyle bir şey olmadı. Cemal Süreya’nın Milliyet Sanat‘ta yer alan 1 Ocak 1986 tarihli yazısı da kıyıda köşede kalmış:

Seyit Alp’in kitabına dün akşam başlamıştım. Elimden bırakamadım. Nasıl coşkuyla okuyorum! Roman. Aynı zamanda şiir. Klasik Yunan trajedilerine de benziyor. Masal. Destan. Tarih. Söylence. Ağıt…
Kişiler canlı, kurgu sürükleyici. Romanda doğa betimlemesini pek sevmem. Hele öyle uzayıp gidenlerini. Asturias’ta, Yaşar Kemal’de bile öyle sayfaları daha hızlı çevirdiğim olmuştur. Seyit Alp sevdirdi.
Munzur suyunun kaynağını görmüştüm. Bir değil, bir sürü yerden kaynıyordu Munzur. Ve üst renginde. O doğa görünümünde insanı sarsan, kişiye yaşama hırsı aşılayan bir şey vardı. Seyit Alp’in kitabında da onu gördüm…

Süreya’nın dediğidir kısası, çocukken bırakıp gitmek zorunda kaldığı toprakların havasında değil sırf bu söyledikleri. Eklenecek bir Nemrud var, karakterlerin hikâye ettikleri belki, ağalar paşalar cehenneminde hayatta kalma çabaları. Karakterlerin doğayla kurdukları etkileşim pastoralle liriğin adeta kuğu gibi vals eylemeleri, somut dünyanın ardındaki ruhanilik. Nemrud’un tek başına bir gece gibi çökmesi tepeye, gözünün gönlünün bir ağaçta toplanması, ağacın dalından Yakubi Hazer Usta’nın kendine kara göklü asa yapması, daha gider. Belini çıtlatıp canına ferah bulan Usta’yla açılıyor hikâye, akışta Usta’yı görmek zorlaşıyor, bir süre sonra tamamen çıkıyor sahneden, hasret kaldığımız kurgu bu. Kolık başta Usta’yı kandıran, anasını atasının yüzüne kara çalan bir ergen olarak çıkıyor piyasaya, on altı yaşında, baş belası. Bir destan patlatıyor ki değme dengbejin ağzından çıkamaz, öyle sabırlı ki yediği sopalardan sonra güçlenerek kalkıyor yerden, en doğru zamanı bekliyor mücadele etmek için, bir anda Kürtlerin kahramanı haline geliyor. İlginç değişimler. Kaya karakter sevenlerin kafasını karıştırır. Tansiyon asanın el değiştirmesinden sonra başlıyor, Kolık’la Usta’nın münasebetine bakalım: Usta o yörenin Hıristiyan, dindar Yakubilerine benzemez, tekmil Yakubiler vergilerini Van eyaletine ödeyip savaşlara Van hanlarının sancağı altında katılırlarken Usta kendi rızasıyla Bitlis hanına bağlanır, Yakubiler dinden imandan vazgeçtiğini düşünüp aralarından kovarlar onu. Ara sıra camiye gidip satranç oynadığında Şafiler din değiştireceğini sanırlar, ibadet etmediğini görünce onlar da uzak dururlar, Usta toplumla hiçbir bağının kalmamasını ister çünkü, tek tutkusu olan sahtiyana şekil, kumaşa renk vermenin peşinde ömrünü tamamlamaya yaklaşır. İşinde o kadar iyidir ki Bitlis boya emini defalarca çağırır, mal mülk vadeder ama yaban adamdır Usta, gitmez, Nemrud’un renklerini yakalamak için dağın etrafından ayrılmaması gerekir. Kızıl tamam, diğerleri öyle, bir tek Nemrud siyahı kalmıştır ki onu da kumaşa yedirmeyi başarır, münzeviliğini terk etmeyince dünya kapılarını açmıştır. O gün, gökte yıldızların görünmediği, ahalinin telaşlandığı gün Usta uzun zamandır görmediği Nemrud siyahını tekrar görmek ister zira fazla zamanının kalmadığını anlamıştır. Kolık’ın anası Zero’nun evine gider, zamanında hanlara şahlara değil de Zero’nun yoksul kocasına verdiği siyah şalı görmek istediğini söyler. Kolık “boklu çul”u heba etmiştir, bir porsuk ininde bırakmıştır, bulmak için Sekban Memo’nun yardımına ihtiyaç vardır derken Nemrud’un yer değiştiren gölgesinde gidip gelir Usta, konuştuklarından yardım görmez, o sıra Kolık katakulliyle alt eder Usta’yı. Gösterdiği kumaş yine siyahtır ama asıl siyah değildir, Usta’nın tuzağa düşmesi ilginç. Gözleri bozulduğundan belki, yaşlılık daha neyse. Asasını vermiştir bir kez Kolık’a, döve döve geri almaya çalışır. Ağzı burnu kırılan Kolık hemen eve kaçar, Zero herkese suçun Kolık’ta olduğunu söyleyerek saygınlığını sürdürür. Töre bilmeyen Kolık’tır, Nemrud’un doğurduğu hikâyelerdeki namussuzluğun eşidir Kolık’ınkı, yörede yaşayan herkes toplumsal normları bu kaynaktan öğrenir ki ayıplanmasın, bilmemek dışlanmaya yol açar. Kolık bir yerin kovulmuşuysa başka yerin kahramanı olacaktır, Reş-Mirza’ya Usta’yı şikayet etmek için yola çıkar ertesi gün, hikâye değişiverir.

Şiir nerede, Alp’in bölüm başlarına, olay akışının dur kalk ilerlediği aralara koyduğu kısa paragraflarda. Sorular sorulur, eksiltili cümlelerle cevaplar verilir, Rahva’nın beyine dinlemesi ünlenir, şiirin söylendiği birileri hep vardır. Doğa zaten imgelerle yüklüdür ama anlatıyı devirecek bir yük değildir bu, Alp genelde sağlam tutar dengeyi, aşırılığa mahal vermez. Gidiyor işte Kolık, Reş-Mirza’nın karşısına çıkınca derdinin püftenliğini anlar, asayı da kaptırdı mı hakkın arayıcısı, mazlumun koruyucusu olma misyonu başlar. Abdal Han’a gidecektir, hiyerarşideki bir üst basamağa, derdini anlatacaktır ama iş bilen Sührab da derdin pek öyle yüksekten konuşulmayacağını anlar, Kolık’a yol göstermez. Nedir, Kolık üç beş yersiz yurtsuzun yanında bir yıl geçirdikten sonra dayanamaz, halini türkü eder. Biçim değişir yine, “Hey lo, hey lo/ Dilemın dıvé” diye bir başladı mı Kolık, sözünü destana yanaştırır da kalabalığı toplar etrafına. İlk destekçilerini böyle kazanır, serseri tayfayı ayaklandırınca Abdal Han’ı telaşlandırır, dışarıda açlıktan kırılan halk galeyana gelip sarayı basarsa işler kötüdür. Tecimciler, nücumcular, ihkamcılar, alayı yıldızları gözler de Abdal’a müjdeler verirler, bir Yekçeşim gerçeği söyler zira ustası Batlamyus’un izinden giderek göklerdeki katların anlamlarını çözmeye bir o mahirdir ama söyledikleri de hoşa gidecek şeyler olmadığından soğuk zindanlara atılır. Yine bir yıldız hadisesi peydah olur, beş köşeli yıldız tam üç gün üç gece Uveyh Dağı’na çakılı kalınca Abdal zindandan Yekçeşim’i çağırır, fayda görmez. Kolık çıkardığı patırtıdan sonra atıldığı zindanda Yekçeşim’le yakınlaşır, bilgenin söylediklerini kulak ardı etmeyip erginlenme ayinine başlar. Gecenin karasından mı korkuyor, kendi dahil her şeye meydan okuyup zayıflığını yener, serserilerin önde gelenlerinden Reco’nun bıçak atma ustalığını edinmek için sağa sola bir sürü bıçak fırlatır, nihayet Reco kadar iyi bir atıcı olur. Eko’dan sopa vurma dersleri alır, canavar gibi şişer bir yandan. Kimsede rahat bırakmamıştır, bu yüzden Reco’nun tuzağına düşerek omzuna sert bir sopa darbesi alır ama hemen dikelir, önünde kimsenin duramayacağı kadar güçlüdür artık.

Üçüncü aşama, Melek Ahmed Paşa’nın Bitlis’e doğru yola çıkması. Van’ın Kızılbaş hanını ve de ahalisine gözdağı vermeye geldiği, Acem’in kökünü koparmak için koca bir ordu topladığı konuşulur, Paşa önüne çıkanı dümdüz edecektir. Yekçeşim devletin zulmünden bahsedince zindandakiler korkar ama Bedreddin’i hatırlatır Yekçeşim, güçsüzün yanında olmayı, hakkı. Abdal’ın saygısını kazanan Kolık özgürlüğüne kavuşmuş, Yekçeşim’in sağ kolu olmuştur artık, Paşa’yla karşı karşıya gelmeden önce son kez köyüne dönüp anasıyla helalleşir, öcünü almak için öldüreceği Usta’nın çoktan öte dünyaya göçtüğünü öğrenir, basar geri. Serserilerin en iyilerini etrafına toplar, baskınlarla Paşa’nın ordusunu zayıflatır ama Abdal halkına ihanet edecek, Kolık’ı darağacına gönderecektir. Final tamamen aparılmış, Kuşçu’nun küçük Yusuf’la karşılaştığı sahnenin aynı.

Kusurlarıyla iyi romandır, tekrar basılmalı ama kim basacak. Alp’in edebiyat görgüsünü alıntılayıp bitireyim, arka kapaktan: “‘Destan geleneğini, biçim ve içeriğini yozlaştırmadan halkımca söylendiği, algılandığı gibi çağdaş kalıplara dökmeye çalışıyorum. ‘Destan etmek’ olayı, modern roman ölçüleriyle çelişiyor gibi görünüyorsa da , tek ve düz bir çizgide gibi görünen akışın evrensel bir yorumlamayla bozulmadan sürdürülebileceği kanısındayım.’

Liked it? Take a second to support Utku Yıldırım on Patreon!
Become a patron at Patreon!