Seray Şahiner – Kul

Mercan’ın son derece sıkıcı hikâyesinin son derece sıkıcı olmasının sebebi Mercan’ı belli bir mesafeden, açısı belli bir bakışla görmemizdir. Ne yaşanırsa yaşansın, hayatın hangi evresi, gündelik hangi olay, mesafeyle oynamak gerekir mesela, tempo kendiliğinden değişir çünkü bir günün her ânı aynı hızla yaşanmaz. Neyse, romanda anlatıcıyla anlatılan arasındaki bu aralık hiç değişmez, değişmediği gibi dümdüz bir dile, biçime mahkumdur. Mercan bir deneğe indirgenerek tahlil edilmiş, hayatı bir roman olsa ancak bu kadar sıkıcı bir roman olacak kadar düzleştirilmiştir. Araya kentsel dönüşüm, eril eril dallamalıklar, sigorta özlemi, burjuva dangalıkları sıkıştırılarak günümüzün neoliberal politikalarının ezim ezim ezdiği, yalnız, emeğine yabancılaşmış falan filan. Dümdüz Mercan. Apartman silici. “Bir apartmanın merdivenlerini kaç saatte siliyor Mercan? Hadi diyelim, iki saatte. Bir saatte de siler ya, eli gevşek. Yoksa iki saatte, koca site temizlenir ayol! İşi de yalapşap. İnsan işine saygı duyacak. Değil mi ama? Ekmek teknen bu senin. Apartman mı siliyorsun? Bal dök yala olacak o yerler.” (s. 9) Buna 150 sayfa katlanabilecekler beri gelsin, diğerleriyle birlikte hızla uzaklaşalım ama biraz daha burada oyalanmak zorundayım, bu romanı okudum çünkü. Mercan’ın daire başına 12 liraya temizlik yaptığını, aylığını bir gün sektirtmediğini öğrendim, daha da bir sürü şey öğrendim ama Toz Bezi çok daha fazlasını çok daha iyi gösterdiği için haliyle kıyasladım, romandaki cüruflara mana bulamadım. Cemevindeki toplaşmanın uzun uzun işlenmesinde bir ders mi vardı, o atmosferden çıkarılacak bir şey mi bulmalıydım, son bölümlerde kat kat aşağı inen Mercan’ın donuk anlatımından çalışma cehennemine dair ne çıkaracaktım bilemiyorum, taklaları izledim bir tek. Mercan’ın sesini duymak istedim belki, içerinin dilinden küçücük bir şey duymak, olmadı çünkü anlatıcı ne kadar içerideymiş gibi rol kesse de kente bakışı Mercan’ınkinden uzaktı, kendi numarasını çekiyordu, “çocuk da yaparım kariyer de” sözlerinin ünlendiği bir şarkıya değiniyordu ama şarkının Mercan’la keskelalakası dikkatlere balyozla girişiyordu mesela. Arızalı bir roman yani, ezilmenin, direnmenin biçimlerini gösterme çabasını güzelleyemeyeceğim çünkü biçimin kendisi boğuyor okuru, yetersiz. Andığım filmdeki güm gerçekçi havanın, anlatım tekniğinin onda biri olsa bir ayağı yere basar, havada süzülüyor. Bakalım, dilenci kadına iki lira verir Mercan, sonra ağlamaya başlar çünkü dilenci bile istediğini almaktadır, Mercan niye alamamaktadır. Eşiyle kavga ederken adama defolup gitmesini söylemiştir, eşi defolup gitmiştir, Mercan adamın dönmesini beklemektedir. Falcıya gidip eşinin döneceğini öğrenince sevinir, cep telefonundan araya araya bir hal olur ama on küsur gün sonra fark eder ki adam telefonu kanepenin köşesine bırakmıştır, dönmeyecektir bir ihtimal. Düşük ihtimal. Yüksek ihtimal. Asla. Mercan yatırlara, türbelere, camilere gidip dilek diler, adak adar, yapabileceği tüm mambo camboları yapar, hatta Aya Yorgi’ye bile çıkar bir dünya para verip, mum diker, sonra evinin civarındaki tapınaklara, kiliselere gidip tekrar mum diker, cemevine gider, Allah’a bağlılığı süper olduğu için din gözetmez, bütün ibadethanelere gider. Oralardaki maceraları sıkıcıdır, artık özgür bir kadın olduğu için süslenip püslenip Samatya’nın alkollü mekânlarından birine gitmek ister de gider, garsonla flörtleşmek ister ama başaramaz, utanıp sildiğini rujunu tekrar sürer, bira gömer bir tane, alayı sıkıcıdır. Mercan’ın çocuğu olmamıştır, hayalinden Haydar nam bir çocuk doğurur da onunla eğleşir, Haydar bir hayal olarak kaldığı ve hikâyeyi tepikleme potansiyeli görmezden gelindiği için sıkıcıdır, Mercan’ın tek başına zaman geçirme çabaları, örneğin iki çile yün alıp ne dikeceğini bilemediği bölüm sıkıcıdır. “Sağlıklı beslenmek istiyorsan, üç beyazdan uzak durmalıydın: un, tuz , şeker. Bu durumda ekmek? Haşa! Olursa da tam tahıllı olacakmış. Organik! Ucuza doyuran her şeyi yasaklamıştı diyetler. Patates, makarna? Sümme haşa! Ekmek arası yapmadan kaç gram peynirle doyarsın? İçine patates doğrayıp bollaştırmadığın sulu yemek kaç liraya patlar? Bunlardan bahsetmiyordu diyetler. Pilav? Anca organik bulgurdan olursa.” (s. 22) Neden ya, bu şiddetli vasatlık, kafaya atılır gibi sıralanan, kurgudan nasibini almayan malumat neden, mesela bunu bir formül olarak görürsek her gider kalemini böyle anlatabilir, Mercan’ın yaşamının ne kadar dertli olduğunu zort diye belirtebiliriz ama bir belirtme biçimi olan zort pek de matah bir şey değildir, gereksiz faştır, hiledir, kolaycılıktır. Televizyonda, gazete gördüklerini kendine uyarlaması da zort mizahtır, mesela el âlemin Kanyon’a, Cevahir’e gittiğini görür de kendisi nereye gider, Öz Japon Pazarı. Gazetede falan çocuklarla ilgili yapılacaklara denk gelir, Haydar üzerinden uygulamaya girişir kafasında, absürt durumlar ortaya çıksa yine kurtaracak ama imkânsızlıkları sıralamaktan öteye gitmez. Uluların, eşinin kendisine yüz çevirdiği altı satırda verilmiştir, koca sayfada sadece altı satır, neden? Ayrıca birine yüz çevrilmez, birinden yüz çevrilir, o deyimde böyle. Televizyonu bozulur Mercan’ın, yaptırması dünyanın parasınadır, böyle böyle giderken parası bir de âdet olur, tam da eşinin geleceğini düşündüğü zaman. Eczaneye gidip âdet kesici almak için bekler, mekândaki kadınlar Gürpınar’ı ağlatacak diyaloglarla şamata yaparlar, Mercan eve gidip ilaçtan iki tane çakar ki eczacı bir taneden fazlasını almamasını söylemiştir, kadın televizyonun karşısına geçip mayışarak saatlerce boş ekrana bakar. Boş ekrana bakması her sayfaya bir sözcük gelecek şekilde, dört sayfa. Şimdi madem oyun oynayacağız, bunu biraz yaymamız lazım çünkü pasif agresif anlatıcı tedirgin eder, ansızın takla atması tuhaflıktan başka bir şey değildir. Bunu Fatma Nur da yapmıştı son kitabında, anlatı dümdüz gidiyor da denizin derinliklerini tipografik şalalayla yansıtıyor, gereği yok. Ya da yay işte, o bakışın edebî atak olmadığını göster.

Eşi ot içer Mercan’ın, çok içer, Mercan da denemiştir ama o leş şeyi sevememiştir. Sevmese de eşi dönsün de ciğerlerini soldursun isterse, umurunda değildir. Cacıklar, patlıcan yemekleri, her şey hazırdır artık, helva bile yapmıştır Mercan, eşi dönünce havanın acayip değiştiğini anlayacaktır. Mercan, seni tanıdık ama bu şekilde tanımak istemezdik, başka biçimde tanısak daha da memnun olurduk. Çiçekleri sular, bir de bakar ki garip bir ot büyüyor bildiklerinin arasında, meğer adam ot dikmiş saksıya. Sümbül Efendi’de horoz kesebilse döner miydi eşi, neyse, tavuk kesse de olur, tavuğun yarısını bağışlasa olur, tavuğun bilmem nesi. Mercan, sildiğin apartmanlarda ufak deliliklerin olsaydı, ilginçliğin olsaydı biraz. Evi yıkılacaktır Mercan’ın, er geç, Samatya’da yıkılmayan ev de kısa süre sonra kocaman bloklara dönüşecektir, bu yüzden pek çok arkadaşını kaybetmiştir kadın. O zaman ne olacak, eşi evi bulamayacak, Mercan oralara yakın bir yerde yaşamaya devam edecek ederse. Ha, televizyon programında gelinler, damatlar havalarda uçuşmakta, halk bazı ahlaksızlıkları oy yağmuruyla desteklemektedir, Mercan desteklememektedir çünkü oy yağmurunun bir parçası olmayı düşünmez, o sadece seyircidir. Evlerden bir sürü oyuncak, kıyafet yağar Mercan’a, hani çocuğu varsa eskileri giysin, eskilerle oynasın da yoktur, olmuyordur çocuğu, bunu bazen söyler, Allah’ın hikmetinden sual olunmayacağını kendi de bilmektedir, söylemediğinde daha fazlasını verirler. Mercan üç beyazdan da uzaktır, biri erkek. Mercan alt sınıfın kahramanıdır, bazı insanlar için bir günü atlatmak bile yaşamlarının en büyük başarısıdır da Mercan için her an bir başarıdır, dolayısıyla hikâyesi merak uyandırır, ne ki kıvamındaki şerbeti dökmeyi bilmemek o merakı hemen öldürür.

Liked it? Take a second to support Utku Yıldırım on Patreon!
Become a patron at Patreon!