Salâh Birsel – Şişedeki Zenci

“Karambollar galerisi”. Malcolm X’ten Mehmet Yaşin’e nereden geldik, Martin Luther King’e işaret çakan Birsel’in orada ne işi var, Birsel okuduklarını kapı belleyip zaman yolcusuna mı dönüşüyor, burada neler oluyor? “Doktor mutluluğunu anlatmak için bir ara ‘vafir’ sözcüğünü kullanmak isterse de o sırada nasılsa orada bulunan Salâh Beyin göz kaş oyunu üzerine ‘pek çok’ sözcüğünde kalır.” (s. 138) Kişilerin ne diyeceklerine de karışıyor ama genellikle izliyor Birsel, “Zenci” hareketlerinin kaydını tutanların kaydını tutuyor. Mühim konu, Cim Longos gücü ve çeşmibülbülle dolu hamurunu yoğuran Siyahi, Kara, Zenci, ne denmişse o, merkezden bir an olsun uzaklaşmıyor, aslında uzaklaşıyor ve sahneyi Birsel’e bırakıyor çünkü haftalardır yazdığı denemeden bıktığını nihayet dile getiriyor yazar, bıkkınlığını aşmak için araya ilgili ilgisiz hikâyecikler tıkıştırıyor. Mehmet Yaşin’inkiler pek ilginç, sonlara doğru değineceğim. ABD’yi adalet arzusuyla sarsan insanların mücadelelerine bakalım, zaman zaman kendi aralarında da çatışıp birlik beraberlik ruhunu sınıfsal horalanmalarla mahvederler. King’le X arasındaki uyuşmazlığın sebebi bölücüdür, yine de önünde sonunda bir araya gelirler, mesela bir şehirde 250.000 insanı toplayıp eylem yapabilirler, kamu hizmetlerini asgariye indirebilirler ve Başkan’ın dikkatini çekebilirler. Bir yanda pasif direniş varken diğer yanda aktif tepeleme baskındır, X ve tayfası bu yüzden King’i kıyasıya eleştirir, iki kutup arasında silahlı çatışmalar çıkar. Kültür yoluyla savaşan tayfanın karşısında eli sopalılar vardır, iki taraf da kendince haklıdır, güç birliği yapamadıkları için halsiz düşerler çoğu zaman. Kefalet ücretlerinin ödenmesi için para toplamayı başarırlar bir, gösteriler yapılsın yapılmasın pek çok Siyahi kodese tıkılıp haraçla serbest bırakılır, böyle işler için çok para gerekeceğinden hemen bir örgüte katılırlar. Geçtiğimiz haftalarda hayatını kaybeden Harry Belafonte’nin çabalarını da görürüz, paraları şak diye toplayıp mahpusları şuk diye çıkarır içeriden, yaman adamdır. Direnişler genellikle başarısızlıkla sonuçlansa da başarı görecelidir, eylemler su damlaları gibi tıp tıp oyarlar toprağı, kaynağa doğru yolculuk bitmez. Beyazların desteği artar mesela, haklı dava uğruna birlikte savaşacaklarını söylerler, dayanışmanın önemini gösterirler. Woody Allen pasif direnişin sürdürülmesiyle ilgili fikirler verir, misal oturma eylemine yönlendirir, Siyahiler oturup adaletin gelmesini beklerler. Nedir, harcamada eşitlik vardır, aynı yerlerden alışveriş yapabilirler ama diğer her alandaki eşitsizlik yüzünden Beyazlar ve Siyahlar çatışırlar, elbette Beyazlar hattı daha organize bir biçimde aşmaya çalışırlar, polis şiddetini desteklerler, Siyahilere tolerans gösterdiklerini söyleyerek daha fazlasını veremeyeceklerini, işi gücü ve gayrimenkulleri Siyahlara kaptırmayacaklarını söylerler. Devlet kurumları ağır çalışır, kodamanlar Siyahilerden voş aha yavaş olmalarını isterler, oysa bekleyecek bir an bile yoktur. X gördükleri şiddeti misliyle göstermekten yanadır, Beyazlar başka dilden anlamazlar. Şiddete asla başvurmayan kanat daha fazla şiddete maruz kalarak bir şeylerin değişmesini beklerler, aslında her Beyaz ve Siyah sevilesi olduğuna göre Beyazlar da sevgi geliştiremezler mi? KKK ağaçlara acayip meyveleri astıkça silahları kuşanan taraf ağır basar, çatışmalarda öne çıkar. Ülke hayvan gibi büyük olduğu için her karşılaşmada kurşunlar uçuşmaz, mahkemelerin vereceği kararlar beklenir. Okullarla ilgili mevzular tarafları defalarca karşı karşıya getirmiştir, şu filmde anlatıldığı gibi yangınlar çıkmıştır da Siyahların okuduğu okullarda öğretim kesintiye uğramıştır, Beyazlar alternatif bir yer göstermeyince çocukların eğitim hayatı biter resmen, haksızlığın giderilmesi için mahkemeler, daha üst mahkemeler ve en üst mahkemeler devreye girer, eşit vatandaşlığın yüceliği üfürülür bir güzel, ardından kararların uygulanması için yeni bir mücadeleye girişir Siyahiler. Kanunlarda değildir sıkıntı, uygulamadadır, hiç kimse Siyahiler için hukuku işletmeye kalkmaz. Oy verme hakkını kullanamazlar, geceleyin evleri basanlardan korkarlar. Bunun yanında Harlem gibi meskenlerde uyuşturucu patlatılır bir güzel, gençler bağımlı olunca mücadelenin potansiyel destekçileri olmaktan çıkıp bütünlüğü parçalayıcı bir rol üstlenirler. X de toz satmıştır, zamanının en ünlü müzisyenlerinin çaldığı kulüplerde uyuşturucudan iyi kazanmışsa da kodesi boylar, hemen okumaya başlar. Bir insanın kendini geliştirmek için gidebileceği en iyi yer üniversiteyse en iyi ikinci yer hapishanedir, X bir dünya kitap okuyarak kafasını Beyaz mantıktan kazır, laf güreşine hazırlanır. Yardımcıları sağlamdır, Allen Ginsberg bir şiir patlatır, bilmem kim bir şarkı söyler, televizyonda gösterilmeyen devrim yalnız bırakılmaz. İlginçtir, bazı yürüyüşlere işçi sendikaları katılmaz, sanayi birlikleri zaten katılmaz da işle alakalı eylemlerde bile görülmez bu haytalar, sendikayı işin içine sokmazlar çünkü Grev!‘de söylendiği gibi şartların iyileştirilmesi için pazarlık payı bırakılmış, sendika temsilcileri çoktan satın alınmıştır, aynı şekilde valiler, belediye başkanları, mahallenin müzevirleri, herkese para basılır. Halkını satan olursa artık. Feminist mücadelede de benzer bir tablo vardı, Siyahi kadınlara yardım etmeyen Beyaz feministler.

Bu yürüyüşü size anlatan ben Salâh Birsel size iyi günler diler ve de bu kez Harlem’de bir 100 metre koşusu kaldırmak için sizi bedenlerinizi titreterek çıkış yerinde yer almaya çağırırım.” (s. 65) Gelelim yavaştan, efsane sahneyi hatırlayalım. Durum beter, cinayetlerin sayısı New York’un altı katıdır, intihar sayısı uçuktur, polis asayişi sağlamaz. Böyle bir ortamda peydah olan “Kara Müslümanlar” gençliği kurtarmaya çalışırlar. Oz‘daki Kareem Saïd aslında biraz daha agresif olsa grubun lideri olabilirmiş, hapishanede herkesi kurtuluş yoluna sokmaya çalışan müminimiz sorunların çözümü için sert önlemler almayınca eleştirilir, itibarını kaybeder, hakarete uğrar. Kazara da olsa Adebisi’yi öldürdükten sonra esas dünyayla karşılaşır, kendi bildiği dünyanın dışına çıkmıştır artık. Harlem’in çocukları trajik sonla karşılaşmamak için kenetlenmeye başlar, ne ki X’in Elijah Muhammed’le yollarını ayırması kafa karışıklığına yol açar. Destekçisi yine vardır ama düşmanı da vardır artık, X sahnede vurulur. King çoktan vurulmuştur, kısacası Siyahiler durmadan vurulurlar, boğulurlar, yine de kavgayı sürdürürler. “Biz bunları sıraya dizip anlatmıyoruz. Belleğimiz ne buyurursa onu ortalığa salıyoruz.” (s. 74) Tamam, Mehmet Yaşin o zaman. Harlem’deki Türklerden biri, etrafında doktoraya girmeye çalışan Bursalı Ahmet, ustabaşı İskender gibi tipler var, tayfayla birlikte duvar kırıyorlar. Günde sekiz saat balyoz sallamak. Neyse ki Siyahiler dokunmuyorlar, İspanyol sanıyorlarmış Türkleri. Bir gün yakından tanışmışlar, Yaşin’in içinde olduğu araç gecenin bir vakti hop kaldırılmış, pat tutturulmuş, lastikleri sökmeye başlamışlar. Beyaz saçlı bir Siyahi kafasını camdan içeri sokup hangi milletten olduklarını, sonra dinlerini sormuş. “Elhamdülillah pimpirik Zenci de Müslüman’dır. Yanındakilere bir şeyler söyleyip sökün işini durdurur. Arabayı indirirler. Bir daha geç saatlerde Harlem’in arka sokaklarından geçmemeleri öğütlendikten sonra bizimkileri uğurlarlar.” (s. 154) Vay babo tayfanın bir başka vukuatı Porto Rikolularladır, sokağı gürültüye boğan bu kardeşler sinirleri yeterince bozduğu zaman Yaşin eline ekmek bıçağını aldığı gibi sokağa fırlar, alayını kovalar. En tehlikeli adamlar onlar belki, çekip dan diye vururlar, işten değil. Ne cesaret. Daha da bir dünya hikâye var, ayrıca Birsel’in can sıkıntısından araya tıkıştırdıkları o kadar hoş ki esas hikâyeleri geçip evelemeleri okumak istiyor insan. “Bu mortulu öykülerle biz polis romanlarına da göz kırpmış oluyoruz. Gerçekte, dünyadaki günlerin her dakikası bir polis romanıdır.” (s. 186) Elbette öyledir, Birsel’in dokunduğu neyse her şeye dönüşebilir, inanırız.

Liked it? Take a second to support Utku Yıldırım on Patreon!
Become a patron at Patreon!