Rosamund Young – İneklerin Gizli Hayatı

Mustafakemalpaşa’ya giderken atların yanından geçiyoruz, Karacabey civarındaki at çiftliğinin yanından. Çocukken boştu ora, sonra TJK hayvan gibi bir tesis kurdu. Kahvaltıya gidenler atların koşuşturmasını yakından izleyebilirler. Oradan geçenler tayların koşuşturmasını izleyebilirler. Orayla işi olmayanlar atları hayal etsinler. At otluyor, dörtnala koşuyor, eşkin olanı salınıyor, başkayla birlikte veya yalnız. Yaz değilse koşuyorlar, yazsa ortada olmayabiliyorlar çünkü deli sıcak, içeride bir yerde bakışıyorlar. Mustafakemalpaşa’nın köylerine giderken ineklerin yanından geçiyoruz, huylarını hiç bilmiyoruz. Atlarla münasebetlerini her geçişimde hayal etmişimdir, bir inekle bir at yan yana gelse ne olur, aynı cinsten olmadıklarını anlarlar ama bir yakınlık da sezerler. İzlemek lazım, huyları suyları başka başka ama izlemeden nasıl olacak anlaması, şu karıncalarla ilgili mevzu. Salgı bırakırlar ki diğerleri izi takip etsin, peki yolun dışına çıkacak kadar kaosa yatkın olanlar neci, kâşif mi, yoldan çıkmanın karakter taşımakla bir olduğunu söylesem insan merkezli bakışa kayıyorum, kâşifliği işin içine katınca da öyle. O zaman bu bakıştan sıyrılmalı, ineği anlamak için insan olmamalı, inek de olmamalı, ikisinin arasında bir noktadan gözlemlemeli. Yılları ineklerle birlikte geçirmeli mümkünse, kokusundan sütüne her şeyi bilmeli, davranışlarını anlamlandırmaya da her zaman çalışmamalı çünkü kaos büyük, zoolojik entropi deyip hemen unutmalı bunu. Hemen bir inekle münasebet kurmalı, sütüne kadar tanımalı onu ki çiftlik çalışanları ve çiftliğin sahipleri şişelerin üzerinde hiçbir şey yazmamasına rağmen içtikleri sütlerden hangi ineğin sütünü içtiklerini anlayabiliyorlarsa, böylesi bir ayrımı anlamak istiyorsak mesafeyi azaltmalıyız, arabayı kenara çekip atları izlemeliyiz en azından. Yelesi savruk tekini. Ne özendim şu kitabı okurken. Organik tarıma övgüler tamam, korkunç şartlarda yetiştirilen hayvanların çektiği eziyete zaten lanet de Young’ın çiftlikte geçirdiği yılların kıymetine, kıymetten menkul hikâyelere paha biçilemez. “Hayvanları birey olarak tanırsanız, ağabeylerin erkek kardeşlerine ne kadar iyi davrandığını, kız kardeşlerin birbirlerinin yârenliğini nasıl aradığını ya da birbirlerinden nasıl uzak durduklarını ve geceleri uyumak için hangi ailelerin daima bir araya gelip hangi ailelerin asla gelmediğini fark edersiniz.” (s. 1) Young önce ailesinin anlattığı hikâyelerden bilmiş bu ilişkileri, geleneği sürdürmeye karar verince bu metni yazarak tanıdığı hayvanların yaşamlarından kesitler çıkararak doğal yaşamın kaydını tutmuş. Her hayvanı kendi özellikleriyle ele almış, farklı türlerin zekâsını insani standartlar yoluyla değil de türlerin öz nitelikleriyle değerlendirmiş, böylece olabildiğince dolaysız bir gözlemin sonuçlarını koymuş ortaya. “Bir ineğin zekâsı, onu inek olarak başarılı kılmaya yetiyorsa, daha ne istenir?” (s. 3) Boynuzları kesilen hayvanlardan bahsedilen bölümde Visages Villages‘ı andım, bir hayvan yetiştiricisi boynuzla doğan hayvanların boynuzla yaşamaları gerektiğini söylüyordu. Mantıklı. Sütü makineyle sağan kadın daha çok süt elde ettiğini söylüyordu, elle sağan kadın hayvanların daha mutlu olduğundan mı bahsediyordu, bir şey, yani hayvana olabildiğince doğal bir şekilde muamele etmek, üretimi artırmak için yapaylığa başvurmamak. Ahırda beslenen bir hayvandansa otlakta dolananı yeğ tutarmış Thackeray, düşününce bir harada koşturan atın doğada koşan attan daha az at olduğuna varıyorum. Tam olarak anlamak mümkün değil, yine de her şeyin olduğu gibi olmasında bir ferahlık, huzur var.

İneklerin soyağacını çıkarmış Young, hangisinin hangisinden doğduğunu, huyları benzeyenlerin akrabalık ilişkilerini öğrenebiliyoruz böylece. Teker teker ele alıyor Young, her birinin kendine has özellikleri var. Alice’e bakıyorum, oyuncul bir çocuk. Young’la yan yanayken bir anda koşmaya başlayıp gözden kayboluyor, ileride bir yerde ağaçların arkasına saklandığını görüyor Young. Koca gövdesiyle ne kadar saklanabiliyorsa işte, sonra tekrar koşmaya başlıyor ve tekrar saklanıyor. Çok matrak. Doğurduğu çocuklardan biri iyi zıplayabildiği için iyi zıplıyor ve çitleri aşıp gözden kayboluyor, kardeşi hayal kırıklığıyla abisinin arkasından bakıyor ve ağır adımlarla kız kardeşinin yanına dönüyor. Yolu kısaltmaya çalışıyor bu zıplayan oğlan, onu gören bir başkası da aynı şekilde zıplayıp gözden kaybolunca hepsinin kısa yoldan gitmesine müsaade etmiş Young. Annelerin davranışları özgürlüklerine ne kadar düşkün olduklarını gösteriyor, bazıları buzağıladıktan sonra okşanmaya hiç gelmeyip kafalarını sağa sola sallıyorlar, bazıları yardım istemedikleri halde yardım edildiği zaman tepki gösteriyorlar hemen, bazılarıysa yardıma her zaman açık. Ne olursa olsun hiçbir zaman gözden kaçırmamak lazım, istenmeyen olaylara karşı tetikte olmalı. Dolly II örneğinde olduğu gibi yakınlarda bir veterinerin olması da ineklerin yararına: Bu ineğimiz dağ bayır özgürlük peşinde koşuyor, ortadan kaybolduğu bir gün tepelerden birinin ardında bulunduğunda görülüyor ki rahmi yerinden çıkmış, yavruyu ölü doğurmuş. Veteriner gelip rahmi yerine dikiyor, battaniyelerle örtülen Dolly II kendi haline bırakılıyor. Bir süre sonra yine kayboluyor, aramalar başlıyor. “Uzun bir arayışın ardından onu üç tarla ötede, akıllı ihtiyar anasının ayakları dibine uzanmış, her yanı yalanırken ve bizim asla başaramayacağımız bir şekilde teselli edilirken bulduk.” (s. 30) Araları pek iyi değil, sağalma sürecinden sonra yine kendi yollarına gidiyorlar ama öğreniliyor ki acı çeken inekler en yakınlarını bulma güdüsüne sahip. Ölecek olsa bile yardım istemeyenlerle özel olarak ilgilenmek gerekiyor, gidebileceği yerleri çıkarmak bile önemli iş.

Jake çiftliğin has boğası, ikiz üçüz çocuklarıyla ailesini genişletip sahiplerini mutlu ediyor. Kibirsiz, şiddete meyletmiyor, uslu uslu dolanıyor ama çok kötü bir özelliği var: Land Rover’ın egzoz borularından çıkan dumanı koklamaya bayılıyor. Young bu mevzuyu soğuk havalarda saman balyası taşıdığı zaman çözmüş, kontağı açık bıraktığı zaman bakıyor ki hayvan çekiyor dumanı, o kafayla tampona sürtünüyor ve arabayı sallamaya başlıyor. Keyiflerine düşkünler, acıyı da kuvvetli bir şekilde hissediyorlar. İyi yiyecekler sunulursa veya yakınlarıyla “konuşurlarsa” kederi hafifletebiliyorlar. Bir ineğin ölü buzağısı için tuttuğu yasla bir buzağının annesi için tuttuğu yas kıyaslanırsa ilki daha uzun sürüyor, evlat edindikleri zaman da bu acı daha kısa sürebiliyor. Süt içmedikleri yalan bu arada, ineklere süt içirebilirsiniz. Rahat bir uyku için etraflarını aile ve dostlarla çevirmeleri gerekir, yere bırakırlar kendilerini o zaman. Sığırlar arkadaşlarını baş dayanağı olarak kullanır. Young diğer hayvanlara da değiniyor sıklıkla, mesela domuzlar ya yuvalarında ya da kendi kazdıkları çukurlarda uyuyor, koyunlar rahatlıkla yayılamıyor çünkü “kalıplaşma” denen nane yüzünden ölüm tehlikesi var. “Herhangi bir korku duygusu açığa çıkarsa hayvanlar âleminde kimse uyumaz. Korkunun kaynağı uzaktaysa inekler diğer hayvanlar gözcülük yaparken, çok küçük buzağılara uyuyabilecekleri işaretini verirler. En azından onlarca yıllık gözlemin ardından bize böyle görünüyor.” (s. 45) Fırtına gibi doğa olayları dengelerini bozduğunda sığırlar bir anda toplanıp civar köyleri ayağa kaldıracak kadar gürültü çıkarabiliyor, bu durumda isteklerine uyup onları kamyonla otlağa götürmek zorunda kalabilirsiniz, yolda polis çevirdiği zaman sığırların otlamak istediklerini söylerseniz garip garip bakarlar ama sığır korosu işe başlayınca çekilip giderler, siz de gecenin bir körü, “Bok yiyin,” deyip aslında onları ne kadar çok sevdiğinizi düşünürsünüz sonra. Ne bileyim, tavukların oradan oraya koşturmalarını, koyunların acayip oyunlarını, atların koşuşmalarını izlersiniz, hayvanların yanından geçerken biraz daha dikkatle bakarsınız ki görmediğiniz şeyleri göstersinler, görün.

Liked it? Take a second to support Utku Yıldırım on Patreon!
Become a patron at Patreon!