Evdeki Melek’le ilgili kısa, hoş bir yazı. Solnit ele aldığı bu meselenin çocuk doğurma çerçevesine sıkıştırılmaya çalışıldığını fark etmiş, “Siktir edin bu saçmalıkları,” diyerek mevzuyu kapamaya çalışmış ama peşi gelmiş hemen, mülakat yapan “İngiliz” erkek neden çocuk sahibi olmadığına yönelik ısrarlı sorularıyla bunaltmış Solnit’i. İngilizlik bir şeyi işaret ediyor da ataerkinin sembolü olarak “Beynelmilel Bey” diyeceğim ben buna, “BB” yazılmayan kitaplardan çok doğurulmamış çocukları sorguladığı için Solnit tercihinin açıklamasını yapıyor, aptala anlatır gibi anlatıyor ki çocuk doğuran kadınlara “zekâ yoksunu sığırlarmış gibi davranan” adamlar için özgürlüğün el kitabındaki en temel bilgiler kafalara girsin: “Çocuk sahibi olmama konusunda dogmatik bir tavrım yok. Şu anda nasıl halimden memnunsam, başka şartlar altında çocuk sahibi olup ondan da memnun olabilirdim.” (s. 11) Mutluluk teranelerinin etkilediği noktalardan biri, zaman makinesi olan bir eczacı Woolf’a antidepresan götürse de hayatını bebek doğurmaya adasa Woolf, mutluluğun formülü bir o, bir Leonard Woolf, bir de bebek olsa. “Toplumun sunduğu reçeteler, gerek bu reçetelere uymayı başaramayıp veya istemeyip damgalananlara, gerekse uyduğu halde mutluluğu bulamayanlara bir dünya mutsuzluk yaşatıyor.” (s. 15) Bir baba olarak BB, kabus. Kendi yanlışlarını çocuğuna doğruymuş gibi dayatan ebeveyn, her ne inşa edildiyse yıkıldığı zaman kendini tartmayan, sorgulamayan yine ebeveyn, çocukla birlikte mutluluğa kavuşacaklarını düşünen insanların üretiminde bir dünya markası. Psikoloji profesörü Todd Kashdan mutluluğu hayatta birinci hedef kılmanın gerçekten mutlu olmaya engel teşkil ettiğini söylemiş, Solnit’e göre güzel güzel paketlenmiş toplumsal rızadan yırtmak için doğru soruları öğrenmeli ve sormalıyız, cevap almasak bile.
“Sessizliğin Kısa Tarihi”nde türlü tehdide karşı çıkarılan sesin yankılanarak çoğaldığını anlatıyor Solnit, “kırılacak sessizlik” hikâyelerin anlatılmasıyla çatlıyor, BB’yse çatlakları kapamak ve yenilerinin oluşmasını engellemek için yaralıyor, öldürüyor. “Sesinizin olması hayati önem taşır. İnsan hakları bundan ibaret değil elbet, ama ses insan hakları açısından merkezi önemde; kadın haklarının ve kadınların haklarından yoksun bırakılmalarının tarihini sessizliğin ve sessizliği kırmanın tarihi gibi okuyabilirsiniz.” (s. 26) Genişletebiliriz, sesleri kısmak için insanların hapse atıldığı cennet ülkemizde toplumsal hareketler baskılanıyor, açık hava hapishanesinde yoksulluk da susturuyor insanları. Solnit’in tespiti. Kodamanlar ellerindeki bütün kaynaklarla duvarı güçlendirmeye çalışıyorlar: Jian Ghomeshi, Jimmy Saville, geçtiğimiz yıllarda suçları ortalığa dökülen bir dünya BB belki yeterince cezalandırılamadı ama duvarlarının giderek güçsüzleştiği ortaya çıktı, her şeye rağmen büyük başarı. Solnit’in diğer makalelerinde yer alan bilgileri da katayım, bu tür ifşalar arka arkaya gelirken her erkeğin tecavüzcü, katil, BB olmadığına dair karşıt hareketler başlıyor ve meselenin odağı kayıyor, konu kadınların maruz kaldığı ataerkil zulümken en azından çenemizi kapamamız gerekir ki esas sorunla ilgili yoğunluk dağılmasın, farkındalık artsın, hikâyeler ortaya dökülsün. Binlerce yıldır sistematik bir şekilde devam eden büyük bir arızayı gidermek için çıkan sesler hiç bu kadar gür olmamışken yapılması gereken bu, İngiltere’de kölelik karşıtı kongreler yapılırken kadınları susturan erkekler, ABD’deki eylemler sırasında Siyahi kadınların konuşmasını engelleyen beyaz kadınlar artık bir araya gelip omuz omuza direnebiliyorlar, müthiş kazanım. Solnit’e göre erkeklere mutlaka yer verilmeli, BB olmamayı başarmış erkeklerin hak kazanımındaki destekleri çok önemli. Sırf bu dayanışmanın engellenebilmesi için erkeklerin de duygusal olarak hadım edildiği malum, ben tam bir BB olan babamın evden defolup gittiğini göremedim ama yedi yaş büyük abim gördü, yedi yıl o adama katlandı demektir. Ergenliğimde terör estirdiği olmuştur abimin, erkeklik rolüne biraz da babalık kattı ve abi-kardeş ilişkimizi mahvetti açıkçası. Hatasını geçen yıl itiraf etti, çok severim kendisini de onunla uzun süre vakit geçirmek istemiyorum açıkçası, topluma karışmak da istemiyorum çünkü bizimki gibi toplumlarda sokağa çıktığım an bana biçilmiş rolü oynamam gerekiyor, işim gereği her gün insanlarla içli dışlı oluyorum ve aynı sıkıntıları yaşıyorum. Neyse, kadınlar üniversitelere giriyorlar, evlerden çıkıyorlar ve ötesinde drag queen‘ler erilliğin tartışmaya açılmasını sağlıyorlar, eşcinsel erkekler daha görünürler artık, bütün bunlar sessizliği kıran şeyler, böylece sessizlik artık “evet” olarak algılanmıyor, başka bir devirde işlerin başka türlü ilerlediğini söyleyen BB amcalar hapse giriyorlar. Sessizlik bahsini şu alıntıyla kapıyorum: “Konu sessizlikse, birilerinin birilerini nasıl susturduğu meselesi bu soruşturmayı utancı, aşağılamayı, dışlamayı, değersizleştirmeyi, itibarsızlaştırmayı, tehditleri ve iktidarın toplumsal, ekonomik, kültürel ve hukuki yollardan eşitsiz dağılımını da kapsayacak şekilde genişliyor.” (s. 40)
“Feminizm: Erkeklerin İntikali” aslında kadın sorunu olarak adlandırılan mevzunun “erkek sorunu” olduğunu bilen erkeklerle ilgili. Solnit bu erkeklere ihtiyacımız olduğunu söylüyor, esas failin şiddete uğramış kadınlar değil de erkekler olduğunu dile getiren Hindistan başbakanı Narendra Modi’nin söylemlerine sirayet eden bu değişim aşırı muhafazakârların bile konuya doğru yerden yaklaşmaya başladıklarını gösteriyor, güzel. “Feminizmin erkeklere ihtiyacı var. Kadınlardan nefret eden, onları küçük gören erkekler şayet değişecekse, kadınlara korkunç şeyler yapmanın ya da onlar hakkında korkunç şeyler söylemenin erkeklerin diğer erkekler nezdindeki itibarını yükseltmediği, aksine düşürdüğü bir kültür eliyle değişecek.” (s. 101) Çeşitli mecralarda duyarlılık gösteren erkekler yer alıyor bu makalede, misal ünlü bilgisayar oyuncusu Chris Kluwe oyun dünyasında mizojini rüzgârları estiren oyuncuları eleştirmiş ki o dünyaya az biraz aşina olanlar bilirler, ürkütücü bir fikir çorbasıdır oralar, lincin haddi hesabı olmaz da gerçekleri dile getirmenin verdiği cesaret dinlemez linç minç. Başka, üniversitedeki kardeşlik kulüplerinin en büyük sorununun sarhoş kadın misafirler olduğu dile getirilmiş birkaç kez, tepki gösterilince yazılar hemen silinmiş. Feminist stand-up’çılar işin mizahi kısmını yürütüyorlar, kısacası erkekliğin illa yırtıcı ve saldırgan olması gerekmediğine dair her cepheden destek var, tecavüz şakalarının şaka olmaktan çıkması da bu mücadelenin eseri. Tecavüz karşıtı şakalara Solnit’in örneğidir, Bill Cosby’nin dokunulmazlığının nasıl parça parça edildiğinin kanıtıdır, çatlaklar genişliyor.
Makalelerin geri kalanı, ortaya karışık: Erkeklerin avlanıp kadınların mağarada oturduğu safsatasından kurtulmak gerekiyor, aterkiyi makulleştirmek için çarpıtılan bu “bağımlılık” teranesi Solnit’e göre aslında “dayanışma”. Avcı Erkek bütün gün didinmez, kadın bütün gün oturmaz, avlanan hayvanların eti hareket kabiliyeti daha yüksek olan kadınların elinde. Et herkes için, çekirdek ailenin reisleri bir topluluğun parçası olarak avlanıyorlar ve elde edilen av eti paylaşılıyor, paylaşmayanlara dair aşağılayıcı halk hikâyeleri günümüze kadar ulaşmış. Kadınların doğurmaktan ibaretliğini görüşlerine katık eden Hannah Arendt’i de eleştiriyor Solnit, erkek emeğiyle kadın emeği arasındaki “muntazam” simetriyi aynen benimseyen Arendt geçmişte ev işlerinin şimdikinden çok daha ağır olduğunu bilmiyordu muhtemelen. “Evde oturup erkeğini bekleyen edilgen ve bağımlı kadın hikâyesini anlatmaktan vazgeçmemiz gerek. Kadın boş boş oturmuyordu. Meşguldü. Hâlâ da meşgul.” (s. 139)
“Hiçbir Kadının Okumaması Gereken 80 Kitap” anaakımda yıllardır varlığını sürdüren bir derginin erkeklere önerdiği metinlerin ve bu metinlerin öneriliş biçimlerinin eleştirildiği nefis bir makale. Kadın karakter damızlık bir adamın eksikliği yüzünden öylesi bir kadın karakter mesela, milyonların okuduğu bir dergide böyle yorumlar yer alıyorsa Solnit’in ince sivriliğiyle karşı karşıya kalmak ve özür metni yayımlamak işten değil. Olan bu.
Solnit’i büyük küçük ihtiyar, kızlar delikanlılar, herkes okumalı.
Cevap yaz