Rafik Schami – Sineksağan

Osmanlılar, Fransızlar, ardından ordu, senede ortalama üç darbesi var Suriye’nin. İnsanlar ilkiyle umutlanmış, ikincisiyle kanıksamış, üçüncüsüyle bezmişler, uzun vadeli planları yok, günü kurtarmaya çalışıyorlar. Doğu’nun uzun vadeli plan yapamamasını geri kalmanın en önemli gerekçelerinden biri olarak görüyordu, kimdi o, Peter Frase olabilir, Batı’nın soktuğu çomaklar stabil bir yönetim biçiminin yerleşmesine izin vermediği için sürekli kaynayan coğrafya. Mikro ölçeğe oturmuş anlatıları buradan da okuyorum, gündelik yaşamımızın paramparça oluşunu ele alan çok oldu da misal Gospodinov’un on yıllık periyotlara böldüğü geniş zamanın yekpare kalamamasında devletlerin çalkalanması da durması geniş perspektifin etkisini gösteriyor. Zaman sağlam değil, ülke sağlam değil, bireye ineriz ama birey de sallanıyor, epizotlarda Lenin’in heykelinin devrildiğini görüp üzülüyor mesela, Herta Müller, paramparça geçmişten görüntüler o heykelin devrilmesiyle yarattığı hüznü yine gösteriyor ama böyle kunt -vov- bir anlatının yavaş yavaş işleyebileceği derin kederle değil, anlık duygulanımla. Ben razıyım çünkü zamanımı biliyorum, yakın geçmişi, metinlerin yakın geçmişteki değişimlerini biliyorum, bütün bunlara iyi veya kötü diyemiyorum. Çünkü, öyle. Emirhan Burak Aydın’a selam, “gözlemci olarak buradayım”. Yüzlerce sayfalık bir roman yazmayacağım hiç, yaşamım, zamanım, işim ve ülkem müsaade etmiyor. Buradan Schami’ye nasıl bağlayacağım, şöyle: otuz yıl uzaktan bakınca çocukluğun biraz olsun eskidiği söylenebilir de o sosyal ve siyasal kaynama yenilenir, sokaklarda koştururken fark edilmeyen değişimler çok sonra idrak edilir diyelim, Çocuk’un sesi bu yüzden inceliğini kaybetmemiştir ama büyüsünü kesinlikle yitirmiştir. İnsanlarını toplumsal yapılara oturtmuştur Çocuk, köşelemiştir, bu yüzden herkesin ayrı bir politik, dinî kimliği vardır. Ayrımların anlaşılamayacağı o kusursuz amorfluk çağı o an değil, sonradan şekillenmiştir, anlaşılır. Eser miktarda, kısa metin biçiminde dökülür yine, “Tanrı Henüz Büyükannemken” öykülerin tanrısal yaratılar olduğunu düşünen Çocuk’un cennetinin sınırlarında geçer. “Evin kalabalığından kekik kokulu sonsuz huzura kavuşmak” ara sıra kesintiye uğrar, sanki altı günden sonra uykuya dalmıştır büyükanne de uyanana kadar ara vermiştir tanrılığa, büyükbaba bile hava karardığı zaman büyükannenin gelip “ışık yapacağını” söyler. “Yazın sıcaktan bunaldığımız zamanlarda büyükannemden biraz serinlik yapmasını rica ederdi. Büyükannem de hemen duvara vururdu; tavandaki köhne vantilatör takur tukur çalışmaya başlar ve bize püfür püfür serin hava üflerdi.” (s. 8) Schami mizahı. Çocuk daha sonra kimya, fizik ve matematik okumuş, Doğu’ya Batı’dan bakmaya başlamıştır ama eli ne zaman elektrik düğmesine gitse büyükannesini düşünür, bilimlere verip veriştirir. Kebapçıya geçelim, Kasap Mahmut teknolojiye düşmanlığını sanatının üstünlüğüne bağlar, ona göre derin dondurucular eti bozduğu için doğal yollar en iyisidir. Eski buzdolabı, eh, doğaldır, o kadarına ses etmez Mahmut, “Gözü kalanın gözü çıksın!” yazısını buzdolabının üzerine yapıştırmıştır. Diğer kasaplardan şiş takımıyla ve eti hazırlayışıyla ayrılır, o bir kebap sanatçısıdır ve oldukça mahirdir, öyle ki diğerlerinden 1 lira fazla alır ama hakkını verir etin. Çekmeceden çıkardığı çok özel baharatı, dinlendirdiği eti, her şey törenin bir parçasıdır, seçkin misafirler gelecekse mahalleli o törene şahit olmak için gelir sırf. İşi bitince rakısını koyar, demlenmeye başlar Mahmut, Hıristiyan komşusu Berber Bulos’u tilt eder çünkü ağzına sudan başka hiçbir şey koymaz Bulos. Mahmut makara adamdır, şarap içmiyorsa gerçek bir Hıristiyan sayılmadığını söyler Bulos’a, atışırlar. Göçe lüzum yoktur henüz, ülke o kadar karışmamıştır, komşuluklar sağlamdır. Ne zaman nifak çıkar, başta Lübnan olmak üzere civardaki ülkelere göçer Hıristiyanlar, Suriye’nin kültürel çöle dönüşmesine şahit olmak istemedikleri gibi canlarından olmak da istemezler. Neyse, bir gün olanlar olur, Çocuk zengin teyzesi için kebap almaya gittiğinde mekânı turistler basar, her şeye vondırfulu bastıkları gibi Mahmut’u sinirlendirmeye başlarlar. Mahmut güzel bir aperatif hazırlar, sonra kebabı döşer masaya da turistler ceplerinden ketçap çıkarıp ete döktükleri an kafayı yer resmen, hakarete uğradığını düşünür, turistlerin alayını dükkândan kovar. Barbarlar sanat eserinin üzerine pisliklerini dökmüşlerdir, matrak.

Salim Amca epizotlarda genişçe bir yere sahip, açalım. Çocuk’un dostudur Salim, altmış yaşındadır, Çocuk’un babasından kaçıp sığındığı güvenli limandır. Babaya göre okumak boş adam işidir, Çocuk’un eli ekmek tutmalıdır, oysa çocuk “aslan” sözcüğünün Arapçada otuz çeşit karşılığı olduğunu bilmekten memnundur. Schami’nin Hattatın Sırrı nam metninde dil devrimine kalkışan yetkili abilerin eleştirdiği bir mevzu bu, dili temizleyip basitleştirmek isteyen kültür tayfası muhafazakârların saldırısına uğrarlar, planlarını ertelerler. Evet, Çocuk babasının fırınından aldığı pideleri yarı fiyatına satarak yoksulları sevindirmektedir ama satacak pide kalmamışsa kapıda bekleyen onca insanı düşünüp üzülür, biraz da bu yüzden çalışmak istemez aslında, babasının yırtıcı tüccarlığına bulaşmak istemez. Kiliseye de bulaşmak istemez, rahiplerin dandikliğinden, namussuzluğundan yılmıştır, aynı şekilde Müslüman arkadaşlarının da camilerden, imamlardan yıldığını görünce hiçbir yerde hiçbir şeyin değişmediğini anlar. Okulda da durum aynıdır, başka bir metinde Çocuk’un okuldaki vaziyetinden anlarız ki öğretmenler milliyetçilikten kafayı yemişlerdir, Kürt öğrencilere ölçüsüzce haksızlık ederler. Salim’e sığınır Çocuk, dinleyeceği bir dünya hikâyeyi bekler: otomobillerin Arabistan’a yayılmasından çok önce Şam’la Beyrut arasında arabacılık yaparmış Salim, pek çok arabacıyla yolcu dağlarda saklanan haramilerin saldırısına uğrayıp öldürülürmüş de Salim’e bir şey olmazmış çünkü Osmanlı ordusuna katılmadan önce yol kenarında bulduğu, eğittiği Hamad onu görür görmez hal hatır sorarmış, dağ gibi adam küçücük olurmuş. Salim yolculardan üç beş bir şey toplar, Hamad’la kırışır, yoluna devam edermiş, sonuçta öldürülmelerini engellermiş ya! Çocuk’a göre tuhaf hikâye, babalık yaptığı adam Müslüman? Salim patlıyor resmen, öyle saçmalıkları okulda mı öğretiyorlar, Hamad da kendileri gibi şeytan ve şeytanların dini olmaz! Salim’in ordudan kaçma hikâyesi var bir de, içli dışlı savaşlar patlarken çağırmışlar bunu, Salim sağdan soldan duyduklarıyla hemen bir plan yapmış, sağır taklidiyle yırtmaya çalışacak. Her türlü tuzağı kuruyorlar, Salim hepsini atlatıyor, tam çürüğe çıkarılacakken son bir numarayla tongaya bastırılınca yallah camdan dışarı, topuk. Dört yıl boyunca dağlarda saklanmış, kendisini arayan askerlerin kabusu olmuş resmen, karış karış bilirmiş dağları. Tam kurt bu adam, bir ara mahallede barınan rejimin ajanlarından birinin hiçbir halt yiyemeyeceğini söyleyen üç beş kişiden biri. Kimsenin kimseye güvenmediği bir yerde herkes herkes olabilir, ispiyonladığı bir adamla birlikte karakola giden ajan sağlam bir sopa yiyor çünkü ispiyonladığı kişi iyi bir oyuncu, hemen general rolü yaparak askerleri kandırıyor, dövdürüyor ajanı, haberi de mahalleye yayınca kıçına teneke takıp gönderiyorlar herifi. 1950’lerin Suriye’si, insanlar korku içinde yaşamaya başlıyorlar, bir yerlerde savaşlar çıkıyor, devlet kurumları hızla yozlaşıyor, dinler çürüyor, insanlar birbirlerine tutunmaya çalışıp düşüyorlar. Çocuk’un biraz büyüyünce yaşadığı cinsel serüven kadınların eril eril esen rüzgârlardan kurtulmak için her şeyi yapabileceklerini gösteriyor, umutsuzlukları korkunç. Çocuk da az değil gerçi, zengin kadınlardan birinin evine tavuk satmaya gittiğinde kadının eşi dan diye geliyor, Çocuk dolaba saklanıyor, bakıyor ki yanında çıplak bir adam duruyor, ses çıkarmamak için şantaj yapıp bir dünya parayı cebe indiriyor. Sen de bozuldun Çocuk, Almanya’ya giderek hayatını kurtardın belki de.

Liked it? Take a second to support Utku Yıldırım on Patreon!
Become a patron at Patreon!