Rabih Alameddine – Lüzumsuz Kadın

Yetmiş iki yaşındaki Aaliya’nın zihni nasıl karışıksa anlatısı da öyledir. Ki böyle metinlerde anlatıcının zihniyle anlattıkları arasındaki ilişki, mesafe pek gözetilmez, yani yıllar önceki diyalogları noktası virgülüne hatırlarlar mesela anlatıcılar, hatırlar gibi yaparlar veya, ne saçmalıktır. Olması gerekende boşluklar doğar, dolar, yer yer kendini sorgular anlatıcı, hatırladıklarının kurgu olup olmadığını düşünür, kaygılanır çünkü kendi yaşamını bir kurgu olarak görmek endişe verir, görmemek de endişe verir, hasılı geçmişe dönmek her zaman büyük endişedir, bilindiği kadar bilinmeyen topraklardır oralar, kıtalar yeniden keşfedilir ve unutulur, mihenk taşları unutulanların kafasına gelir, nirengi noktaları hatırlananlar için bataklıktır, tedirgin edici bir yüzeyde dolanır durur hafıza. Buradan ayağı sağlam basıyor anlatının, Aaliya son derece kaykık bir karakter, Beyrut’ta İç Savaş sırasında çeviriye, okumaya verdiği için kendini, çevresi de travma yönünden bereketli olduğu için düz bir çizgide ilerlemiyor, çemberler çizip duruyor. Yok değil düz çizgi, o kadar çok kesiliyor ki takip edilecekler artınca geriye atılıyor. Atılsın, esas mesele geçmişte yatıyor zaten, anlatı zamanının sunduğu pek bir şey yok. Su baskını mı, hayır, finalde apartmanı, daireleri su basar da komşu kadınlar Aaliya’nın evine gelirler, kadının yanlışlıkla maviye boyadığı saçlarını saçma sapan kesmesine üzülürler, çevirilerinin sular altında kalmasına daha çok üzülürler de bütün sayfaları tek tek kurutmak için uğraşırlar. İlk yakınlık bu, yine kadınlardır kadınların kurtarıcısı, Aaliya intihar eden yakın arkadaşından sonra ilk kez samimi olabileceği insanların varlığını keşfetmiştir. Yıllardır aynı apartmanda yaşıyorlar, hatta kadınlardan biri Aaliya’nın oturduğu evin sahibi ama aralarında kısıtlı bir iletişim var, sosyalliği tercih etmeyen Aaliya ucube olarak görüldüğünü düşündüğü için konuşmuyor, kendi dünyasında yaşıyor. Öyle görülmeyi istediğini düşünebiliriz, Lübnan’ın hatta dünyanın toptan boku yediğini kabul eden, sanata sığınmaktan başka çare bulamayan biri rahat bırakılmak için elindeki tek kozu kullanıyor işte, başkalarını kendinden uzak tutmaya çalışıyor. İç Savaş sırasında bu çok daha kolay, kimse evinden çıkmazken çalıştığı kitapçıya gidiyor Aaliya, plakçıdan bir sürü plak alıp müzik zevkini derinleştiriyor, kitaplardan duyduklarını dinlemeye başlıyor. Nedir, Bernhard’dan Glenn Gould’u, bilmem nereden Chopin’i öğrenmiştir, hemen gidip dinlemek istemiştir, elektrikler kesilmediği müddetçe rüya müziğine kavuşmuştur. Chopin’i dinlediği zamanların anıları yoğundur, anlatır, Bernhard’ı okuduğu zamanlar ağırdır, onu da anlatır, aslında anlatısının önemli bir kısmını etkilendiği sanat eserlerinin yaşamına sirayet edişine ayırmıştır. Bu açıdan başarılıdır, mesela ben Hornby’nin biçimini çalıp otuz şarkıda bir yaşamı anlatacağım zamanı gelince, her bir şarkıyı hem ülkenin hem anlatıcının hallerine çakacağım, Alameddine bunu karışık sırayla yaparak hafızanın işleyişiyle uyumlu hale getiriyor. Aaliya’nın hayatının her bölümüyle uyumlu eserler bir bir çıkıyor piyasaya, uygundur çünkü öyle değil mi, eşlemez miyiz zamanımızla uğraşımızı, hele sanatsa mevzu. Tam on yıl önce dinlediğim şarkıları çok iyi hatırlıyorum çünkü hayatımın bir bölümü bitiyor, diğeri başlıyordu, arka arkaya bir sürü şey olduğu için neyin ne olduğunu anlamıyordum, şarkılara sabitliyordum anca. Aaliya daha çok kurmacaya sabitliyor, Coetzee’den Shakespeare’e bir sürü sanatçı dünyanın bir yerinde zamansallığı belirliyorlar, bunun önemi düşünülmüş müdür? Çeviriler de başka, Aaliya yılın ilk günü yeni bir çeviriye başlıyor da bütün yılı çeviri uğraşıyla geçiriyor, bitirdiklerini kutulara yerleştiriyor. Bolaño’nun iki uzunundan birini iki yılda çevirdikten sonra diğerine el atmaya çekiniyor, aslında kurşun deliklerini hatırlamamak için yapabileceği en iyi şey önünde duruyor ama daha iyisi var, kitapçıya dadanıp saatler boyunca okuyan Ahmad’la yıllar sonra sevişip kalaşnikof edinmesi. Tabii yıllar önce oluyor bu, kendini korumak için silaha ihtiyacı var Aaliya’nın, evini basanların sayısı artınca Ahmad’ı buluyor, başını okşadığı gencin büyüyüp eşek kadar adam olduğunu bilse de arzuyu yeni öğreniyor. Garipseyecek bir şey yok, başarısız, korkunç bir evlilikten sonra yaşamaktan başka hiçbir hedefi kalmamış kadının, üstelik istiyor da, ilkel doyum. Hem seks hem silah, güzel. Ahmad’ın okuduğu kitabı Kolektif bastı zamanında, Moravia’nın Düzen Adamı nam metni. Karakterin Zübük’e dönüşümünü, gaddarlığa erişmesini adım adım izliyoruz romanda, Ahmad’ın çizgisiyle paralel. Ama uyarıyor Aaliya, uyarılarıyla yorumlarının anlatıyı arşa çıkardığını sıkıştırayım araya, muazzam kısımlar. Uyarıyor işte, sadece Freud’la anlaşılmaz cinsellik, sadece psikolojiyle, sadece sosyolojiyle, kısacası sadece tek bir veriyle, disiplinle çözülemez insan, bu yüzden Ahmad’ı güç peşinde koşan bir adam olarak görmek, seks için yoldan çıktığını düşünmek karakteri eksik alımlamamıza yol açar, kimse o kadar berrak değildir. Buradan başka bir uyarıya gelelim, Aaliya her şeyi belirgin kılan, en azından kurmacayı finalde düğümü çözülecek hale getiren yazarlara giydirir zira hiçbir yaşam, hiçbir olgu, muamma içeren hiçbir şey o kadar kolay çözülmez, hiç çözülmeyebilir hatta, bu yüzden karmaşık metinler baş tacı.

Kabuğunu cennet belleten nedir, başta aile var, Aaliya babasının isteğiyle evlendiği iktidarsız adama katlanmak zorunda kalır. Neyse ki düdüğün boşanmak istemesini çok beklemez, özgürlüğüne kavuşur ama ailesi yine tebelleş olur, evi kardeşlerine bırakması için zorlanır Aaliya, ev sahibi hacı dayının lütfuyla yırtar. Dayının ölümünden sonra işi daha kolaydır bizimkinin, miras yoluyla apartmanı devralan dayı kızı pek eşelemez, kiracısını rahat bırakır. Birkaç yaş küçüktür Aaliya’dan, çocukluğunda saygı duyduğu kadını boşandıktan sonra hor görse de yıllar geçtikçe üstü örtülü bir sevginin doğduğu bile söylenebilir. Nitekim üvey kardeşler -Aaliya’nın babası ölünce annesiyle amcası evlenir, tipik- bir gün çıkagelir, en büyüğü artık yaşlanmış, yürüyemeyen, hatta yaşayamayan anneyi bırakıp gitmeye yeltendikleri zaman dayı kızı çeker emaneti, işgalcileri çil yavrusu gibi dağıtır. Sanat sepetle pek ilgisi yoktur, yıllar yılı homurdanmaktan başka bir şey yapmamıştır ama gerek bu jesti gerek su baskını sırasındaki yardımları aslında sempatiyle yaklaştığını gösterir Aaliya’ya, fena kadın değildir yani. Yan hikâyelerden ikisini de anıp bitireyim, annesinin ölüm döşeğinde yattığı sırada Aaliya’nın ziyareti mesela. Bir nevi yakınlık var, fazlası yok, kuruyup kalmış kadına bakınca anne sevgisine dair kırıntılardan başka bir şey hissetmez Aaliya, içinin boşluğuna üzülür. Asıl üzüntüsü Hannah’nın çekip gitmesiyle ortaya çıkacaktır, evliliklerin yakınlaştırdığı ikili gençliklerinde eğlenmeyi bilmişler, yaşamı çekilir kılmışlardır. Birlikte kitapçıda takılırlar, müzik dinlerler, dışarıda kan gövdeyi götürürken onlar kendi kalelerinde mutlu mesut yaşarlar. Hannah’nın günlüklerini okurken hatırlar o zamanları Aaliya, Lübnan’daki savaşlarla ilgili söylediklerini sırf kendi deneyiminden yola çıkarak düşünmemiştir, kendisinin de bahsettiği mevzu. İsrail’in kuduzcasına saldırıları, din savaşları derken ülkenin altı üstüne gelmiştir, neyse ki kadınların arasındaki dostluklar dayanaktır, birbirlerini kollarlar. Bir yere kadar, Hannah dayanamamaya başlayınca hayallerini gerçekleştirmeye çalışır, başarıya ulaşmayan ilk teşebbüsünden sonra ikincisinde işi sağlama almış, çatıdan aşağı atlamıştır. Günlüklerin Aaliya’ya gelişi bundan. Ömrün son yıllarından geriye bakışlar işte, yaşlılığın anlatısı, geriye bol bol dönüşlü. Ben hâlâ Animal Triste olarak görürüm zirveyi, müthiştir de Alameddine’in metni pek aşağı kalmıyor ondan. Savaş çıksa farklı bir şey yapmazdım zannediyorum, Aaliya’ya dönüşmek savaşları bitirir mi?

Liked it? Take a second to support Utku Yıldırım on Patreon!
Become a patron at Patreon!