İlginç şeyler olur ki Mendelsund da metnini bol grafik, resim, tipografik taklalarla doldurmuş, okurken zihinde neler döndüğünü formlaştırmaya çalışmış, güzel olmuş. İlginç şeyler oluyor valla, hapşırığın uzun hali, hayallisi. Bütün algılar bir anlığına boşa çıkar, dikkat tek bir yere odaklanır, okuruz. Bir andır o, Mendelsund “okumuş olmanın anısı” diyor, Proust var olduğumuz uzamı da okumaya katıyor, biz mühim bir şey yaptığımızı biliyoruz ve kurmaca metnin yarattığı imgelerle doluyoruz. Film izlemek gibi değil, duyuların simüle edilmiş hallerine benzeyen olgularla taşmak. Bu metinde Anna Karenina‘dan çok sayıda örnek var, biri Karenina’nın betimi. Kalın kirpik, ayva tüyü bıyık, kilo, hepsi bir araya gelince bildiğimiz yüzlerden birine oturuyor ister istemez, bildiğimizin dışına çıkamıyoruz, zihinde her şey çorbaya dönüyor. Robot resmini çizmişler Karenina’nın, belki odur ama kimse o olduğunu söyleyemez, herkesin Karenina’sı kendinedir. Karakterler vücuda gelirken bir başkasının bedenini ödünç alırlar, tabii onca tasvire rağmen canlandırmamayı tercih eden varsa iş değişir. Herhangi bir güzellik imgesi de Karenina’nın yerine geçebilir, buna sinesteziye dair bölümde değiniyor biraz Mendelsund, mesela güzel bir gökyüzünü de Karenina olarak düşünebilirim. Galiba öyle düşünüyorum ben, karakterler uzun uzun detaylandırıldığı zaman görmezden gelmeye çalışıyorum, güzellik göreceliyse veya anlatıyı doğrudan yönlendiren bir nitelik varsa özellikle fiziksel betimlemeleri neden dikkate almalı? Bernhard bir yerde mekanın veya insanın görünümüyle ilgili pek bir şey vermediğini, bu işin okura düştüğünü söylüyordu. Berjer koltuğun berjerliği düşüncenin hep aynı noktaya dönmesi gerektiği için akılda kalır, berjerlikten değil. Vronski’nin gözünde Karenina’nın nasıl göründüğü önemlidir ama anlatıcının gözünde nasıl göründüğü, eh, ihmal edilebilir. O boşluğu isteyen okur bazı şeyleri görmezden gelmeye meyillidir. “Karakterlerin içi boştur. Ve anlatılar noksanlarla zenginleşir.” (s. 49) Okurken bir şeyler görürüz ama görmediklerimizi yaratma uğraşı has okurluktur diyeceğim, “yazarın en muğlak veya ketum olduğu yerler” zihni kamçılar. Fukiş! Avunamayanlar‘ı okurken mekanların akışkanlığı, zamanın tutarsızlığı klasik örüntüye alışmış zavallı zihnimize kıymık gibi batar, çıkar yolu ararken keyif alırız. VanderMeer’in Southern Reach Üçlemesi‘ndeki tuhaf dünyanın bizimkine taşma sebebini, o dünyadaki mantığa sığmaz olayları çözmek için didiniriz, henüz anlatılmamış ve belki de hiç anlatılmayacak olanı yaratmak bize düşer. Karaktere dönelim, nasıl göründüğündense eylemleri, kurmaca dünyayla bağlantıları belirleyicidir, örneğin bir karakterin saçının uzunluğundan ayrıca bahsetmektense rüzgârda uzun saçlarını toplatmak daha doğal bir kurguyu açığa çıkarır, mesela Karenina kocasının kulaklarını görünce o kulakların neden öyle olduğunu sorar, böylece kocasından bıktığını anlarız ve kulakların öyleliği konusunda malumat okumaktan kurtulmuş oluruz. Kısacası bazı şeyleri göstermemek sıkı okur için çok şeyi göstermektir, iyidir. Biri kendisine Ishmael denmesini isteyince muhatabı, Ishmael’i, varsa Ishmael’in esas adını ve neden kendisine Ishmael denmesini istediğini merak ederiz, hikâyenin geri kalanında bu gizemin çözümüne dair bir şeyler ararız, karşımıza balina yağının nasıl çıkarıldığına dair upuzun bir bölüm çıkar mesela, balinaların anatomisiyle ilgili ansiklopedik bilgilerle karşılaşırız. Sorun olmaz, baştaki amacımız çoktan değişmiştir, hikâyenin verdikleriyle yetiniriz. Moby Dick çok şey hakkında çok odaklı bir metindir, istikametimizin değiştiğini fark etmeyiz bile. Ben fark etmedim en azından, kazanları düşündüm. Balina yağının biriktiği koca kazanlar. Elimdeki tüfeği harbiyle temizlerken o yağı kullandığımı hayal ettim, ağzıma balık tadı geldi. Öncesinde sol cebimde koca bir şişkinlikti, 250 kişi tüfeklerini almaya çalışırken benim yere oturup sona kalmamdı, böylece biraz daha okuyabiliyordum. Ishmael’e bir yüz atfetmemiştim, kendimi o gemide gibi hissetmiyordum, tepemde Ankara’nın cayır güneşi varken pek mümkün de değildi bu, o zaman neydi? Mendelsund karakteri düzensiz bir yapbozun bütünü gibi görüyor, metin de böyle. Benzer bir durum var mıdır diye düşünüyorum, okumanın bilince ettiğini başka bir şeyde bulamadım, en azından o yoğunlukta. Deniz Feneri‘ndeki resmi bilirim, karakterler daha siliktir ama yine belirgindir, kurmaca baktığım bir resimden daha belirgin.
İlginç şeyler olur, en üst sistemi görür ve işleriz. Aklın G’özü‘nü yazarken uzunca anlatacağım, Mendelsund da değindiği için kısa şimdi: Gözümüzün anlık hareketleri birkaç kelimeyi tam yakalar, birkaçının yarısını elde etmesi bile yeterlidir, tamamlanır onlar. Harfleri tek tek değerlendirmeyiz, bağlamı ve yapıyı çözdüysek bazı sözcüklerle zaman bile kaybetmeyiz hatta, doldurma bölümleri anlarız, fazlalıkları eleştiririz, eksiği tamamlayıp eleştiririz, hikâye boyunca anlam ve idrakimiz gelişir. Mendelsund’a göre kitapların son sayfaları görüntülerle dolu değildir, daha çok anlama gebedir, belki hikâyenin derlenip toparlanması için böyle bir finale ihtiyacımız vardır. Metinden metne değişir diyeceğim, Bir Paris Semtinin Tüketilme Denemesi‘nde anlam daha başlıkta ortaya çıkar, sırf görüntüyü kovalarız. Otobüsler geçer, insanlar bir yerlere giderler, kuşlar uçar, yaşamın anlamı yaşamın ta kendisidir ve kurmaca bunu sadece eylemler üzerinden sunar, bir anlamın iki yüzü sanki. Bulması kolaysa çok hızlanırız, Mendelsund arabadan dışarıyı seyretmeye benzetiyor bunu. Bazı metinler hız yapmaya müsait, bazılarıysa ara sıra durup manzaraya bakmamızı telkin ediyor. Geri dönüp bazı yerleri tekrar tekrar okuduğumuzu söylüyor yazar, hatta sayfayı çevirince önceki sayfaya dönüp son sözcükleri okurmuşuz çünkü okumadan geçermişiz bazen, virajı alamazmışız. Standart hızla çözebiliriz bunu sanırım, metin kendisi belirliyor zaten. Ethica‘nın geometrisini anlayabilmek için defalarca geri döneriz, öyle metinlerde bir yerden bir yere varmak değil de hareket etmek önemlidir, kurmaca metinler de giriftliklerine göre hızı ayarlar. İkinci kez okuduğumuzda daha az sırla karşılaşacağımız metinler gereğinden hızlı okuduğumuzu mu söyler? Gizeme göre değişir sanırım, Gaétan Soucy Kefaret‘te karakterin kafasının karıştığını okurun gözüne sokar, anlamı belirsiz bazı durumları çözemeyen karakterle birlikte şaşırırız. Nedir, çözümün karmaşıklığı da artacaktır veya tam bir çözüm sunulmayacaktır, Soucy ikinciyi tercih etse de kolaya kaçmak gibi bir durum söz konusu değildir, karakterin doğup büyüdüğü şehirden ikinci kez uzaklaşabilmesi çözümün ta kendisi de olabilir, fark etmek için durup geri dönmek veya yavaşlamak isteyebiliriz. Yürek Burgusu nasıl okunmalı mesela, neler döndüğünü anlayabilmek için hızlanmak veya yavaşlamak fark yaratır mı? “Böyle durumlarda, kilit bir öğeyi, kitapta daha önceden geçmiş bir olay veya açıklamayı kaçırdığımıza karar verebiliriz. Ardından hikâyenin kaçırdığımız kısımlarını bulmak için sayfaları çevirip geri gideriz.” (s. 137) Bir şeyi kaçırmamız olabiliriz, hikâye tamamlandığı zaman resmin tamamı aydınlanabilir. Belli olmaz bu işler, yazar okuru kündeye alabilir ve bir müddet sonra bırakabilir, okumaya devam edersek kabul etmiş oluruz bunları. Hikâyenin dramatik akışından çıkmamayı tercih etmek Mendelsund’a göre dramanın bilgiden önce geldiğini kabul ettiğimiz anlamına geliyor, bilgiyi önemsiz bulmuşsak da devam ediyoruz, okur haklarımızı kullanarak bazı bölümleri atlayabilir, hatta kitabı yarıda bırakabiliriz. Paşa gönlümüzün bileceği iş ama bu metni baştan sona okumak büyük faydalar sağlar. Mendelsund’un karakterden kurmacaya, okurdan göze, bilişsel yapıdan olay örgüsüne değinmediği konu yok. Okuma deneyimini anlatırken nadir rastlanacak bir okuma deneyimi de sunuyor, anlattıklarını kendi okuma sürecinizi düşünerek derinleştirebilirsiniz, süper olur.
Cevap yaz