Minsoo Kang otomatların tarih boyunca değişen anlamlarını inceliyordu, çağlar pat küt devrilirken hayretlere düşüyordum. Aydınlanma zamanında işin mekaniği, akıl falan ön plana çıkarken Rönesans zamanında bambaşka bir şeydi bu aletler, bazen gücü simgeliyordu, sonra cadıların icadı haline gelebilirdi falan, temayül değişince kılık değiştiren bu kardeşlerimiz giderek gelişiyordu bir yandan, kralların önüne çıkarılıyordu, yer altındaki atölyelerde gizli gizli üretiliyordu, en sonunda dünyamızı ele geçirip insanı dolma pile çevirdiler malum. Burke belli sabitler belirliyor, tarihteki önemli otomatları düşünelim mesela, birini ele alalım: satranç oynayan Osmanlı kişisi Batı için başkadır, Doğu için başkadır, Batı’nın bir kurumu için öcüdür, krallık için meşruiyet sağlayıcı bir aparata dönüşebilir süreçte, politik oyunlar orasından burasından çeker zavallıyı da üstünü başını yırtabilir, hemen başka bir kaftan giydirebilir, ne bileyim, halk ayaklanmasında her şey yakılıp yıkılır da bir o korunur veya ilk yıkılacaklardan biri odur. Zaman içinde değişir işler, tarih yazıcılığında efsaneler geriye atılırsa katı gerçeklik insana dair çok az veri içerebilir, kurmacayla gerçekliğin tokuşmasında kazanan belli olmaz, semboller hikâyelere, hikâyeler kimliklere dönüşür, bir millet Anlatının Gücü‘nde de uzun uzun anlatıldığı gibi belli hikâyelere bağlanarak aidiyet hisseder, kısacası Burke hikâyelerin gerçeği nasıl etkilediğini gösterirken monarşinin inşasını, dinin etki gücünü, nesnelerin kutsal anlatılar yoluyla tahakküm aracı haline getirilmesini örneklerle anlatır. Kısa hikâyelerinin yanında upuzunları da vardır, ben onları inceleyeceğim, “Tarih, Efsane ve Kurgu, Kuşkular ve Tartışmalar” bu öykü-efsane-tarih üçgenini odağa aldığı için en önemlisi sanıyorum. On dokuzuncu yüzyıl ile yirminci yüzyılın başlarındaki “bilimsel” tarihçilere göre “tarih” gerçek bir öykü, “kurgu” uydurulmuş ve öyle sunulan bir öykü, “efsane” ise gerçekmiş gibi sunulan uydurulmuş bir öykü ama günümüzde sınırların o kadar kesin çizilemeyeceğini söylüyor Burke, dört yüzyıl içinde terimlerin içeriklerindeki değişimlere odaklanıyor, sonuçta Kral Arthur ve Truva Kuşatması’yla ilgili yazılanlar bin yıl önce kurguydu ama tarihin işini sırtlanmıştı, Rönesans zamanında ayıklamaya giden hümanistler ortalığı karıştırdılar biraz. Homeros tarihçi olarak ciddiye alınıyordu, komutanların ya da büyükelçilerin konuşmalarından alındığı söylenen parçalar metinlerde kullanılıyordu, maksat: “Genel olarak, bu metinlerin amacı, papalığın Kilise Devleti iddialarında olduğu gibi, bir şeyi doğrulamak ya da paganlık ile Hıristiyanlığın uyuşması gibi ya da (Annius’da olduğu gibi) uygarlığın kökeninin Mısır olduğu, İspanya’nın tarihinin ilkçağa kadar uzandığı gibi ya da (‘kılavuz’da olduğu gibi) Endülüs’te Arapça konuşanlar arasında Hıristiyanlık geleneğinin öteden beri süregeldiği gibi, bir şeyi kanıtlamak idi.” (s. 63) Sextus Empiricus’un Şüphecilik metninin yeniden keşfiyle tarihî bilgi sorununun -gidip görmek de güvenilirliği artırmaz, tarihçinin gerçeği aktarma biçiminden şüphe duyulur- olabildiğince makul çözümü kıyaslamaktır, tabii elde yeterli metin varsa. Yoksa Rönesans uydurma metin üretmek ve uydurukluğu faş etmekte eşsiz bir dönemdir, Lorenzo Valla gibi araştırmacıların gerçeği arayışını Anthony Grafton’ın Kalpazanlar ve Eleştirmenler nam metni süper anlatır mesela, Burke’yse Antonio de Guevara’nın Prenslerin Saati adlı metninden bahsediyor. Marcus Aurelius’un yaşamöyküsünü anlatan yazarı Pedro de Guevara eleştirmiş tarihi ayrıntılar “türettiği” için, Guevara tarih incelemenin hoşça vakit geçirmenin biraz ötesinde bir şey olduğunu, misal Truva Savaşı’nda güvenli bir şekilde ileri sürülebilecek çok az şey bulunabileceğini söylemiş, ayrıca laik ve pagan tarihlerin kıyasında “bazılarının diğerlerine göre daha doğruyu söylediğine emin olamayız” demesi cabası. Reform hareketlerine gelince çağdaş şüpheciliğin zirvesine erişiriz, Protestanlar İsa’nın hadislerine duyulan geleneksel inancı sarsarken Katolikler cortlayarak İncil’in itibarını çalkalamayı becermişler, ilk grup Valla’nın tezlerini öne sürerek papaya saldırmışlar üstelik, Papa Joan’ın öyküsünü kabul etmelerine Katolikler karşı çıkmış zira kadın bir papanın varlığı öykünceden öteye gidemezmiş. On yedinci yüzyıla geldiğimizde Paul Hazard’ın “bilinç krizi” ve “tarihsel bilinç krizi” kavramları öne çıkıyor, tarih çalışmalarında retorik kullanmak yavaş yavaş terk ediliyor zira gerçeklere olabildiğince yakın bir tarihin anlatımının diyaloğa veya şiirin biçimine yaklaşmasından yana değil o dönemin düşünürleri, Descartes’in geliştirdiği epistemolojik standartlara ulaşmakta yetersizlik doğuyor çünkü. Bilginin sağlam temellerini arıyor Descartes, bu yüzden öykülerle söylenceleri reddediyor, Cervantes’in kahramanlık hikâyelerinin “tarihin saygınlığı”na uygun düşmediğini belirtiyor, içerik ile biçim arasındaki uyumu öne çıkarıyor. Kişilere göre değil de konulara göre ilerliyor Burke bu noktadan sonra, yanlılıkla ilgili başlıkta Romalıların anlatımıyla birlikte Kartacalıları da okuyabilseydik tarihin daha tarafsız yansıtılacağının kesinliği söz konusu. Resmî tarihin doğuşunu buralarda arayabiliriz, hanedanlara çalışan resmî tarihçiler başka bir makalenin konusu olan soyağaçlarını uyduruyorlar, bir kralın, halkın soyunu İsa’ya kadar götürmek için akla hayale gelmez bağlantılar üfürmekte dünya markası hepsi. Gerçeklik sorunu özellikle Kilise’nin tarihinde ortaya çıkıyor, reform hareketlerinin önemi belli. Kaynaklar sorgulandı, tanıklıkların inandırıcılığı azaldı, Roma’nın kuruluşu tartışma konusu oldu. “Romülüs diye biri var mıydı? Aeneas hiç İtalya’ya gitti mi? Truva savaşı oldu mu, yoksa Homeros’un ‘aşk destanı’nın konusu muydu?” (s. 78) İş romanın yükselişinde karışmaya devam ediyor, Defoe’nun metinleri kurcalanıyor, sonuçta tarihin saflığıyla ilgili yeni görüşler, tarih yazımının niteliğine dair tartışmalar günümüzde de sürüyor.
“Ortak Anılar: Geçmişi Sahnelemek” giriş bölümünden sonra Guy Fawkes’ın alımlanış biçimlerini inceleyerek tarihî figürlerle toplumsal çalkantılar arasındaki ilişkiyi irdeler. Belleğin ve performansın araştırılması: bir yanda çalışılmış roller, diğer yanda doğaçlama performanslar. Troçki ve diğer devrimciler kendilerini Fransız Devrimi’ni tekrarlar gibi gördüler, 1789’daki devrimciler 1640’ların İngiliz Devrimi’ni tekrarladıklarını düşündüler, 1688’de İrlanda’da yaşayan bir subayın görüşüne göre Katolikler ayaklanacak ve 1641’deki trajedi tekrarlanacaktı, 1640’larda bazı İngilizler dönemin olaylarını bir önceki yüzyıldaki Fransız din savaşlarının bir tür tekrarı gibi görmüşlerdi, kısacası kalıplar sadece zaman değiştiriyordu. “Protez bellek”ler bu açıdan işe yarar, hikâyeler birazcık değiştirilirse halkı yönlendirmede kullanışlı aparatlara dönüşürler, diğer yandaysa “toplumsal bellek” yer alır, ortak performanslar ve ortak anılar yoluyla geçmişin parçaları birleştirilir, belirli olaylar kutsal ya da örnek olmaya değer hale gelir, ritüeller çıkar ortaya. Anma törenlerine bu pencereden bakabiliriz, yüzyılların on yedinci yüzyıldan önce çok az düşünülmesi, eski Mısırlıların MÖ 1200’de bir kez kutlaması -yüzyıl kutlamak bizde 2000’e denk geldi, kopan tatavayı düşünün- ve İmparator Antoninus Pius’un Roma’nın kuruluşunun 900. yılını kutlaması nadir örneklerdir. Cümleten iştirak edilir sonra: “Herkes (zengin ve yoksul, kadın ve erkek, genç ve yaşlı) aynı öyküyü mü anlatıyor? Anlaşılan o ki ritüeller, geçmiş ile özdeşleşerek ve mesafeyi ya da uyuşmazlığı ortadan kaldırarak ya da reddederek fikir birliği sağlama girişimleridir.” (s. 97) 5 Kasım Guy Fawkes Günü ne ifade eder bu durumda, bir İngiliz piskoposuna göre 5 Kasım Festivali onların Hamursuz Bayramı ya da Purim Bayramı anlamına geliyor, I. James döneminde kutlamalar resmî, Charles döneminde yönetim yarı Katolik olduğu için kutlamalar gayri resmî hatta yıkıcı, sonraki kralların zamanında muhalefet anlamına geldi kutlamalar, on sekizinci yüzyılda siyaset alanından çıktıysa da 1774’teki New England’da yapılan kutlamalar Amerikan Devrimi’ne yol açan “coşku artırıcı” fişek olarak görüldü, yirminci yüzyıldaysa “folklor”, çocuklar için bir festival artık. Zamanında papanın kuklalarının yakıldığı bir etkinlikti, değişimi adım adım gösteriyor Burke. Ben iki makaleyi aldım, kitapta on tane var.
İyi okumalar, emin olun iyi olacak.
Cevap yaz